Trend

Peygamber efendimizin dünyaya teşrifi nasıl oldu?

Alemlere rahmet olarak gönderilen efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)''nın dünyaya teşrifleri kötülüklerin sonunun geleceğine işaret ediyordu. Karanlık sapkın dini inançların yaşandığı kız çocuklarının utanç vesilesi sayıldığı ve acıktıkları zaman yedikleri ticaret yaptıklarında sattıkları putlara tapınıldığı bir dönemde, efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)''in dünyaya teşrifleri manevi bir iklimin hakim olmasına neden olmuştu. Peki bu karanlık dönemde efendimizin dünyaya teşrifi nasıl oldu? Efendimizle alakalı ayetler nelerdir? Detaylar haberimizde.

Alemlere rahmet olarak gönderilen efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)'nın dünyaya teşrifleri kötülüklerin sonunun geleceğine işaret ediyordu. Karanlık sapkın dini inançların yaşandığı kız çocuklarının utanç vesilesi sayıldığı ve acıktıkları zaman yedikleri ticaret yaptıklarında sattıkları putlara tapınıldığı bir dönemde, efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)'in dünyaya teşrifleri manevi bir iklimin hakim olmasına neden olmuştu. Peki bu karanlık dönemde efendimizin dünyaya teşrifi nasıl oldu? Efendimizle alakalı ayetler nelerdir? Detaylar haberimizde.

Resûl-i Ekrem Efendimizin Dünyaya Teşrifleri

Yeryüzünü manevî bir karanlık kaplamıştı.

Mevcudat, beşerin zulüm ve vahşetinden adeta mateme bürünmüştü. Gözyaşı döken gözler değil, ruh ve kalblerdi. Kalb ve ruhların keder, elem ve gözyaşına alem de iştirak etmiş, sanki umumi yas ilan edilmişti.

Yeryüzü saadetin, sevincin, huzurun kaynağı olan "Tevhid" inancından mahrumdu. Küfür ve şirk fırtınası ruh ve kalbleri kasıp kavurmuştu. Gönüllerde tek mabud yerine, birçok batıl ilahlar yer almıştı. Hakiki sahibini arayan ruhların feryadı ortalığı çınlatıyordu.

İnsanlar birbirini yiyen canavarlar misali vahşileşmiş; küfür şirk, cehalet ve zulüm bataklığında boğulmaya yüz tutmuşlardı. Zalimin zulüm kamçısı altında mazlum inim inim inler hale gelmişti.

Âlem mahzun, varlıklar mahzun, gönüller mahzun ve sîmalar mahzundu. Akıl, ruh ve kalbleri manevî kıskacı altına alıp olanca kuvvetiyle sıkan bu küfür ve şirke, bu dalalet ve cehalete, bu hüzün ve sıkıntıya beşerin daha fazla katlanmasına Allah'ın sonsuz merhameti elbette müsaade edemezdi. Bütün bunlara son verecek zatı şefkat ve merhametinin bir eseri olarak elbette gönderecekti.

İşte, o zat geliyordu. Dünyanın manevi şeklini beraberinde getirdiği nur ile değiştirecek eşsiz insan, Allah'ın son peygamberi geliyordu. Cin ve inse ebedî saadetin yolunu gösterecek Hazret-i Muhammed (a.s.m.) geliyordu.

Kainat, hürmet ve haşyet içinde efendisini beklemekte idi. Her varlık, kendisine mahsus diliyle, hal ve hareketiyle bu emsalsiz insana hoşamedîde bulunmak üzere sevinç içinde hazır durumda idi.

Tarih Miladî 571, Nisan ayının yirmisi; Fil Vak'asından elli veya elli beş gece sonra. Kamerî aylardan Rebiülevvel ayının on ikinci gecesi.

Mekke'de mütevazî bir ev, günlerden Pazartesi… Vakit, vakitlerin sultanı, seher vakti. Bu mütevazî evde ve bu eşsiz vakitte muazzam ve eşsiz bir hadise vuku buldu: Kainatın Efendisi Hazret-i Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem dünyaya gözlerini açtı.

Bu göz açışla birlikte alem, sanki birden elem ve matemini unutarak sürura gark oldu. Karanlıklar anında nurla yırtılıverdi. Kainat sevinç ve heyecan içinde adeta,

"Doğdu ol saatte, ol Sultan-ı Dîn

Nûra gark oldu semavat ü zemîn"

diye haykırdı.

Annesinin dilinden

Yeryüzünde hiçbir anneye nasip olmayan eşsiz şerefe mazhar kılınan aziz anne, Hz. Âmine, o mes'ud anı şöyle anlatır:

"Hamileliğimin altıncı ayında bir gece rüyada karşıma bir zat çıkıp dedi ki: 'Ya Âmine! Bil ki, sen alemlerin hayrına hamilesin. Doğurunca ismini Muhammed koy ve halini hiç kimseye açma!'

"Derken doğum zamanı gelmişti. Kayınbabam Abdülmuttalib Kabe'yi tavafa gitmişti. Evdeydim. Birden kulağıma müthiş bir ses geldi. Korkudan eriyecek gibi oldum. Bir de ne göreyim? Bir beyaz kuş peydahlanıp yanıma geldi ve kanadıyla arkamı sıvadı. O andan itibaren bende korku, kaygı adına hiçbir şey kalmadı.

"Yanıma bir göz attım. Bana bir ak kase içinde şerbet sunuyorlar. Kaseyi dikip içer içmez, beni bir nur [denizi] sardı.

"Ve Muhammed dünyaya geldi…"

Aziz anne doğum sonrasını ise şöyle anlatır:

"Gördüm ki, doğuda bir bayrak, batıda bir bayrak ve Kabe'nin üstünde bir bayrak. Doğum tamamlanmıştı. Yavruya baktım. Secdede, parmağını da göğe kaldırmış. Hemen bir ak bulut inip yavruyu kundakladı ve kapladı. Bir ses işittim: 'Doğuları ve batıları dolaştırın, deryaları gezdirin, ta ki mahlûklar Muhammed'i ismiyle, sıfatıyla, sûretiyle tanısınlar.'

"Biraz sonra bulut gözden kaybolup gitti."1

Aynı gece Hz. Âmine bir nur görmüş ve bu nurun aydınlığında Şam'ın saray ve köşklerini seyretmiştir.2

Şifa ve Fatıma Hûtun'un müşahedeleri

Kainatın Efendisi dünyaya teşrif buyurdukları sırada, aziz annesinin yanında Abdurrahman bin Avf'ın annesi Şifa Hatun ile Osman bin Ebu'l-Âs'ın annesi Fatıma Hatun da vardı.

Ebelik vazifesinde bulunan Şifa Hatun o andaki müşahedesini şöyle anlatır:

"Allah'ın Resûlü doğdukları zaman ben oradaydım. Hemen yetiştim. Kulağıma bir ses geldi: 'Allah'ın rahmeti Onun üzerine olsun.' Maşrık ile mağrib arası nurla doldu. Hatta Rûm diyarının bazı saraylarını gördüm. Sonra Allah Resûlünü kucağıma alıp emzirmeye başladım. Üzerime öyle bir hal geldi ki, vücudum titremeye başladı ve gözlerim karardı. Yavrucağı gözden kaybettim. Bir ses, 'Nereye gitti?' diye sordu. "Doğuya götürdüler' diye cevap verildi.

"Bu sözler hiç zihnimden çıkmadı: O zamana kadar ki, Allah Resûlü peygamberliğini ilan eder etmez hemen koştum ve ilk Müslümanlarla beraber îman dairesine girdim."3

Fatıma Hatun ise, hatırasında o mes'ud gecede doğuma sahne olan evin nurla dolduğunu ve gökteki yıldızların adeta üzerlerine salkım salkım dökülecekmiş gibi sarktıklarını anlatmıştır.1

Peygamber Efendimizin bir başka hususiyeti, dünyaya sünnetli ve göbeği kesilmiş olarak gelmiş olmasıydı.2 Sırtında, iki kürek kemiği arasında, tam kalbinin hizasında Nebîlik mührü "Hatem-i Nübüvvet" bulunuyordu. Üzerleri tüylü, kabarık, kırmızımtırak inci gibi benlerin bir araya gelmesinden meydana gelmiş ve keklik yumurtası büyüklüğündeydi. Bu mühür, Resûl-i Ekrem Efendimizin beklenen son peygamber olduğunun bir alameti idi.

Ashabdan Saib bin Yezid, Resûl-i Ekrem Efendimizin "Nübüvvet Mührü" ile ilgili olarak şöyle der:

"Çocukluğumda, teyzem beni Nebiyy-i Ekremin (a.s.m.) yanına götürüp, 'Ya Resûlallah, şu yeğenimin ayağında ıztırabı var' dedi.

"Resûlullah eliyle başımı sığayıp, bana bereket dua etti. Sonra abdest aldı. Abdest suyundan içtim. Sonra arkasında durdum ve iki omuzu arasında çadırın koca düğmeleri [yahut keklik yumurtası] gibi olan Hatem-i Nübüvveti gördüm."3

Hazret-i Ali de (r.a.) Resûl-i Ekremi tarif ve tavsif ederken, "İki küreği arası enli, kendisinin peygamberlerin sonuncusu olduğu kürekleri arasındaki Peygamberlik Hateminden belliydi" der.

Abdülmuttalib'e verilen müjde

Kainatın Efendisi Peygamberimiz dünyaya geldiği sırada dedesi Abdülmuttalib, Kabe civarında Kureyş'in ileri gelenlerinden birkaçı ile oturmuş sohbet ediyordu. Kendisine haber verildi. Son derece sevinen Abdülmuttalib, bir anda kendisini nurtopu torununun yanında buldu. Kucakladı, öptü, kokladı… Sonra da oğlu Ebu Talib'e teslim ederek, "Bu çocuk sana emanetimdir. Bu oğlumun şanı, şerefi yüce olacaktır" diye konuştu.

Abdülmuttalib, bu mes'ud hadisenin hatırı için Kainatın Efendisinin doğumunun yedinci günü develer, davarlar kestirerek Mekke halkına üç öğün ziyafet çekti. Ayrıca şehrin her mahallesinde develer kurban ederek insan ve hayvanların istifadesine bıraktı.

Nur çocuğa isim verildi: Muhammed (a.s.m.)

Umumi ziyafetten sonra nurtopu Efendimize ne ad koyduğunu dedesinden sordular. Şu cevabı verdi:

"Muhammed."

"Neden atalarından birinin ismini takmadın da bu ismi verdin?" dediler. Cevabı şu oldu:

"Allah'ın ve insanların onu övmelerini istediğim için."

Gerçekten, Kainatın Efendisi Peygamberimiz Allah'ın, insanların ve meleklerin senasına eşsiz bir surette mazhar olmuş dünya üzerinde tek şahsiyettir. Çünkü, o bu övgüye, bu alaka ve sevgiye ve bu hürmete layıktı. Bu medhi, bu muhabbeti eşsiz îmanı, ihlas ve samimiyeti ve en güzel, en üstün ahlakıyla hak etmişti. Bunun içindir ki, onun medih makamına erişecek hiçbir fanî olmamış ve olamaz.

KURANI KERİMDE EFENDİMİZ İLE İLGİLİ AYETLER

33/AHZÂB-40: Ma kane muhammedun eba ehadin min ricalikum, ve lakin resûlallahi ve hatemen nebiyyin(nebiyyine), ve kanallahu bi kulli şey'in alîma(alîmen).

Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah'ın Resûl'ü ve Nebîler'in (Peygamberler'in) Hatemi'dir (Sonuncusu). Allah, herşeyi en iyi bilendir.

Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimiz kainattaki son nebidir. O, alemlere rahmet olmak üzere gönderildi. Allahû Teala: "Seni alemlere rahmet olasın diye gönderdik." diyor. Sadece bu zahirî aleme değil, gayb alemine de emr alemine de yerlere de göklere de rahmet olsun diye gönderilmiş. O, son Nebîydi. Nübüvvet O'nunla hitam olmuştur.

21/ENBİYÂ-107: Ve ma erselnake illa rahmeten lil alemîn(alemîne).

Seni Biz, sadece alemlere rahmet olarak gönderdik.

İnsanlar babamız İbrahim'in hanif dinini terk etmiş, kendilerine fayda ve zarar veremeyecek olan elleri ile yaptıkları putları kutsallaştırmıştır. Kendi kız çocuklarını diri diri toprağa gömerek katil olan. Kervan soyan, katil olmayan çok az insan bulunan bir ortamda dünyaya gelen Hz Muhammed (S.A.V) Efendimiz, dalalete olan aciz ve muhtaç kullarına yol göstermek, İnsanları ve cinleri hidayete erdirmek, İmanda, ibadette, ahlakta, cömertlikte, adalet ve eşitlikte tüm insanlara örnek olmak için gelen. Hz İsmail'in soyundan Hz İsa (A.S)'ın müjdelediği Kureyş kabilesinin Haşimoğulları sülalesine mensup. Babası Kureyş kabilesinden Abdullah Efendi, annesi ise Zühre soyundan Âmine Hatun'dur.

İnsanlar Allah'ın Nebilerine indirmiş olduğu dini değil kendilerinin elleri ile yazdıkları kitaplara tabi olmuş. Ancak azda olsa Allah'ın Nebilerine gönderdiği şeriatı yaşayanlar vardı.

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni ma vassa bihî nûhan vellezî evhayna ileyke ve ma vassayna bihî ibrahîme ve mûsa ve îsa, en ekîmûd dîne ve la teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne ma ted'ûhum ileyh(ileyhi), allahu yectebî ileyhi men yeşau ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); "Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın." diye Hz. İbrahîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

Allah yaratmış olduğu insan ve cinlerin iradesini serbest bırakmış, kim Allah'a yönelmişimse (amenu olanı) onları kendisine ulaştırmıştır.

2/BAKARA-146: Ellezîne ateynahumul kitabe ya'rifûnehu kema ya'rifûne ebnaehum ve inne ferîkan minhum le yektumûnel hakka ve hum ya'lemûn(ya'lemûne).

Kendilerine kitap verdiklerimiz, O'na (Hz. Muhammed (S.A.V)'e) kendi oğullarına arif oldukları (tanıdıkları) gibi ariftirler (tanıyıp bilirler). Ve muhakkak ki onlardan bir fırka, hakkı gerçekten bile bile gizliyor

5/MÂİDE-83: Ve iza semiû ma unzile ilerresûli tera a'yunehum tefîdu mined dem'ı mimma arefû minel hakk(hakkı), yekûlûne rabbena amenna fektubna meaş şahidîn(şahidîne).

Ve Resûl'e indirileni (Kur'an'ı) işittikleri zaman, Hakk'tan olan şeylere arif olduklarından dolayı, onların gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. "Rabb'imiz, biz îman ettik (amenû olduk), artık bizi şahitlerle beraber yaz..." derler.

Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in doğumundan iki ay önce Babası Abdullah Efendi vefat etmiş. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'i himayesine alan dedesi Abdulmuttalip, hemen bir ziyafet verip, O'na adını koydu. Kureyş kabilesinin ileri gelenleri: "Ne ad verdin?" diye sorunca: "Muhammed" dedi. Onlar da: "Ecdadında böyle bir isim var mı?" diye sorduklarında: "Umarım ki; O'nu, gökte Hakk, yerde halk medh-ü sena edecektir." dedi.

Peygamber Efendimiz (S.A.V), çevresinde sevilen ve güvenilen bir kişi olması sebebiyle kendisine "Muhammed-ül emin" deniliyordu. Hz. Muhammed (S.A.V)'in Mekke'de doğduğu ev ölümünden sonra mescit haline getirilmiş ve daha sonra hacılar tarafından ziyaret edile gelmiştir.

Osmanlılar zamanında Peygamberimiz Efendimiz (S.A.V)'in doğum gecesinde özellikle Sultan Ahmet Cami''inde devlet merasimi yapılırdı. Buna Mevlit Alayı denirdi. Bu merasimde devlet erkanı özel elbiseler giyerlerdi. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in dünyaya gelişi bir kurtuluş ve dolayısıyla bir müjde olduğundan doğumu bir bayram telakki edilmektedir.

Doğumu esnasında bazı olağanüstü­lüklerin yaşandığına dair nakledilen rivayetlere göre; doğduğu gece Şam tarafında bin yıldan beri suyu akmayan ve kurumuş olan Sema ve Nehri vadisi yine o gecede dolup taşarak akmaya başladı. Doğumu esnasında bir nur zuhur et­miştir. O nur, Şam saraylarını ve köşklerini aydınlatmıştır.

Bu gecenin sabahında insanlık için küfrün, zulmün ve şirkin sona ereceği yepyeni bir devir başlıyordu. Zira o gece Kabe'deki putların devrildiği, ateşe tapanların bin yıldan beri yanan ateşlerinin söndüğü, Kisra'nın sarayı sarsılmış ve sa­rayındaki 14 oda yıkılmıştı. Bunlardan başka bazı mucizelerin vuku bulduğu rivayet olunmaktadır.

O'nun doğumuyla hem sahabe, hem kainattaki diğer insanlar yeniden doğma saadetini elde etmişlerdir. İslam yeniden hayat bulmuş, insanlar hem dünya saadetini, hem de ahret saadetini elde ederek kurtuluşa ulaşmışlardır. Allah'ın katında islam' dan başka bir din olmamıştır.

3/ÂLİ İMRÂN-19: İnned dîne indallahil islam(islamu), ve mahtelefellezîne ûtûl kitabe illa min ba'di ma caehumulılmu bagyen beynehum, ve men yekfur bi ayatillahi fe innallahe serîul hısab(hısabı).

Muhakkak ki Allah'ın indinde dîn, İslam'dır (teslim dînidir). Kendilerine kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki hased sebebiyle ihtilafa düştüler. Ve kim Allah'ın ayetlerini örterse (inkar ederse), o taktirde, muhakkak ki Allah, hesabı çabuk görendir.

Peygamberimizin doğduğu gece gerçekleşen mucizeler nedir? TIKLAYIN