KİMi NE KADAR VE NASIL SEVMELİ?
Sevgi ahlakın da göstergesidir. 'En güçlüye' aşık olan bir toplumda ahlaktan, erdemden bahsetmek! 'Sevginin' ve 'Sevilenin' güce endeksli olduğu bir toplumda sevgiden söz etmek!
"Sevgi benim dinim ve imanımdır" diyen İbnü'l- Arabî, evrenin var oluş sebebini de sevgi/muhabbet olarak görmüştür… Sevgi gerçekten önemlidir. Fakat kimi sevmeli, neyi sevmeli insan? Kim, kimi ne kadar ve nasıl sevilmeli? Nasıl sevmeliyiz? Bunun ölçüsü nedir, ne olmalıdır?
De ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah'tan, peygamberinden ve onun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin! 9/24"
Babanı, çocuklarını, kardeşini, eşini, aşiretini (taraftarını), malını ve ticaretini seveceksin ama Allah'ı daha çok… Bunun tersi olmayacak. Yani; Allah'ı da seveceksin ama babanı, çocuklarını, kardeşini, eşini, aşiretini (taraftarını), malını ve ticaretini O'ndan daha çok seveceksin, işte bu olmaz… Böylesi bir sevginin Allah katında değeri yoktur…
"İnsanlar arasında Allah'ı bırakıp da ona ortak koşanlar vardır. Onları, Allah'ı severcesine severler. Mü'minlerin Allah'a olan sevgisi -onlarınkinden- daha güçlü bir sevgidir. 2/165" Böyle olmalı…
Evet, kim kimi ne kadar ve niçin seviyor? Kafirler, Müşrikler ve münafıklar, Allah dışındaki şeyleri, Allah'ı severcesine severler. Ama Allah'ın tanımıyla; Mü'min olanların, Allah'a olan sevgisi onlarınkinden daha güçlü bir sevgidir". Yani; mü'minlerin Allah'a olan sevgileri her şeyin sevgisinin üstünde bir sevgidir, böyle olması gerekir. Başka bir ifade ile Allah'a karşı olan sevgimiz ne derecede ise ona ve dinine karşı vefa ve fedakarlığımız da o derecedir. Ve bu fedakarlık ve vefa ne derecede ise imanımız da o seviyededir.
Peki, Allah'ın sevilmeye ihtiyacı var mıdır?
Allah'ın sevilmeye ihtiyacı yok ama bizim, O'nu severek insanları da sevmeyi öğrenmeye ihtiyacımız var. Benim dinden algıladığım sevgidir. Zaten başka bir iddiam da yok. Bir inancı yaşamadan başkasına empoze etmekten de haya ederim.
"Resulullah (s.a.s.): "Ruhlar toplu cemaatlerdir (Âlem-i Ervahta) birbirleriyle tanışanlar birbirilerini severler, tanışmayanlar ise birbirleri ile (dostluk) etmezler." buyurmuştur.
Bu bağlamda, bir bakıma sevmek cismin elinde değildir ve cismani de değildir. Yani sevmek cisim işi değildir.
Allah'a olan sevgimiz nasıl?
Kendi nefsimize dönüp bu soruyu yönelttiğimizde acaba cevap ne olacaktır? Cevap vermekten ziyade kendimize bu soruyu soracak yüreğe sahip miyiz? Öylesi bir imana sahip miyiz?
Sevgimiz korkuya mı dayalı, yoksa 'En güçlüye' mi aşığız… Zalim dahi olsa 'En güçlüye' mi aşığız? Peki, bu sevgi midir?
Hz. Hüseyin güçlü olsaydı, Yezid'in yanında saf tutanlar yine Yezid'in saffında olacaklar mıydı? Ve Kerbela denilen yer, tarihte bu kadar yer tutar mıydı? Gelin yeni Kerbelalar oluşturmayalım… Peygamberimizin (s.a.s.) Medine'ye yerleştikten sonra, Hilful-Fudul hakkında söylediklerini ve Medine vesikasını hatırlayın!
Mü'minlerin Allah'ı sevmesi… Müşriklerin sevgisi…
Allah'a olan sevgimizin olup olmadığının göstergesi nedir? Nasıl belli olacak bu sevgi? Malını Allah yolunda vermede, canlarını Allah uğrunda feda etmede belli olur... Güçlü zalimlere bakmaksızın, onların ne diyeceğini ve nasıl bir karşılık vereceğini hesaba katmaksızın; haktan yana taraf olabilmede belli olur… Hz. Musa'ya (a.s) iman eden sihirbazları anımsayın… Firavun, "Ben size izin vermeden ona inandınız ha?... Yakında göreceksiniz siz! Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi asacağım" dediğinde sihirbazlar, "Şöyle dediler: 'Zararı yok, mutlaka Rabbimize döneceğiz.' 26/50"Şayet bizler de böyle değilsek, imanımız şu saydıklarımızda bu dereceye varamamışsa; kendimizi ve imanımızı gözden geçirmeliyiz…
Yani: imanınız için bedel veremiyorsanız veya bedel vermeyi göze alamıyorsanız, kendinizi ve imanınızı gözden geçirmenin zamanı gelmiş demektir. İmanınız için bedel vermeyi göze almak…
Allah, kendi sevgisinin ölçü ve alametini; Resulullah'a uymak ve onun emirlerine itaat etmek olarak belirlemiştir. "Deki (ey Müslümanlar), eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ve itaat edin ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin...3/31" Resulullah'ın (s.a.s.) zamanında ona itaat etmek, Allah sevgisinin alameti ise, Resulullah'ın vefatından sonra da onun sünnetine uymak, Allah sevgisinin gerçek ölçüsüdür.
Her şeyden önce bilinmelidir ki, iman; sevgi ürünüdür. Yani: inanmak; sevmek demektir. Bu yakin ne kadar güçlü ve şiddetli olursa, Allah sevgisi ve aşkı da o kadar güçlü olur. Peygamberimizin (s.a.s.) ölüm döşeğine girmeyi göze alan Hz. Ali'nin (r.a) şu cümlesine dikkat edin: "Rabbim! Eğer beni cehenneme götürürsen, azap ateşinin hararetine dayansam bile, senden ayrılmaya nasıl dayanırım!"
Evet, hangi sevgilinin seni neye ve nereye ulaştıracağı çok mühimdir. Bu bağlamda kişi, kimi seveceğini de iyi seçmeli. Yarini, yarenini seçerken seçici olmalı. Bu yolda kınayanların kınamasından korkmamalı... Onu hep övmeli ve bundan utanmamalı... Bunun için de utanılmayacak bir yar bulmalı... Hatta öyle bir hal almalı ki, yarini överken kendini övüyormuş gibi davranmalı... Kendini yarinin gölgesine hapsetmeli...Onun yüceltilmesinde kendi yüceliğini hissetmeli... Sultan ne denli yüce ise hizmetçisinin değerinin de o denli büyük olacağını bilmeli... Onun için kapısında hizmetçi olacağı kişiyi/zatı iyi seçmeli... Sonrası kolay...
Kulluk(ibadet), sevgiye dayalı imanın tezahürüdür, dışa vurmasıdır. Bir hadis-i şerifte belirtildiği gibi; "İmanın tadına, Allah ve Resulünü, her şeyden fazla sevmekle ulaşılır". Peygamberimiz (s.a.s) "Hz. Davut'un (a.s.) duasından birisinin şöyle olduğunu ifade ediyor:"Allah'ım, senden senin sevgini ve seni sevenleri sevmeyi ve senin sevgine beni ulaştıracak amelleri dilerim. Allah'ım, senin sevgini, nefsimden çoluk çocuğumdan ve soğuk sudan daha sevgili kıl." Bir insanın sevdiğini sık -sık anmasından daha olağan ne olabilir? Mü'minler, Allah'ı her şeyden daha çok severler. Allah'ı sevenler, O'nu her zaman anarlar. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyruluyor: "Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her zaman) Allah'ı anarlar… 3/191"
Enes b.Malik (r.a) anlatıyor: Bir defa Peygamberimizle birlikte Mescitten çıkıyorduk. Mescidin kapısında karşımıza bir adam çıktı ve: – Ey Allah'ın Resulü, kıyamet ne zaman kopacak? Diye sordu. Peygamberimiz: – "Sen kıyamet için ne hazırladın?" Buyurdu.
Adam: – Ey Allah'ın Resulü, ben kıyamet için çok namaz, oruç ve sadaka hazırlamadım, ancak ben Allah'ı ve Peygamberini severim, dedi.
Bunun üzerine Peygamberimiz: – "O halde sen sevdiklerinle beraber olacaksın", buyurdu.
"Rabbim! Bana zindan, onların davet ettikleri işten daha sevimlidir (iyidir). 12/33" bu denli olmalıdır sevgi. Bizler de sevdiklerimizin yolundan ayrılmamak adına zindanı tercih edebilir miyiz acaba?Dahası, haklı oldukları halde güçsüz onlardan taraf olabiliyor muyuz, zayıf olanları sevebiliyor muyuz? Allah'ı sevmek; zalimleri değil, mazlumları sevmek demektir. Zira sevilenin sevgilisi de sevilir. Sevileni seven de sevilir.
Böylesi bir sevgiye sahip olan mü'minler, karşılarında Allah'ın sevgisini bulacaklardır. Sevgiye dayalı bir iman ve ibadet hayatının insanı, ilahi sevgiye kavuşturacağı açıktır. Bu ise, kulluk halinde sultanlık demektir. Zira sonu Allah'ın hoşnutluğudur. "Rableri katında onların mükafatı, içlerinden ırmaklar akan, içlerinde ebedi kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuştur… 97/8". Ve sanırım böylesi bir hayatı yaşamanın çaresi de; süratle Muhammedî bir şuur ile tevhide ulaşmakla mümkün olacaktır.
Rahman'ın böylesi bir şuuru ihsan etmesi dileğiyle…
MENKIBE
BEN HİÇİM...!
Devrin valisi emrindeki yöneticiler ile atının üstünde şatafat içinde girer şehre...
Yol kenarlarında insanlar iki büklüm el pençe divan selamlarlar valiyi...
Bütün bu şatafatlı itaat gösterileri arasında valinin gözleri, bir sokağın köşesinde yere çökmüş olan ve etrafındaki hiçbir şey ile ilgilenmeyen bir dervişe takılır...
Vali, perişan kılıklı, saçı sakalına karışmış bu adamın olduğu yere sürer atını...
Atının üstünden inmeden, vakur ve sert bir ses tonu ile bağırır adama:
- "Be hey adam, herkes benim şehre gelişimi el pençe karşılarken sen kimsin ki yerinden bile kıpırdamıyorsun, benim kim olduğumu bilmiyor musun?
Perişan kılıklı adam istifini hiç bozmadan, sakallarının ve uzun saçlarının arasından beli belirsiz gözüken gözlerini valiye çevirerek:
- "Ben de hiçim" der...
Vali daha da hiddetlenir,
- "Ne demek hiç, senin bir adın, şanın ünvanın yok mu bre adam" der...
- "Senin var mı? Der bu kez derviş...
Vali iyice şaşırır ama cevaplar, "Gafil adam, ben valiyim".
Adam aynı ses tonu ile sorar yine...
- "Peki daha sonra ne olacaksın?"
- "Sadrazam olacağım." der vali...
- "Peki daha sonra?"
- "Padişah olacağım..."
- "Peki ya daha sonra?"
Kısa bir an duraksar vali ve;
- "Hiç" der...
"İşte ben, o hiçim" ve o yüzden ayağa kalkmadım dercesine: Sadece gülümser perişan kılıklı adam...
KAVRAM TERİM KÖŞESİ
İTİKAD
Sözlükte; "İnanmak, doğruluğuna kalben kararlı olmak, gönülden tasdik ederek inanmak ve zihnin kesin olarak hüküm verdiği şey" anlamına gelir.
Kelam ilminin ortaya çıkmasından sonra iman konularıyla ilgili olarak itikad kavramı daha fazla kullanılmıştır. Nitekim İslam dininin ihtiva ettiği konularla ilgili genel sınıflandırma yapılırken, itikad, ibadet, ahlak ve muamelat olarak açıklanmıştır. Buna göre itikad; iman esasları ve buna ilişkin tasdik, inkar, küfür vb. hususların detaylı bir biçimde tartışılmasını sağlayan alandır.
BİR AYET BİR HADİS
Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: "Onlar, Allah'a verdikleri sözü yerine getiren ve sözleşmeyi bozmayanlardır." RAD 13/20.
Resul-î Ekrem'in (s.a.s.) şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Ramazan ayında oruç tutmayı farz bilip, sevabını da Allah'tan bekleyerek oruç tutanın günahları affolur." (Buhari)
GÜNÜN SÖZÜ
Özgürlüğü tatmayanlar, onun için bedel vermeyi de göze alamazlar. (M. Burhan HEDBİ)