Trend

Sad suresinin okunuşu

Sad suresi hidayet rehberimiz Kuranı Kerimin 38. suresidir. Sad suresi 88 ayeti kerimedir. Sad suresi Mekke döneminde nazil olmuştur. Sad suresinde müşriklerin bozuk yolda oldukları anlatılmaktadır. İşte Sad suresi okunuşu...

Sad suresi hidayet rehberimiz Kuranı Kerimin 38. suresidir. Sad suresi 88 ayeti kerimedir. Sad suresi Mekke döneminde nazil olmuştur. Sad suresinde müşriklerin bozuk yolda oldukları anlatılmaktadır. İşte Sad suresi okunuşu...

Kur'an-ı kerîmin otuz sekizinci sûresi, Kamer sûresinden sonra, A'raf sûresinden önce inmiştir. Sad sûresi Mekke'de nazil oldu (indi). Seksen sekiz ayet-i kerîmedir. Sad harfi ile başladığı için sûreye Sûret-üs-Sad denilmiştir. Sûrede; müşriklerin (puta tapanların) bozuk yolda oldukları, Nûh, Salih, Hûd, Şuayb, Davûd, Süleyman, Eyyûb, İbrahim, İshak, Ya'kûb, İsmail, İlyas, Zülkifl ve Âdem aleyhimüsselamın kıssaları, hak yolda peygamberlerin çektikleri eziyetler ve sonunda nusret-i ilahiyyeye (Allahü tealanın yardımına) kavuştukları bildirilmektedir. (İbn-i Abbas, Razî, Kurtubî)

SAD SURESİNİN TÜRKÇE VE ARAPÇA OKUNUŞU İLE MEALİ

Sad 1 (Mealleri Karşılaştır): Sad, vel kur'ani zîz zikr(zikri).
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ صٓ ۚ وَٱلْقُرْءَانِ ذِى ٱلذِّكْرِ
Sad. O şanlı, şerefli Kur'an'a andolsun (ki o, Allah sözüdür).

Sad 2 (Mealleri Karşılaştır): Belillezîne keferû fî ızzetin ve şikak(şikakın).
بَلِ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ فِى عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ
Fakat inkar edenler bir büyüklenme ve ayrılık içindedirler.

Sad 3 (Mealleri Karşılaştır): Kem ehlekna min kablihim min karnin fe nadev ve late hîne menas(menasin).
كَمْ أَهْلَكْنَا مِن قَبْلِهِم مِّن قَرْنٍ فَنَادَوا۟ وَّلَاتَ حِينَ مَنَاصٍ
Biz onlardan önce nice nesilleri helak ettik. Onlar da feryat ettiler, ama artık kurtuluş zamanı değildi.

Sad 4 (Mealleri Karşılaştır): Ve acibû en caehum munzirun minhum ve kalel kafirûne haza sahırun kezzab(kezzabun).
وَعَجِبُوٓا۟ أَن جَآءَهُم مُّنذِرٌ مِّنْهُمْ ۖ وَقَالَ ٱلْكَٰفِرُونَ هَٰذَا سَٰحِرٌ كَذَّابٌ
Kafirler, kendilerine içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaştılar ve şöyle dediler: "Bu, yalancı bir sihirbazdır."

Sad 5 (Mealleri Karşılaştır): E cealel alihete ilahen vahıda(vahıden), inne haza le şey'un ucab(ucabun).
أَجَعَلَ ٱلْءَالِهَةَ إِلَٰهًا وَٰحِدًا ۖ إِنَّ هَٰذَا لَشَىْءٌ عُجَابٌ
"İlahları bir tek ilah mı yaptı? Gerçekten bu çok tuhaf bir şey!"

Sad 6 (Mealleri Karşılaştır): Ventalekal meleu minhum enimşû vasbirû ala alihetikum inne haza le şey'un yurad(yuradu).
وَٱنطَلَقَ ٱلْمَلَأُ مِنْهُمْ أَنِ ٱمْشُوا۟ وَٱصْبِرُوا۟ عَلَىٰٓ ءَالِهَتِكُمْ ۖ إِنَّ هَٰذَا لَشَىْءٌ يُرَادُ
(6-8) İçlerinden ileri gelenler, "Gidin, ilahlarınıza tapmaya devam edin. İşte bu istenen şeydir. Biz bunu son dinde (en son dinî inanışlarda) duymadık. Bu ancak bir uydurmadır. O zikir (Kur'an) içimizden ona mı indirildi?" diyerek kalkıp gittiler. Hayır, onlar benim Zikrimden (Kur'an'dan) şüphe içindedirler. Hayır, henüz azabımı tatmadılar.

Sad 7 (Mealleri Karşılaştır): Ma semi'na bi haza fîl milletil ahıreh(ahıreti), in haza illahtilak(illahtilakun).
مَا سَمِعْنَا بِهَٰذَا فِى ٱلْمِلَّةِ ٱلْءَاخِرَةِ إِنْ هَٰذَآ إِلَّا ٱخْتِلَٰقٌ
(6-8) İçlerinden ileri gelenler, "Gidin, ilahlarınıza tapmaya devam edin. İşte bu istenen şeydir. Biz bunu son dinde (en son dinî inanışlarda) duymadık. Bu ancak bir uydurmadır. O zikir (Kur'an) içimizden ona mı indirildi?" diyerek kalkıp gittiler. Hayır, onlar benim Zikrimden (Kur'an'dan) şüphe içindedirler. Hayır, henüz azabımı tatmadılar.

Sad 8 (Mealleri Karşılaştır): E unzile aleyhiz zikru min beynina, bel hum fî şekkin min zikrî, bel lemma yezûkû azab(azabi).
أَءُنزِلَ عَلَيْهِ ٱلذِّكْرُ مِنۢ بَيْنِنَا ۚ بَلْ هُمْ فِى شَكٍّ مِّن ذِكْرِى ۖ بَل لَّمَّا يَذُوقُوا۟ عَذَابِ
(6-8) İçlerinden ileri gelenler, "Gidin, ilahlarınıza tapmaya devam edin. İşte bu istenen şeydir. Biz bunu son dinde (en son dinî inanışlarda) duymadık. Bu ancak bir uydurmadır. O zikir (Kur'an) içimizden ona mı indirildi?" diyerek kalkıp gittiler. Hayır, onlar benim Zikrimden (Kur'an'dan) şüphe içindedirler. Hayır, henüz azabımı tatmadılar.

Sad 9 (Mealleri Karşılaştır): Em indehum hazainu rahmeti rabbikel azîzil vehhab(vehhabi).
أَمْ عِندَهُمْ خَزَآئِنُ رَحْمَةِ رَبِّكَ ٱلْعَزِيزِ ٱلْوَهَّابِ
Yoksa mutlak güç sahibi ve çok bağışlayan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır?

Sad 10 (Mealleri Karşılaştır): Em lehum mulkus semavati vel ardı ve ma beynehuma, felyertekû fîl esbab(esbabi).
أَمْ لَهُم مُّلْكُ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا ۖ فَلْيَرْتَقُوا۟ فِى ٱلْأَسْبَٰبِ
Yoksa göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin hükümranlığı onların mıdır? Öyle ise sebeplere yapışarak yükselsinler (bakalım!)

Sad 11 (Mealleri Karşılaştır): Cundun ma hunalike mehzûmun minel ahzab(ahzabi).
جُندٌ مَّا هُنَالِكَ مَهْزُومٌ مِّنَ ٱلْأَحْزَابِ
Onlar, çeşitli gruplardan oluşmuş ve şuracıkta bozguna uğrayacak derme çatma bir ordudur.

Sad 12 (Mealleri Karşılaştır): Kezzebet kablehum kavmu nûhın ve adun ve fir'avnu zul evtadi.
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ ذُو ٱلْأَوْتَادِ
(12-13) Onlardan önce de Nûh kavmi, Âd kavmi, kazıklar sahibi Firavun, Semûd kavmi, Lût kavmi ve Eyke halkı da Peygamberleri yalanlamışlardı. İşte onlar da (böyle) gruplardı.

Sad 13 (Mealleri Karşılaştır): Ve semûdu ve kavmu lûtın ve ashabul eykeh(eyketi), ulaikel ahzab(ahzabu).
وَثَمُودُ وَقَوْمُ لُوطٍ وَأَصْحَٰبُ لْـَٔيْكَةِ ۚ أُو۟لَٰٓئِكَ ٱلْأَحْزَابُ
(12-13) Onlardan önce de Nûh kavmi, Âd kavmi, kazıklar sahibi Firavun, Semûd kavmi, Lût kavmi ve Eyke halkı da Peygamberleri yalanlamışlardı. İşte onlar da (böyle) gruplardı.

Sad 14 (Mealleri Karşılaştır): İn kullun illa kezzeber rusule fe hakka ıkab(ıkabi).
إِن كُلٌّ إِلَّا كَذَّبَ ٱلرُّسُلَ فَحَقَّ عِقَابِ
(O grupların) her biri peygamberleri yalanladı da onları cezalandırmam hak oldu.

Sad 15 (Mealleri Karşılaştır): Ve ma yanzuru haulai illa sayhaten vahıdeten ma leha min fevak(fevakın).
وَمَا يَنظُرُ هَٰٓؤُلَآءِ إِلَّا صَيْحَةً وَٰحِدَةً مَّا لَهَا مِن فَوَاقٍ
Bunlar da (müşrikler de) ancak (vakti gelince) asla geri kalmayacak korkunç bir ses bekliyorlar.

Sad 16 (Mealleri Karşılaştır): Ve kalû rabbena accil lena kıttana kable yevmil hisab(hisabi).
وَقَالُوا۟ رَبَّنَا عَجِّل لَّنَا قِطَّنَا قَبْلَ يَوْمِ ٱلْحِسَابِ
Müşrikler (alay ederek) şöyle dediler: "Ey Rabbimiz! Hesap gününden önce payımızı hemen ver!"

Sad 17 (Mealleri Karşılaştır): Isbır ala ma yekûlûne vezkur abdena davûde zel eyd(eydi), innehû evvab(evvabun).
ٱصْبِرْ عَلَىٰ مَا يَقُولُونَ وَٱذْكُرْ عَبْدَنَا دَاوُۥدَ ذَا ٱلْأَيْدِ ۖ إِنَّهُۥٓ أَوَّابٌ
Ey Muhammed! Onların söylediklerine karşı sabret. Güçlü kulumuz Davûd'u hatırla. O, Allah'a çok yönelen bir kimse idi.

Sad 18 (Mealleri Karşılaştır): İnna sahharnel cibale meahu yusebbıhne bil aşiyyi vel işrak(işrakı).
إِنَّا سَخَّرْنَا ٱلْجِبَالَ مَعَهُۥ يُسَبِّحْنَ بِٱلْعَشِىِّ وَٱلْإِشْرَاقِ
(18-19) Kendisiyle birlikte tesbih etsinler diye biz, dağları ve toplanıp gelen kuşları Davûd'un emrine verdik. Onların her biri Allah'a yönelmişlerdi.

Sad 19 (Mealleri Karşılaştır): Vet tayre mahşûreh(mahşûreten), kullun lehû evvab(evvabun).
وَٱلطَّيْرَ مَحْشُورَةً ۖ كُلٌّ لَّهُۥٓ أَوَّابٌ
(18-19) Kendisiyle birlikte tesbih etsinler diye biz, dağları ve toplanıp gelen kuşları Davûd'un emrine verdik. Onların her biri Allah'a yönelmişlerdi.

Sad 20 (Mealleri Karşılaştır): Ve şededna mulkehu ve ateynahul hikmete ve faslel hıtab(hıtabi).
وَشَدَدْنَا مُلْكَهُۥ وَءَاتَيْنَٰهُ ٱلْحِكْمَةَ وَفَصْلَ ٱلْخِطَابِ
Biz Davud'un mülkünü güçlendirdik, ona hikmet ve hakla batılı ayıran söz (hüküm verme) yeteneği verdik.

Sad 21 (Mealleri Karşılaştır): Ve hel etake nebeul hasm(hasmi), iz tesevverûl mihrab(mihrabe).
۞ وَهَلْ أَتَىٰكَ نَبَؤُا۟ ٱلْخَصْمِ إِذْ تَسَوَّرُوا۟ ٱلْمِحْرَابَ
Sana davacıların haberi geldi mi? Hani onlar duvarı aşarak mabede girmişlerdi.

Sad 22 (Mealleri Karşılaştır): İz dehalû ala davûde fe fezia minhum kalû la tehaf, hasmani bega ba'duna ala ba'dın fahkum beynena bil hakkı ve la tuştıt vehdina ila sevais sırat(sıratı).
إِذْ دَخَلُوا۟ عَلَىٰ دَاوُۥدَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ ۖ قَالُوا۟ لَا تَخَفْ ۖ خَصْمَانِ بَغَىٰ بَعْضُنَا عَلَىٰ بَعْضٍ فَٱحْكُم بَيْنَنَا بِٱلْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَٱهْدِنَآ إِلَىٰ سَوَآءِ ٱلصِّرَٰطِ
Hani Davûd'un yanına girmişlerdi de Davûd onlardan korkmuştu. Onlar, "Korkma! Biz, iki davacı grubuz. Birimiz diğerine haksızlık etmiştir. Aramızda adaletle hükmet. Zulmetme ve bizi hak yola ilet" dediler.

Sad 23 (Mealleri Karşılaştır): İnne haza ahî lehu tis'un ve tis'ûne na'ceten ve liye na'cetun vahidetun fe kale ekfilnîha ve azzenî fîl hıtab(hıtabi).
إِنَّ هَٰذَآ أَخِى لَهُۥ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِىَ نَعْجَةٌ وَٰحِدَةٌ فَقَالَ أَكْفِلْنِيهَا وَعَزَّنِى فِى ٱلْخِطَابِ
İçlerinden biri şöyle dedi: "Bu benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benim ise bir tek koyunum var. Böyle iken 'Onu da bana ver' dedi ve tartışmada beni bastırdı."

Sad 24 (Mealleri Karşılaştır): Kale lekad zalemeke bi suali na'cetike ila niacih(niacihî), ve inne kesîren minel huletai le yebgî ba'duhum ala ba'dın illellezîne amenû ve amilûs salihati ve kalîlun ma hum, ve zanne davûdu ennema fetennahu festagfere rabbehu ve harre rakian ve enab(enabe). (SECDE ÂYETİ)
قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ إِلَىٰ نِعَاجِهِۦ ۖ وَإِنَّ كَثِيرًا مِّنَ ٱلْخُلَطَآءِ لَيَبْغِى بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ إِلَّا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ وَعَمِلُوا۟ ٱلصَّٰلِحَٰتِ وَقَلِيلٌ مَّا هُمْ ۗ وَظَنَّ دَاوُۥدُ أَنَّمَا فَتَنَّٰهُ فَٱسْتَغْفَرَ رَبَّهُۥ وَخَرَّ رَاكِعًا وَأَنَابَ ۩
Davud dedi ki: "Andolsun, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemek suretiyle sana zulmetmiştir. Esasen ortakların pek çoğu birbirine haksızlık eder. Ancak iman edip salih ameller işleyenler başka. Onlar da pek azdır." Davûd, bizim kendisini imtihan ettiğimizi anladı. Derken Rabbinden bağışlama diledi, eğilerek secdeye kapandı ve Allah'a yöneldi.

Sad 25 (Mealleri Karşılaştır): Fe gaferna lehu zalik(zalike), ve inne lehu indena le zulfa ve husne meab(meabin).
فَغَفَرْنَا لَهُۥ ذَٰلِكَ ۖ وَإِنَّ لَهُۥ عِندَنَا لَزُلْفَىٰ وَحُسْنَ مَـَٔابٍ
Biz de bunu ona bağışladık. Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır.

Sad 26 (Mealleri Karşılaştır): Ya davûdu inna cealnake halîfeten fîl ardı fahkum beynen nasi bil hakkı ve la tettebiil heva fe yudılleke an sebîlillah(sebîlillahi), innellezîne yadıllûne an sebîlillahi lehum azabun şedîdun bi ma nesû yevmel hisab(hisabi).
يَٰدَاوُۥدُ إِنَّا جَعَلْنَٰكَ خَلِيفَةً فِى ٱلْأَرْضِ فَٱحْكُم بَيْنَ ٱلنَّاسِ بِٱلْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ ٱلْهَوَىٰ فَيُضِلَّكَ عَن سَبِيلِ ٱللَّهِ ۚ إِنَّ ٱلَّذِينَ يَضِلُّونَ عَن سَبِيلِ ٱللَّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌۢ بِمَا نَسُوا۟ يَوْمَ ٱلْحِسَابِ
Ona dedik ki: "Ey Davûd! Gerçekten biz seni yeryüzünde halife yaptık. İnsanlar arasında hak ile hüküm ver. Nefis arzusuna uyma, yoksa seni Allah'ın yolundan saptırır. Allah'ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir azap vardır."

Sad 27 (Mealleri Karşılaştır): Ve ma halaknes semae vel arda ve ma beynehuma batıla(batılen), zalike zannullezîne keferû, fe veylun lillezîne keferû minen nar(nari).
وَمَا خَلَقْنَا ٱلسَّمَآءَ وَٱلْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا بَٰطِلًا ۚ ذَٰلِكَ ظَنُّ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ ۚ فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ كَفَرُوا۟ مِنَ ٱلنَّارِ
Biz göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık. Bu (yaratılanların boş yere yaratıldığı iddiası) inkar edenlerin zannıdır. Cehennem ateşinden dolayı vay inkar edenlerin haline!

Sad 28 (Mealleri Karşılaştır): Em nec'alullezîne amenû ve amilûs salihati kel mufsidîne fîl ardı em nec'alul muttekîne kel fuccar(fuccari).
أَمْ نَجْعَلُ ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ وَعَمِلُوا۟ ٱلصَّٰلِحَٰتِ كَٱلْمُفْسِدِينَ فِى ٱلْأَرْضِ أَمْ نَجْعَلُ ٱلْمُتَّقِينَ كَٱلْفُجَّارِ
Yoksa biz iman edip salih ameller işleyenleri, yeryüzünde fesat çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yoksa Allah'a karşı gelmekten sakınanları yoldan çıkan arsızlar gibi mi tutacağız?

Sad 29 (Mealleri Karşılaştır): Kitabun enzelnahu ileyke mubarekun li yeddebberû ayatihî ve li yetezekkere ûlul elbab(elbabi).
كِتَٰبٌ أَنزَلْنَٰهُ إِلَيْكَ مُبَٰرَكٌ لِّيَدَّبَّرُوٓا۟ ءَايَٰتِهِۦ وَلِيَتَذَكَّرَ أُو۟لُوا۟ ٱلْأَلْبَٰبِ
Bu Kur'an, ayetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.

Sad 30 (Mealleri Karşılaştır): Ve vehebna li davûde suleyman(suleymane), ni'mel abd(abdu), innehû evvab(evvabun).
وَوَهَبْنَا لِدَاوُۥدَ سُلَيْمَٰنَ ۚ نِعْمَ ٱلْعَبْدُ ۖ إِنَّهُۥٓ أَوَّابٌ
Davûd'a Süleyman'ı bağışladık. O ne güzel kuldu! Şüphesiz o, Allah'a çok yönelen bir kimse idi.

Sad 31 (Mealleri Karşılaştır): İz urıda aleyhi bil aşiyyis safinatul ciyad(ciyadu).
إِذْ عُرِضَ عَلَيْهِ بِٱلْعَشِىِّ ٱلصَّٰفِنَٰتُ ٱلْجِيَادُ
Hani ona akşamüstü bir ayağını tırnağı üstüne dikip üç ayağının üzerinde duran çalımlı ve soylu atlar sunulmuştu.

Sad 32 (Mealleri Karşılaştır): Fe kale innî ahbebtu hubbel hayri an zikri rabbî, hatta tevaret bil hıcab(hıcabi).
فَقَالَ إِنِّىٓ أَحْبَبْتُ حُبَّ ٱلْخَيْرِ عَن ذِكْرِ رَبِّى حَتَّىٰ تَوَارَتْ بِٱلْحِجَابِ
(32-33) Süleyman, "Gerçekten ben malı, Rabbimi anmamı sağladığından dolayı çok severim" dedi. Nihayet gözden kaybolup gittikleri zaman , "Onları bana geri getirin" dedi. (Atlar gelince de) bacaklarını ve boyunlarını okşamaya başladı.

Sad 33 (Mealleri Karşılaştır): Ruddûha aleyy(aleyye), fe tafika meshan bis sûkı vel a'nak(a'nakı).
رُدُّوهَا عَلَىَّ ۖ فَطَفِقَ مَسْحًۢا بِٱلسُّوقِ وَٱلْأَعْنَاقِ
(32-33) Süleyman, "Gerçekten ben malı, Rabbimi anmamı sağladığından dolayı çok severim" dedi. Nihayet gözden kaybolup gittikleri zaman , "Onları bana geri getirin" dedi. (Atlar gelince de) bacaklarını ve boyunlarını okşamaya başladı.

Sad 34 (Mealleri Karşılaştır): Ve lekad fetenna suleymane ve elkayna ala kursiyyihî ceseden summe enab(enabe).
وَلَقَدْ فَتَنَّا سُلَيْمَٰنَ وَأَلْقَيْنَا عَلَىٰ كُرْسِيِّهِۦ جَسَدًا ثُمَّ أَنَابَ
Andolsun, biz Süleyman'ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bıraktık. Sonra tövbe edip bize yöneldi.

Sad 35 (Mealleri Karşılaştır): Kale rabbigfir lî veheb lî mulken la yenbagî li ehadin min ba'dî, inneke entel vehhab(vehhabu).
قَالَ رَبِّ ٱغْفِرْ لِى وَهَبْ لِى مُلْكًا لَّا يَنۢبَغِى لِأَحَدٍ مِّنۢ بَعْدِىٓ ۖ إِنَّكَ أَنتَ ٱلْوَهَّابُ
Süleyman, "Ey Rabbim! Beni bağışla. Bana, benden sonra kimseye layık olmayacak bir mülk (hükümranlık) bahşet! Şüphesiz sen çok bahşedicisin!" dedi.

Sad 36 (Mealleri Karşılaştır): Fe sehharna lehur rîha tecrî bi emrihî ruhaen haysu esab(esabe).
فَسَخَّرْنَا لَهُ ٱلرِّيحَ تَجْرِى بِأَمْرِهِۦ رُخَآءً حَيْثُ أَصَابَ
Biz de rüzgarı onun buyruğuna verdik. Rüzgar, onun emriyle dilediği yere hafif hafif eserdi.

Sad 37 (Mealleri Karşılaştır): Veş şeyatîne kulle bennain ve gavvasın.
وَٱلشَّيَٰطِينَ كُلَّ بَنَّآءٍ وَغَوَّاصٍ
(37-38) Bina ustası olan ve dalgıçlık yapan her bir şeytanı, bukağılara bağlı olarak diğerlerini de, onun emrine verdik.

Sad 38 (Mealleri Karşılaştır): Ve aharîne mukarrenîne fîl asfad(asfadi).
وَءَاخَرِينَ مُقَرَّنِينَ فِى ٱلْأَصْفَادِ
(37-38) Bina ustası olan ve dalgıçlık yapan her bir şeytanı, bukağılara bağlı olarak diğerlerini de, onun emrine verdik.

Sad 39 (Mealleri Karşılaştır): Haza atauna femnun ev emsik bi gayri hisab(hisabin).
هَٰذَا عَطَآؤُنَا فَٱمْنُنْ أَوْ أَمْسِكْ بِغَيْرِ حِسَابٍ
"İşte bu bizim ihsanımızdır. Artık sen de (istediğine) hesapsızca ver yahut verme" dedik.

Sad 40 (Mealleri Karşılaştır): Ve inne lehu ındena le zulfa ve husne meab(meabin).
وَإِنَّ لَهُۥ عِندَنَا لَزُلْفَىٰ وَحُسْنَ مَـَٔابٍ
Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır.

Sad 41 (Mealleri Karşılaştır): Vezkur abdena eyyûb(eyyûbe), iz nada rabbehû ennî messeniyeş şeytanu bi nusbin ve azab(azabin).
وَٱذْكُرْ عَبْدَنَآ أَيُّوبَ إِذْ نَادَىٰ رَبَّهُۥٓ أَنِّى مَسَّنِىَ ٱلشَّيْطَٰنُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍ
(Ey Muhammed!) Kulumuz Eyyûb'u da an. Hani o, Rabbine, "Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu" diye seslenmişti.

Sad 42 (Mealleri Karşılaştır): Urkud biriclik(biriclike), haza mugteselun baridun ve şerab(şerabun).
ٱرْكُضْ بِرِجْلِكَ ۖ هَٰذَا مُغْتَسَلٌۢ بَارِدٌ وَشَرَابٌ
Biz de ona, "Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içecek soğuk bir su" dedik.

Sad 43 (Mealleri Karşılaştır): Ve vehebna lehû ehlehu ve mislehum meahum rahmeten minna ve zikra li ûlîl elbab(elbabi).
وَوَهَبْنَا لَهُۥٓ أَهْلَهُۥ وَمِثْلَهُم مَّعَهُمْ رَحْمَةً مِّنَّا وَذِكْرَىٰ لِأُو۟لِى ٱلْأَلْبَٰبِ
Biz ona tarafımızdan bir rahmet ve akıl sahiplerine bir öğüt olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir o kadarını bahşettik.

Sad 44 (Mealleri Karşılaştır): Ve huz bi yedike dıgsen fadrıb bihî ve la tahnes, inna vecednahu sabira(sabiren), ni'mel abd(abdu), innehû evvab(evvabun).
وَخُذْ بِيَدِكَ ضِغْثًا فَٱضْرِب بِّهِۦ وَلَا تَحْنَثْ ۗ إِنَّا وَجَدْنَٰهُ صَابِرًا ۚ نِّعْمَ ٱلْعَبْدُ ۖ إِنَّهُۥٓ أَوَّابٌ
Şöyle dedik: "Eline bir demet sap al ve onunla vur, yeminini bozma." Gerçekten biz Eyyûb'u sabreden bir kimse olarak bulduk. O ne güzel bir kuldu! O, Allah'a çok yönelen bir kimse idi.

Sad 45 (Mealleri Karşılaştır): Vezkur ıbadena ibrahîme ve ishaka ve ya'kûbe ûlîl eydî vel ebsar(ebsari).
وَٱذْكُرْ عِبَٰدَنَآ إِبْرَٰهِيمَ وَإِسْحَٰقَ وَيَعْقُوبَ أُو۟لِى ٱلْأَيْدِى وَٱلْأَبْصَٰرِ
(Ey Muhammed!) Güçlü ve basiretli kullarımız İbrahim'i, İshak'ı ve Yakub'u da an.

Sad 46 (Mealleri Karşılaştır): İnna ahlasnahum bi halisatin zikred dar(dari).
إِنَّآ أَخْلَصْنَٰهُم بِخَالِصَةٍ ذِكْرَى ٱلدَّارِ
Şüphesiz biz onları, ahiret yurdunu düşünme özelliği ile (temizleyip) ihlaslı kimseler kıldık.

Sad 47 (Mealleri Karşılaştır): Ve innehum ındena le minel mustafeynel ahyar(ahyari).
وَإِنَّهُمْ عِندَنَا لَمِنَ ٱلْ amp