8 Eylül, benim gerçekten çok değer verdiğim, belki bir eşi bu ülkeye bir daha gelmeyecek bir devlet ve millet adamının vefatının sene-i devriyesidir. Rahmetli Recep Yazıcıoğlu'nun ölümünün üzerinden tam 15 yıl geçmiş. 1948'de doğan Yazıcıoğlu, henüz genç denilecek bir yaşta, 55 yaşında elim bir kaza sonucu, 2003 yılında hayatını kaybetti. Kaza mıydı, suikast mıydı? Mesele tam aydınlatılamadı. Ancak şunu biliyoruz ki sıra dışı yaşayan, sıra dışı konuşan ve sıra dışı koşan adamların ölümleri de sıra dışı olur. İşte bu yüzden Yazıcıoğlu öldürüldü. Birileri sevmedi, sevemedi onu. Çünkü o ne NATO'cu derin güçlerin, ne kontrgerillanın, ne mafyanın, ne derin devletin, ne yavşaklaşmış din tüccarlarının, ne jakoben Kemalistlerin, ne tatlı su solcularının ne de cıvık liboşların adamıydı. Yazıcıoğlu halkın, milletin adamıydı. Muhsin Yazıcıoğlu gibi, Adnan Kahveci gibi…
Yazıcıoğlu halkın adamıydı, halkın valisiydi ama asla halk yalakalığı yapmadı. Gerektiğinde içinde yaşadığı toplumun çelişkilerini de tatlı bir üslupla eleştirmeyi bildi. Halk düşmanlığı yapmadı ama halka dalkavukluk da yapmadı. Halkına dalkavukluk yapacak olsaydı siyasetçi olurdu. O siyasetçi olmayı değil, sıra dışı bir profil çizerek hizmetkar bir bürokrat olmayı tercih etti. İçinde yaşadığı toplumun çelişkilerinden başka içinde yaşadığı müesses düzenin ve rejimin de yanlışlarını eleştirdi. Yukarıdancı, jakoben, otoriter, laikçi rejimi konuşmalarında yerden yere vurdu. Onun için ülkede bunlar üzerinden kendisine iktidar ve itibar kuran baronlar tarafından sevilmedi. Ankara'daki bürokratik oligarşi ise Yazıcıoğlu'nu müesses devlet düzenini ve beceriksiz temsilcilerini beğenmediği için sevmiyordu. Yazıcıoğlu sadece bürokratik oligarşik yapıyı değil bu yapıyı temsil eden ve bu yapının devamı için çalışan halk düşmanlarını da sevmiyordu. Doğal olarak, sevmediği için de sevilmiyordu. Olsun sevilmesindi. Ama asla ilkelerinden, adamlığından, duruşundan taviz vermeyecekti. Kendi ayaklarının üzerinde, doğru bildiği yolda, kendisi gibi kalarak, başkalarının gölgesine sığınmadan bu hayatı tek başına idame ettirecek ve tek başına hayata gözlerini yumacaktı. Öyle de oldu. Arkasından, samimiyetle göz yaşı döken kalabalıklar çok sevdiği ülkesinin çeşitli yerlerinde hizmet ettiği vatandaşlar ve akrabaları oldu. Eğer Yazıcıoğlu, daha normal ve daha aklı başında insanların yönettiği başka bir ülkede yaşayıp ölmüş olsaydı emin olun ya Taksim Meydanı ya da Kızılay Meydanı gibi bir meydana kesinlikle heykeli dikilirdi. Ama bu ülke ne yazık ki şahsiyet sahibi, sıra dışı, projeci, halkçı, dayanışmacı, özeleştiriyi seven insanları sevmez. Maalesef bu topraklar Ankara'da devletçilik oynayan üç beş maymun bürokratın, köşe dönmeci, şark kurnazı, sahtekar, kan emici üç beş para babasının, halk dalkavuğu ve kifayetsiz üç beş siyasetçinin, ilmi namusu olmayan, ilim ve bilim adına türlü filim çeviren bilim şarlatanlarının, din adına kendisine yaldızlı köşkler bina ederek dini ticarete ve siyasete alet eden sahtekarların elinden çok çekmiştir. İşte Yazıcıoğlu ve O'nun gibiler bütün bu sahtekarlara ve şarlatanlara itiraz ettikleri için sevilmediler. Bu düzen değişmeli diyen birisini kim sever? Rüşvetle iş gördürmeye alışmış, ancak partizanlıkla para kazanabilen, dalkavukluğu, el pençe divan durup birilerinin önünde bükülüp eğilmeyi kendisine adet edinmiş, köşe dönmeci, şark kurnazı, sözde milliyetçi, özde manda tutkunu, vatanseverliği sadece marş okumaktan ibaret sayan bir toplum ve onu yönetenler niçin sevecekti Yazıcıoğlu gibi adamları? Tabi bunu söylerken bir genelleme yaparak toplumun tamamını aynı kefeye koymak mümkün değildir. Ancak kahır ekseriyetimizin torpile, yandaşlığa, rüşvete, dalkavukluğa, köşe dönmeciliğe, kolay kazanca, kolay makama göz kırptığı bir sosyal ve siyasal ortamda hiç de azımsanmayacak, üstelik eğitimli bir kalabalığın bu yolda olduğunu kim inkar edebilir? Rahmetli Yazıcıoğlu'nun en sevdiğim yönü gerçekçi olması ve doğru bildiğini faş etmekten korkmamasıydı. Bu ülkede O'nun gibi üç adam daha yetişseydi belki ülkenin kaderi değişirdi. Kurulu nizamın yerine daha adil, daha insancıl, daha paylaşımcı, daha şeffaf, daha katılımcı ve daha güçlü bir sistemin kurulması için umudumuz daha fazla olacaktı. Maalesef bugünün siyasetçisi ve bürokrasisi sistemin cari açıklarından beslenerek buraya kadar geldi, gelebildi. Sistemdeki açıkların arkasından dolanarak bu noktaya kadar gelenlerin bundan sonraki süreçte nereye yürüyeceklerini zaman gösterecek. Yazıcıoğlu'nun fikriyatı diri tutulabilseydi belki daha fazla mesafe kat etmemiz mümkün olacaktı. Ancak bu mümkün olamadı, olmadı. Sağlık olsun. Diliyorum ki Rahmetli Yazıcıoğlu gibi iş bilir, cesur ve gerçekçi insanlar bu ülkede vali, doktor, kaymakam, milletvekili, bakan, başkan ve müdür olsunlar. Bizim her kademede böyle ön açıcı insanlara ihtiyacımız var. Bugün Ankara Dükalığı'nın meşin koltuklarında gününü gün eden bazı kifayetsiz muhterislere kulaklarına küpe olması temennisiyle rahmetlinin bazı sözlerini aşağıya alıntılıyorum:
"Bizim yetişme tarzımızda, eğitim sistemimizde yasakçı bir anlayışı var. Tartışma, sorgulama, araştırma ve eleştiri yok. Ezilmiş, bozulmuş, yasaklanmış, kalıplara sokulmuş, siyah beyaz dediğimiz mutlak doğrularla yatıp kalkan bir kültür, eğitim sistemimiz var. Biz halk olarak mutlak doğrulara teslim olmuşuz. Halbuki ne sosyal alanda, ne teknik alanda mutlak doğru yoktur."
"Ülkenin dirliği" hep menfaatlere çalışıyor. Kim bu ülkenin dirliğini savunanlar, bir düşünmek gerekiyor."
"Devletin kutsalı olmaz. Kutsal olan insandır, millettir, duygudur. Üç-beş kişinin bir araya gelip kurduğu yönetim organizasyonunun adı olan devletin nesi kutsal?"
"Türkiye'de genel müdürlükler kendi kozasını örmüş devlet içinde birer dükalıktır. Bunların bir bayrakları eksik. Bunlara bir de bayrak verilirse dükalık oldukları açıkça görülecektir. Fakat, Allah'tan kanunlar engel olduğundan bunu yapamıyorlar.
"Devlet kademesinde yükselmenin üç yolu olduğunu vurgulayarak, Valilik abartılmamalı. Her görev önemlidir. Önemli olan geldiğin konumun yükseklik derecesi değil, yaptığın iş ne olursa olsun onun en iyisini yapmaktır. Ben de işimi yapmaya çalışıyorum"
"Kim "kutsal devlet" diyorsa, kutsal değerlere küfrediyordur."
İşte rahmetli Yazıcıoğlu böyle bir adamdı. Bugünün adamlarına ithaf olunur. Kalın selametle…