Nasıl ki surelerin meallerine bakarken iniş sebeplerinin de bilinmesi de gerekiyorsa tefsirini bilmekte hepsinden daha faziletli ve Kur-an'ı anlamak ve anlatmak istediğini öğrenmek açısından o kadar önemlidir. Bu yeni başlayacağımız tefsir bölümünde 114 surenin de yapılan tefsirlerini sizlere sunmaya çalışacağız. Rahman Suresinin tefsiri nedir? İşte mübarek Müslümana yol gösterici Kur-an'daki Rahman Suresinin tefsirini haberimizde okuyabilirsiniz.
Rahman Suresi 1-13. ayet
Kur'an'ı rahman öğretti.
İnsanı O yarattı.
Ona anlama ve anlatmayı öğretti.
Güneş ve ay bir hesaba bağlı (olarak hareket ederler).
Yıldızlar da ağaçlar da secde ederler.
Göğü O yükseltti, denge ve ölçüyü O koydu ki dengeden sapmayasınız;
Ölçüyü düzgün tutasınız ve eksik tartmayasınız.
O yeryüzünü canlıların altına serdi.
Orada meyveler ve tomurcuklu hurma ağaçları var.
Çimlenen taneler ve hoş kokulu bitkiler var.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
Sûreye Cenab-ı Allah'ın rahmetinin enginliğini, kulluk görevini yapsın yapmasın bütün kullarına nimet vermesini ifade eden rahman ismiyle ve O'nun Kur'an'ı öğretmesiyle başlanmakta, böylece dinin irade sahibi varlıklar için nimetlerin en büyüğü olduğuna, din konusunda insanlığa bahşettikleri arasında da Kur'an'ın zirvede bulunduğuna dikkat çekilmektedir (Zemahşerî, IV, 49; rahman ismi hakkında ayrıca bk. Fatiha 1/1). "Öğretti" anlamına gelen fiile "alamet kıldı" manası da verilebildiğinden bazı müfessirler bu ayetler için şöyle bir yorum yapmışlardır: Allah, Kur'an'ı Hz. Muhammed'in peygamberliğini gösteren, ibretle okuyacaklar için işaretler içeren bir mûcize kıldı (Razî, XXIX, 84).
İnsanı da yaratanın Allah olduğu belirtilip ona verilen özelliklerin en önemlisinin, duygu ve düşüncelerini açıklayabilme, konuşma ve anlatma yetisi olduğuna işaret edilmektedir. Anlamak, anlatabilmenin ön şartı olduğuna göre burada altı çizilen nimetin idrak ve ifade yetisi olduğu söylenebilir. Böylece bu ayetlerde insanı insan yapan akıl nimeti ve muhakeme gücünün pratiğe yansıyan yüzü ön plana çıkarılmaktadır. İnsanın, her şeyden önce Allah'a olan kulluğunu idrak ve ifade etmesi, başka insanlarla ilişkilerinde hak ve vecîbelerini kavrayıp bunların gereğini yerine getirmesi, kısaca akıl nimetinin semere verebilmesi hep anlama ve anlatma yetisine bağlıdır; dolayısıyla kültür ve medeniyetleri oluşturan temel faktör de budur. Gülme, ağlama, sevgi veya nefretle bakma, anlamlı söz söyleme, düşündüklerini eyleme dönüştürme, bir sanat eserine şekil verme ... hep anlama ve anlatma faaliyetinin sonuçlarıdır ve birer anlatım biçimidir. Güzel, düzgün ve etkili söz söylemeyi, bir anlamı belli yöntem ve kurallara göre değişik yollarla ifade etmeyi, anlatım fenomenini kendisine konu edinen belagat, hitabet, beyan, narratoloji gibi teorik incelemeler; en güçlü örneklerine görsel sanatlarda rastlanmakla beraber esasen herhangi bir alanda anlatım imkanlarını zorlayan sanat akımı ekspresyonizm (dışavurumculuk) ve bu konudaki fikrî çekişmeler, hep insanın bu yetisinin önemini somut biçimde ortaya koyan ürünler ve göstergelerdir.
Bu ayetlerde güneş, ay, gök ve yerin yaratılmasındaki bazı inceliklere değinilmekte, evrendeki dengeye dikkat çekilmekte, beşerî ilişkilerde de dengenin şart olduğu, bunun ise adaletle sağlanabileceği vurgulanmakta, ardından da insanlara sağlanan bazı nimetler hatırlatılmaktadır.
5. ayette gök cisimlerinin ince bir hesaba bağlı hareket ettiklerinin belirtilmesi öncelikle bunun yüce Allah'ın kudretini gösteren açık kanıtlardan olduğu anlamını düşündürmektedir. Burada özellikle güneş ve ayın zikredilmesi, bunların insanların en fazla ilgili olduğu gök cisimleri olmasıyla izah edilmiştir; bu sûrede eşli durumlara dikkat çekme üslûbunun kullanıldığı, insanların da ay ve güneşi daima birlikte düşündükleri şeklinde bir yorum da yapılmıştır (İbn Âşûr, XXVII, 235; güneş ve ayın hareketleri hakkında bilgi için bk. Yasîn 36/38-40). Bunun yanı sıra şu hususa da işaret edildiği söylenebilir: Bütün bu varlıklar ve bağlı bulundukları düzen kendisi için var edildiğine göre insan da hayatını bir hesaba göre düzenlemeli, bir hesap gününün geleceği bilinci içinde olmalı ve kendisini bu hesaba hazırlamalıdır.
6. ayette geçen ve "gövdesiz bitkiler" diye çevirdiğimiz necm kelimesi, tahıl ve ot gibi gövdesi olmayan bitkileri ifade eder. Bu kelime "yıldız" anlamına da gelmekle beraber burada mealde esas aldığımız manada kullanıldığı genellikle kabul edilir (Taberî, XXVII, 116-117; Razî, XXIX, 89). Ağaçların ve diğer bitkilerin secde etmesi, bunların Allah'ın yasalarına iradî olmaksızın boyun eğmelerini ifade etmekte; bu da kendisine akıl nimeti ve irade gücü verilmiş olan insana bilinçli bir tercih sonucu O'na tazimde bulunmanın, buyruk ve yasaklarına uymanın değerini, dolayısıyla –iradesini bu yönde kullanması şartıyla– kendisine bahşedilen onuru hatırlatmaktadır.
7. ayette "gök" anlamı verilen sema kelimesiyle, üzerimizde yükselen uçsuz bucaksız alemin, milyarlarca galaksi ve gök cisminin içinde yer aldığı ve belli bir düzene göre hareket ettiği kozmik uzayın kastedildiği söylenebilir. "Göğün yükseltilmesi" hakikat anlamı esas alınarak bize nisbetle yüksekte olması yahut mecazî anlamda düşünülüp manevî bir yüksekliğe sahip olması şeklinde yorumlanabilir. Her iki mana, bizi, bunu sağlayan Allah Teala'nın yüceler yücesi olduğu, secde ve kulluk edilmeye layık başka mabud bulunmadığı gerçeğine götürür (Zemahşerî, IV, 50).
7-9. ayetlerde üç defa geçen ve "denge, ölçü, eşyanın birbirine nispetle ağırlığını tartma, tartı aleti, terazi" manalarına gelen mîzan kelimesine, bulunduğu bağlamlara göre şu anlamlar verilebilir:
a) Yüce Allah evrende denge kanununu koymuştur; bütün varlık ve oluşlar arasında, evrenin belirli bir sistem dahilinde yürümesini sağlayan bir genel denge mevcuttur. 7. ayetin bağlamı burada geçen mîzan kelimesiyle bunun kastedildiğini düşündürmektedir. Birçok müfessir burada "adalet" anlamının kastedildiği kanaatindedir (mesela bk. Taberî, XXVII, 118; İbn Atıyye, V, 224).
b) İnsanın, hayatını insana yaraşır biçimde düzenlemesi için konmuş ilahî yasalar bütünü olan din de denge kanununun bir tezahürüdür. Bunların özü, genellikle kısaca "her şeyi layık olduğu yere koymak" diye tanımlanan adalet ilkesidir. Bu ilke, bir taraftan kişinin Allah'tan başka varlığa tanrılık yakıştırmamasını, diğer taraftan da beşerî ilişkilerde her hak sahibine hakkını vermesini ifade eder. 8. ayetteki mîzan kelimesi bu anlamda olmalıdır; zira burada mîzanın ihlal edilmemesi, dengeden sapılmaması istenmektedir.
c) İnsanın evrendeki dengeyi koruma sorumluluğunda temel ilke adalet olmakla beraber, bu soyut kavramın somut hayat olaylarına yansıtılması da sözü edilen dengenin korunmasında bir dikkat ve özeni gerektirir. Beşerî ilişkiler bakımından bunun adı "hakkaniyet"tir. Bunu belirlemede kişilere düşen, takdir yetkisini iyi niyet esasına dayalı olarak kullanmak ve adaletin gerçekleşmesini sağlama uğruna elinden gelen bütün çabayı harcamaktır. Allah'a karşı vecîbelerinin yerine getirilmesi konusunda adalet ilkesinin somutlaştırılması ise, kişinin dine kendisinden bir şey katmadan ilahî bildirime uygun davranmasıyla mümkündür. 9. ayetin "ölçüyü düzgün tutasınız" diye çevrilen kısmında "hakkaniyet" anlamına gelen "kıst" kelimesine yer verilmesi burada vezin ve mîzan kelimelerinin adalet ilkesinin, dolayısıyla genel denge kanununun hayat olaylarına yansıtılması gereğini ifade etmek üzere kullanıldığını göstermektedir. Bu ayetin "eksik tartmayasınız" şeklinde tercüme edilen kısmı, aynı zamanda her bir olayla ilgili uygulamanın yani bütün davranışlarımızın ahiretteki teraziyi aleyhimize çevirmeyecek biçimde olması gerektiği şeklinde de yorumlanabilir. Öte yandan, iki şeyin birbirine denkliğini ölçmek için kullanılan el terazisinin evrendeki cazibe (çekim) kanununun bir sonucu olarak bu işlevini yerine getirebiliyor olması, eski zamanlardan beri insanların adaleti temsil etmek üzere teraziyi sembol yapmaları, kişiler arası mübadeleye konu olan ve tartılabilir özellikteki şeylerde adalete uygun paylaşımın (hakkaniyet) belirlenmesinde terazinin hem gerçek hem simgesel bir yere sahip olması, hatıra ilk gelen anlamı terazi olan "mîzan" kelimesinin bu ayetlerde –yukarıdaki açıklandığı şekilde– farklı ama birbiriyle sıkı ilişkisi bulunan manalarda kullanıldığı yönündeki yorumumuzu destekleyici niteliktedir. Razî de bu kelimenin konumuz olan ayetlerde üç ayrı manada kullanıldığı kanaatindedir; fakat ona göre birincide "tartı aleti", ikincide "tartma fiili", üçüncüde ise "tartılan" kastedilmiştir (XXIX, 91).
10. ayette geçen enam, canlı varlıkların tamamını kapsayan bir kelimedir; fakat başka ayetlerde yeryüzünde bulunan bütün varlıkların insanın emrine verildiği açıkça ifade edildiği (mesela bk. Casiye 45/13) ve bu kümedeki ayetlerin ana teması da insanın sorumluluklarıyla ilgili olduğu için, ayeti yerin canlıların yaşamasına elverişli kılındığı manasında almak, ama yerin yaratılmasındaki asıl amacın yine insan olduğunu göz ardı etmemek gerekir. 11 ve 12. ayetlerde, başta insan olmak üzere yeryüzündeki canlıların yararına var edilen bazı nimetler hatırlatılmaktadır. 11. ayette geçen ekmam kelimesinin tekili olan kimm, "hurma meyvesinin ilk aşamadaki kapçığı" demektir; bu mana esas alınarak zatü'l-ekmam tamlaması "tomurcuklu" şeklinde çevrilmiştir. Diğer tekili kümm esas alındığında ise ağacın "lifleri, çekirdekleri, dal ve kabuk gibi örtüleri" bu kelimenin kapsamına girer. Her iki ihtimale göre bu unsurların yararları hakkında açıklamalar yapılmıştır. Bir yoruma göre birinci anlamda ileride oluşacak ürüne, ikincisinde ise değişik aşamaların ardından ürünün meydana gelmiş bulunduğuna işaret edilmiş olur. Diğer bir yoruma göre hurma ağacı açısından tomurcukların oluşturduğu salkım çok önemlidir, ürün toplamayı kolaylaştırır. Bazı müfessirler ise burada estetik görünüme, göze hitap eden güzelliğe işaret bulunduğu kanaatindedir. Aynı kelime Fussılet sûresinin 47. ayetinde meyvenin ürün vermesi için kabuğunu çatlatması bağlamında ve genel olarak meyvelerin ilk aşamadaki kapçığı, çekirdeğin kabuğu anlamlarında kullanılmıştır. 12. ayette "çimlenen taneler" diye çevrilen ifade için de değişik yorumlar yapılmış olmakla beraber genellikle insanların beslenmelerinde özel önemi haiz olan tahıl türü bitkilerin kastedildiği kabul edilir (Razî, XXIX, 93-94; İbn Âşûr, XXVII, 242; Elmalılı, VII, 4667). Bu ayetteki "hoş kokulu bitkiler" diye çevrilen reyhan kelimesi "rızık" anlamında da yorumlanmıştır. Taberî bu yorumu tercih eder ve temel gıda maddesi olan hububatın kastedildiğini belirtir (XXVII, 122-123).
13. ayette yegane rab olan Allah'ın nimetlerini yalan sayma yani inkar etme kınanmaktadır. Sûrede bu kınama değişik nimetlerin hatırlatılmasını takiben ısrarla sürdürülmektedir. Nimetin nimet olduğunu veya nimetin Allah'a nisbet edilmesini ya da her ikisini inkar bu eleştirinin kapsamındadır. Sûrede 31 defa geçen, "Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?" anlamındaki cümlenin yüklemini oluşturan fiil ve "rabbiniz" tamlamasının tamlananı olan zamir tesniye (ikil) kalıbındadır, yani iki kişiye veya iki gruba hitap edilmekte, "Siz ikiniz, artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?" denilmektedir. Buradaki "ikiniz" ile kimlerin kastedildiği yani muhatabın kimler olduğu konusunda farklı yorumlar bulunmaktadır. 14-15. ayetlerde insanların ve cinlerin yaratılışı özetlendiği gibi 32. ayette de açık biçimde cin ve insan topluluklarına hitap edilmiştir. Bu iki karîne yanında konuya ilişkin rivayetler de dikkate alınarak buradaki hitabın insanlara ve cinlere yönelik olduğu kabul edilir. Razî, burada kime hitap edilmiş olabileceği ile ilgili birçok ihtimal zikreder. Bunlardan biri şöyledir: Bunun aslı, tekil hitabın vurgu için aynen tekrarlanması olabilir yani "Sen rabbinin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsin, sen rabbinin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsin!" demektir. Diğer bir ihtimal de Kur'an'ın genellikle muhatap aldığı iki insan cinsine yani erkeklere ve kadınlara hitap edilmiş olmasıdır (XXIX, 94-96). İbn Âşûr'a göre burada insan cinsinin "inananlar" ve "inkarcılar" şeklindeki iki kategorisine hitap edilmekte, mümin olsun kafir olsun gerçekte hiçbir insanın Allah'ın nimetlerini inkar edemeyeceği anlatılmak istenmektedir. İbn Âşûr, müfessirlerin çoğunluğunun burada insanlara ve cinlere hitap edildiği şeklindeki yorumunu uzak bir ihtimal olarak görür; çünkü Kur'an cinlere değil insanlara hitap etmek için gelmiştir (bk. XXVII, 243-244).
Rahman Suresi 14-25. ayet
O, insanı ateşte pişirilmiş toprak kaplar gibi kurutulmuş çamurdan yarattı.
Cinleri de yalın ateşten yarattı.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
O, iki doğunun da rabbi iki batının da rabbidir.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
O, birbirine kavuşmak üzere iki denizi salıverdi.
(Ama) aralarında bir engel vardır; birbirlerine karışmazlar.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
Onlardan inci ve mercan çıkar.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
Denizde yelkenlerini bayraklar gibi açarak süzülüp giden gemiler O'nundur.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
İnsanı ve cinleri kimin yarattığı ve bu varlıkların mahiyeti üzerinde düşünülürse, Allah'ı inkar etme veya O'ndan başka varlıklara da tanrılık yakıştırmanın yahut O'nun nimetlerini görmezden gelmenin ne büyük nankörlük olacağı kolayca anlaşılır. İşte 14 ve 15. ayetlerde insanların ve cinlerin ilk yaratılışlarındaki ana unsurlara dair bilgi verilerek, bir taraftan onların mahiyetlerini böylesine bilen ve bildiren Cenab-ı Allah'ın yegane yaratıcı olduğuna diğer taraftan da bunların tek başına bir değer ifade etmeyip yüce yaratıcının onlara yüklediği görev sayesinde değer kazanmış olduklarına dikkat çekilmektedir. İnsanın yaratılışı hakkında Kur'an'ın değişik yerlerinde bilgiler verilmiş olup bunların özü şudur: Çamura şekil verilmiş, ateşte pişmiş toprak kaplar gibi tınlayacak kadar kurutulmuş bir çamura yani hayatiyetten çok uzak bir nesneye can verilmiş, bu canlı akıl nimetiyle ve onu iyi kullanmayı sağlayacak yeti ve yeteneklerle donatılmış, bu donanımlara paralel bir sorumluluğa muhatap kılınmıştır. 15. ayetin "yalın ateşten" diye çevrilen kısmında geçen maric kelimesi sözlükte "çalkalanan, yerinde durmayan" ve "karışan, karıştırıcı" anlamlarına gelmektedir. Birinci manaya göre bu kısım "dumansız saf alev", ikinci manaya göre ise "karışan, nüfuz eden dumanlı ateş" şeklinde açıklanmıştır (insan ve cinlerin yaratılması hakkında bilgi ve değerlendirme için bk. Hicr 15/26-29; Elmalılı, VII, 4669-4670).
"İki doğu" ve "iki batı" ile ne kastedildiği hususunda tefsirlerde yer alan belli başlı yorumlar şunlardır: a) Güneşin ve ayın doğuş ve batış yerleri, b) Güneşin kış ve ilk bahar mevsimleriyle yaz ve son bahar mevsimlerinde doğup battığı iki uç nokta, c) Dünya küre biçiminde olduğundan her bir yarımına göre güneşin doğuş ve batış yerleri, d) Güneşin ve diğer gök cisimlerinin doğuş ve batış yerleri, e) Güneş gibi maddî, akıl gibi manevî ışık kaynaklarının doğuş ve batış noktaları veya ışıyıp sönmeleri. Elmalılı Muhammed Hamdi burada asıl amacın, Allah Teala'nın gerek (yiyecek gibi) var edilerek gerekse (hastalık gibi) yok edilerek oluşan bütün nimetlerin sahibi ve yöneticisi olduğuna dikkat çekildiğini belirtir. Muhammed Esed'e göre bu, "Allah'ın, uzaydaki yörünge hareketlerinin nihaî etkeni olduğunu mecaz yoluyla anlatan bir ifade"dir (bu yorumlar için bk. Razî, XXIX, 99; İbn Âşûr, XXVII, 247; Elmalılı, VII, 4670-4671; Esed, III, 1097).
"İki deniz" ve "aralarındaki engel"den maksadın ne olduğu hakkında değişik yorumlar yapılmıştır. Bazı müfessirler bunu Furkan sûresinde belirtildiği üzere tatlı ve tuzlu suların birbirine kavuşması ama karışmamasıyla açıklamışlardır (bilgi için bk. Furkan 25/53; Fatır 35/12). Elmalılı farklı yorumları aktardıktan sonra "her iki türüyle deniz" denirse bunun acı-tatlı, iç-dış, semavî-arzî, hatta hakikat ve mecaz her iki neviyi kapsayacağını, böylece işarî bir mana olarak cismanî alem ve ruhanî alem ayırımının da bu kapsamda düşünülebileceğini belirtir (VII, 4671-4673). Burada günümüz deniz araştırmalarının ortaya koyduğu bilimsel bir gerçeğe işaret bulunduğu söylenebilir. Şöyle ki, tesbitlere göre büyük denizlerin birleşim noktalarında oluşan doğal bir engel bunların terkibî özelliklerinin karışıp bozulmasını önlemekte, bu da kendilerine özgü bitki örtülerinin ve hayvan türlerinin korunmasını sağlamaktadır (Ateş, IX, 189-190). Tefsirlerde 22. ayetteki "inci ve mercan çıkar" ifadesinin realiteyle çelişmeyecek biçimde anlaşılması için özellikle dilbilim kurallarından yararlanılarak geniş açıklamalar yapılır (mesela bk. Taberî, XXVII, 130-133; Zemahşerî, IV, 51; İbn Âşûr, XXVII, 249-250). 24. ayette geçen münşeat –diğer okunuşuyla "münşiat"–kelimesi için, "inşa edilmiş veya inşa eden" anlamına göre başka yorumlar da yapılmış olmakla beraber, mealde birçok müfessirin benimsediği, "yelkenleri kalkmış veya kaldırılmış" manası esas alınmıştır. Bununla bağlantılı olarak, alem kelimesinin çoğulu olan a'lam için burada "bayraklar" manası tercih edilmiştir. Başka tefsirlerde ise, bu kelime burada ve özellikle Şûra sûresinin 32. ayetinde daha çok "dağlar" anlamıyla açıklanmıştır (Zemahşerî, IV, 51; İbn Atıyye, V, 228-229; Razî, XXIX, 102-103). Elmalılı müteakip ayetler dikkate alınarak 24. ayetten, "sema deryasında yüzüp duran bütün gök cisimlerinin Allah Teala'nın kudret işaretlerinden olarak denizlerde akan gemiler gibi akıp gitmekte bulundukları" manasının da çıkarılabileceğini ifade eder (VII, 4673).
Rahman Suresi 26-32. ayet
Yeryüzünde bulunanların hepsi fanidir.
Azamet ve kerem sahibi rabbinin zatı ise baki kalır.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
Göklerde ve yerde bulunanların hepsi O'ndan ister (O'na muhtaçtır). O her an yaratma halindedir.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
Sizin için de (hesap sorma) vaktimiz olacak, ey sorumluluk yüklenmiş iki varlık!
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
Birçok dünya nimetine değinildikten sonra bütün bunların geçici ve üzerinde yaşayanların sonlu olduğu, mutlak anlamda kalıcılığın ise Allah Teala'ya mahsus bulunduğu hatırlatılarak ölümle sona ermeyecek bir mutluluk isteyenlerin Allah'ın hoşnut olacağı bir hayat sürmeleri gereğine işaret edilmektedir.
Evrendeki bütün varlıkların Allah'a muhtaç bulunduğuna, O'nun da hem azametini hem de lutuf ve keremini her an yaydığına yani hiçbir varlık veya oluşun O'nun bilgi, irade ve gücü dışında olamayacağına dikkat çekilmektedir. Kur'an-ı Kerîm'de değişik vesilelerle Cenab-ı Allah'ın yaratıcılık sıfatına ve iradesinin nüfuz etmediği hiçbir olay düşünülemeyeceğine değinilir. Fakat "O her an yaratma halindedir" diye çevrilen 29. ayet bu konuda özel bir vurgu taşımakta ve özellikle şu iki noktanın aydınlatılmasında ayrı bir önemi haiz bulunmaktadır: a) Yaratılmışlar açısından anlatım kolaylığı sağlaması itibariyle kutsal metinlerde Allah Teala'ya nisbetle zaman kavramının kullanıldığı olmuşsa da bu asla O'nun mutlak iradesini kayıtlayacak veya gücüne sınır koyacak biçimde yorumlanamaz. Bu sebeple İsrailoğulları'nın sınanması için konan bir dinî hüküm olan cumartesi yasağının, Allah'ın –haşa– o gün istirahata çekildiği tarzında bir gerekçeyle açıklanması (bk. Tekvin, 2/2-3) tenzih ilkesiyle bağdaşmaz. Âyetin yahudilerdeki bu yanlış telakkiyi reddetmek üzere indiğine dair bir rivayet de bulunmaktadır (İbn Atıyye, V, 229). Bu manada ayet, "Tanrı yarattıktan sonra vahyetmek, ihtiyaçları karşılamak gibi şeylerle ilgilenmemiştir" diyen deist felsefeyi de reddetmektedir. b) Bu ayet, tabiat olaylarından Tanrı iradesini dışlayan pozitivist ve materyalist akımları mahkûm etmekte ve bilimin ulaştığı parlak sonuçların da son tahlilde Allah Teala'nın yasalarını keşfetmekten öteye geçemeyeceğini ve bütün bulguların gerçekte O'nun yaratma sıfatının her an var olan tecellilerinden başka bir şey olmadığını ortaya koymaktadır. Bazı tefsirlerde kıyamete kadar olacak her şeyin Allah'ın ezelî ilminde sabit olduğuna ve insanın ancak kendi çabasının karşılığını göreceğine dair delillerle bu ayet arasında bir çelişki bulunup bulunmadığı üzerinde durulur. Fakat bunların kader ve irade-i cüz'iyye konularıyla ilgili olduğu açıktır; bunların da kendi bağlamlarında izahı yapılmıştır.
Önceki ayetlerde açıklandığı üzere bir işin Allah Teala'yı meşgul etmesi, O'nu başka bir işten alıkoyması düşünülemez. Bu sebeple 31. ayetteki ifadeyi hesap gününün önemini ve dehşetini hatırlatan edebî bir üslûp olarak değerlendirmek gerekir. Âyette verilmek istenen mesaj açıktır: Sorumluluk sahibi herkes bu dünyada kendisine tanınan fırsatların manasını doğru anlamalı, yaptıklarının karşılığını hemen görmüyorsa bunun da Allah'ın iradesine uygun olarak kurulmuş sınav düzeninin bir parçası olduğunu, ama her eyleminden hesaba çekileceği günün çok uzak olmadığını iyi bilmelidir. 31. ayette geçen ve "sorumluluk yüklenmiş iki varlık" diye çevrilen sekalan kelimesi sözlükte "iki yük, iki ağırlık" demektir. Müfessirler arasında yaygın kanaat, bununla "insanlar ve cinler alemi"nin kastedildiği, bir sonraki ayetin de bunu gösterdiği yönündedir. Kelimenin sözlük anlamıyla bu yorum arasındaki bağ değişik şekillerde izah edilmiştir (mesela bk. Razî, XXIX, 112; Elmalılı, VII, 4680-4681).
Rahman Suresi 33-45. ayet
Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin sınırlarını aşıp öteye geçebilirseniz haydi geçin! Ama (tarafımızdan verilmiş) bir güç olmadıkça geçemezsiniz.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
Üzerinize yalın bir ateş alevi ve erimiş bakır gönderilir de kurtulmak için birbirinizle yardımlaşamazsınız.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
Gök yarılıp gül kırmızısı bir yağ gibi olduğu zaman!
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
İşte o gün insana da cine de günahı hakkında soru sorulmaz (çünkü her şey apaçık ortadadır).
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
Günahkarlar simalarından tanınır, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
Günahkarların yalan saydıkları cehennem işte bu!
Onun ateşi ile kaynar su arasında gidip gelirler.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
Müfessirlerin bir kısmı buradaki hitabı kıyamet tasviri çerçevesinde değerlendirmişler ve o gün cinlere ve insanlara böyle seslenileceği yorumunu yapmışlardır. Önceki ayetlerde hesap gününe ilişkin bir uyarının bulunması, müteakip ayetlerde de kıyametten ve ahirette karşılaşılacak sonuçlardan söz edilmesi bu yorumu destekleyici niteliktedir. Diğer bir grup müfessire göre ise bu hitap dünya hayatıyla ilgilidir ve önceki ayetlerde yer alan uyarıyı tamamlamaktadır: Cinlere ve insanlara kendilerine dünya hayatında tanınan fırsata aldanmamaları gerektiği hatırlatılmakta, ölümden ve ilahî huzurda verilecek hesaptan kaçışın asla mümkün olmadığı bildirilmektedir. Derveze 33. ayette geçen sultan kelimesini "kişiyi kurtaracak salih ameller" şeklinde izah eder (VII,136); birçok müfessirin anılan kelimeyi "delil, hüccet" anlamında almaları (İbn Atıyye, V, 230) bu yorumu destekler nitelikte olmakla beraber, 35. ayetin ifadesi belirtilen ihtimali zayıflatmaktadır. Öte yandan, bazı tefsirlerde sultan kelimesinin "güç" anlamı esas alınarak "Büyük bir güç bulunmadıkça geçemezsiniz" ifadesinden, "Böyle bir gücünüz de olmadığına göre göklerin ve yerin sınırını aşıp ötelere geçmeniz de imkansızdır" anlamı çıkarılmıştır. Fakat sultan kelimesinin "yetki" anlamı dikkate alınarak ayetin ilgili kısmı, "Göklerin ve yerin sınırlarını aşıp ötelere geçebilmeniz ancak (Allah tarafından verilecek) bir yetki, bir imkanla olabilir" şeklinde de anlaşılabilir. Bu takdirde muhatapların, yüce yaratıcının evrendeki yasaları doğrultusunda ortaya koyacakları çabaları sonucunda elde edecekleri kuvvete bir gönderme yapılmış demektir. Uzay araştırmalarının ilerlediği ve uzaya seyahatlerin gerçekleştiği günümüz şartları, Kur'an tefsiriyle meşgul olanları bu yorumu benimsemeye ve bu ayetlerde uzayın fethine işaret bulunduğu görüşüne yöneltmiştir. Hatta 35. ayetteki tasvirin modern silahları çağrıştırdığı yorumları yapılmıştır. Razî'nin belirttiği gibi, bağlam bu hitabın ahirette olduğu izlenimini vermektedir. Fakat her iki ihtimale göre düşünüp bu ayetlerde, Allah'ın hükümranlığını aşmanın ve verdiği hükümden kaçmanın asla mümkün olmayacağı uyarısı bulunduğunu söylemek daha doğru olur (XXIX, 113-114). Bir başka anlatımla, Allah'a karşı sorumluluğu olan varlıklar ister dünya hayatında ister kıyamet gelip çattığında Allah'ın hükmünden kaçıp kurtulmak için yerin ve göğün sınırlarını zorlayacak kadar güç elde etseler veya kendilerine bu tarz bir imkan verilse, hatta bu varlıklar topyekün bir dayanışma içine girseler dahi, 35. ayette ifade edildiği üzere bunlar sınırlı ve sonuçsuz kalmaya mahkumdur. Şu halde ikinci yorum esas alındığında da (dünya hayatı bakımından) bu ayetlerden çıkan mesaj şu olmaktadır: Evreni daha iyi tanıma merakı, yerin derinliklerine ve göğün en uzak noktalarına nüfuz etme arzusu yadırganacak bir şey değildir ve büyük bir güç oluşturularak bu konuda epeyce mesafe alınabilir; ama bu çabalar asla ilahî iradenin egemenliğini alt etme gibi bir amaç taşımamalıdır. Zira bu, Allah'ın evrendeki mutlak gücünü ayan beyan gören şuurlu varlıklara yaraşmaz; kaldı ki böyle bir yöneliş başarısızlıkla sonuçlanmaya mahkûmdur, böyle bir amaç taşıyanların akıbeti hüsrandır.
35. ayette "erimiş bakır" diye çevrilen kelimeye "bakır gibi kızıl duman" manası da verilmiştir.
Kıyamet tasvirlerinden birine yer verilen 37. ayetin ardından insanlara ve cinlere günahları hakkında soru sorulmayacağı, günahkarların yaka paça cehenneme atılacakları ve inkar edip durdukları bu gerçeği iyice bellemeleri için cehennem ateşine sokulup çıkarılacakları, ama bunun bir ferahlama getirmeyeceği çünkü bu defa ateş yerine kaynar suyun içine düşecekleri belirtilmektedir. Şu var ki, 39. ayetteki "İşte o gün ... günahı hakkında soru sorulmaz" anlamındaki ifadeyi, "ahirette sorgu olmayacak" diye anlamamak gerekir. Zira birçok ayette burada çok kısa değinilen bu konuya ayrıntılı biçimde yer verilmiştir. Söz konusu açıklamalar ışığında bu ifadeyi şöyle anlamak uygun olur: Âhirette herkesin durumu öylesine kesin ve apaçık ortaya konacak ki kimsenin kendi ifade ve beyanına baş vurmaya ihtiyaç duyulmayacaktır. Birçok ayette belirtildiği üzere herkes dünyada yapıp ettiklerinin tek tek kayda geçirilmiş olduğunu görecek, günahkarların dilleri, elleri ve ayakları bu konuda tanıklık edecek, ayrıca 41. ayette ifade edildiği gibi günahkarlar simalarından tanınacaktır. İşin aslı böyle olmakla beraber, herkes kendi sevap ve günah durumuna göre haşrolunup hesap meydanına getirildikten sonra yargı süreci başlayacak; yüce Allah, bütün kullarının iyilik ve kötülüklerini eksiksiz kusursuz bilmesine rağmen adalet ve şefkatini ortaya koymak, her kulunun nasıl bir akıbeti hak ettiğini ona da gösterip onaylatmak üzere herkesi ince bir hesaptan, sorgulama ve yargılamadan geçirecektir (ayrıca bk. Hicr 15/92; Kasas 28/78; Saffat 37/24; Zemahşerî, IV, 53). 37. ayetin "gül kırmızısı bir yağ gibi olduğu zaman" diye çevrilen kısmı, "kızarmış yağ veya kırmızı deri yahut al kısrak gibi bir gül rengine büründüğü zaman" manalarında da anlaşılmıştır. Bu manalara göre yapılan benzetme göğün rengindeki değişmeyi anlatmış olur. Mealde bir ölçüde bu anlamlar da yansıtılmış olmakla beraber göğün yapısal değişmesiyle ilgili mana esas alınmıştır (bk. Taberî, XXVII, 141-142; İbn Atıyye, V, 231). Yine, güle yapılan benzetme genellikle renk değişikliği ve göğün kızıl bir renge bürünmesi olarak anlaşılmıştır. İbn Âşûr bunun göğün yarılmasındaki şiddeti ve pek çok parçaya ayrılacağını anlatan bir teşbih de olabileceği kanaatindedir (XXVII, 261).
Rahman Suresi 46-78. ayet
Rabbinin huzurundan korkan kimse için çifte cennet vardır.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
İkisinde de çeşit çeşit ve emsalsiz nimetler bulunur.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
İkisinde de akıp giden iki kaynak vardır.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
İkisinde de her meyveden farklı türler bulunur.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
(Cennettekiler) içleri atlasla dokunmuş sergiler üzerine kurulmuşlardır. Bu iki cennetin de meyveleri kolayca erişilebilecek yakınlıktadır.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
Oralarda eşinden başkasına bakmayan kadınlar vardır ki onlardan önce kendilerine ne bir insan ne de bir cin dokunmuştur.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
Sanki onlar yakut ve mercandır.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
İyiliğin karşılığı da ancak işte böyle iyiliktir.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
Bu ikisinden başka iki cennet daha vardır.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
İkisi de yemyeşil.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
İkisinde de gürül gürül akan iki su kaynağı bulunur.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
Her ikisinde türlü meyveler, hurma ve nar var.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
Oralarda, huyu güzel, yüzü güzel kadınlar var.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
Otağlarına kapanmış hûriler var.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
Onlardan önce kendilerine ne bir insan ne de bir cin dokunmuştur.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
Yeşil, harikulade güzel yastıklara yaslanmışlardır.
Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?
Azamet ve kerem sahibi rabbinin adı ne yücedir!
Kıyamet tasvirlerinden birine yer verilen 37. ayetin ardından insanlara ve cinlere günahları hakkında soru sorulmayacağı, günahkarların yaka paça cehenneme atılacakları ve inkar edip durdukları bu gerçeği iyice bellemeleri için cehennem ateşine sokulup çıkarılacakları, ama bunun bir ferahlama getirmeyeceği çünkü bu defa ateş yerine kaynar suyun içine düşecekleri belirtilmektedir. Şu var ki, 39. ayetteki "İşte o gün ... günahı hakkında soru sorulmaz" anlamındaki ifadeyi, "ahirette sorgu olmayacak" diye anlamamak gerekir. Zira birçok ayette burada çok kısa değinilen bu konuya ayrıntılı biçimde yer verilmiştir. Söz konusu açıklamalar ışığında bu ifadeyi şöyle anlamak uygun olur: Âhirette herkesin durumu öylesine kesin ve apaçık ortaya konacak ki kimsenin kendi ifade ve beyanına baş vurmaya ihtiyaç duyulmayacaktır. Birçok ayette belirtildiği üzere herkes dünyada yapıp ettiklerinin tek tek kayda geçirilmiş olduğunu görecek, günahkarların dilleri, elleri ve ayakları bu konuda tanıklık edecek, ayrıca 41. ayette ifade edildiği gibi günahkarlar simalarından tanınacaktır. İşin aslı böyle olmakla beraber, herkes kendi sevap ve günah durumuna göre haşrolunup hesap meydanına getirildikten sonra yargı süreci başlayacak; yüce Allah, bütün kullarının iyilik ve kötülüklerini eksiksiz kusursuz bilmesine rağmen adalet ve şefkatini ortaya koymak, her kulunun nasıl bir akıbeti hak ettiğini ona da gösterip onaylatmak üzere herkesi ince bir hesaptan, sorgulama ve yargılamadan geçirecektir (ayrıca bk. Hicr 15/92; Kasas 28/78; Saffat 37/24; Zemahşerî, IV, 53). 37. ayetin "gül kırmızısı bir yağ gibi olduğu zaman" diye çevrilen kısmı, "kızarmış yağ veya kırmızı deri yahut al kısrak gibi bir gül rengine büründüğü zaman" manalarında da anlaşılmıştır. Bu manalara göre yapılan benzetme göğün rengindeki değişmeyi anlatmış olur. Mealde bir ölçüde bu anlamlar da yansıtılmış olmakla beraber göğün yapısal değişmesiyle ilgili mana esas alınmıştır (bk. Taberî, XXVII, 141-142; İbn Atıyye, V, 231). Yine, güle yapılan benzetme genellikle renk değişikliği ve göğün kızıl bir renge bürünmesi olarak anlaşılmıştır. İbn Âşûr bunun göğün yarılmasındaki şiddeti ve pek çok parçaya ayrılacağını anlatan bir teşbih de olabileceği kanaatindedir (XXVII, 261).