Saffat suresinin okunuşu ve anlamı nasıldır? Saffat suresi hidayet rehberimiz Kuranı Kerimin 37. suresidir. Saffat suresi 182 ayeti kerimedir. Saffat suresinde Saffat sûresinde Allah'ın birliği, ahiret hayatının gerçekliği, o hayatta neler olacağı, inkarcıların ahiretteki pişmanlıkları ve birbirlerini suçlamaları anlatılmaktadır. İşte Saffat suresinin okunuşu ve anlamı...
Mekke döneminde inmiştir. 182 ayettir. Sûre, adını ilk ayette geçen "es-Saffat" kelimesinden almıştır. Saffat, sıra sıra dizilenler, saf saf duranlar demektir. Sûrede başlıca, meleklerden, cinlerden, kıyamet ve ahiret olaylarından söz edilmekte; Nûh, İbrahim, İsmail, İshak, Mûsa, Harun, İlyas, Lût ve Yûnus Peygamberlerin kıssalarına yer verilmektedir. Mushaftaki sıralamada otuz yedinci, iniş sırasına göre elli altıncı sûredir. En'am sûresinden sonra, Lokman sûresinden önce Mekke'de inmiştir. Saffat sûresinde Allah'ın birliği, ahiret hayatının gerçekliği, o hayatta neler olacağı, inkarcıların ahiretteki pişmanlıkları ve birbirlerini suçlamaları, ayrıca Allah'ın samimi kullarının cennetteki mutlu yaşayışları hakkında bilgi verildikten sonra Nûh, İbrahim, İsmail, İshak, Mûsa ve Harûn, İlyas, Lût ve Yûnus peygamberlerin hayat hikayelerinin ibretli yanları ve Allah'ın onları yardımıyla desteklemesi anlatılmakta; putperestlerin batıl inançları eleştirilmektedir. Sûre, genellikle Kur'an tilaveti ve duaların sonunda okunması adet haline gelen ve "Sübhane rabbike..." diye başlayıp "ve'l-hamdü lillahi rabbi'l-alemîn" diye biten ayetlerle son bulmaktadır.
SAFFAT SURESİNİN OKUNUŞU VE ANLAMI
Saffat 1 (Mealleri Karşılaştır): Ves saffati saffa(saffen).
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ وَٱلصَّٰٓفَّٰتِ صَفًّا
(1-4) Saf bağlayıp duranlara, haykırarak sevk edenlere ve zikri (Allah'ın kelamını) okuyanlara andolsun ki, sizin ilahınız gerçekten bir tek ilahtır.
Saffat 2 (Mealleri Karşılaştır): Fez zacirati zecra(zecran).
فَٱلزَّٰجِرَٰتِ زَجْرًا
(1-4) Saf bağlayıp duranlara, haykırarak sevk edenlere ve zikri (Allah'ın kelamını) okuyanlara andolsun ki, sizin ilahınız gerçekten bir tek ilahtır.
Saffat 3 (Mealleri Karşılaştır): Fet taliyati zikra(zikran).
فَٱلتَّٰلِيَٰتِ ذِكْرًا
(1-4) Saf bağlayıp duranlara, haykırarak sevk edenlere ve zikri (Allah'ın kelamını) okuyanlara andolsun ki, sizin ilahınız gerçekten bir tek ilahtır.
Saffat 4 (Mealleri Karşılaştır): İnne ilahekum le vahıd(vahıdun).
إِنَّ إِلَٰهَكُمْ لَوَٰحِدٌ
(1-4) Saf bağlayıp duranlara, haykırarak sevk edenlere ve zikri (Allah'ın kelamını) okuyanlara andolsun ki, sizin ilahınız gerçekten bir tek ilahtır.
Saffat 5 (Mealleri Karşılaştır): Rabbus semavati vel ardı ve ma beynehuma ve rabbul meşarık(meşarıkı).
رَّبُّ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ ٱلْمَشَٰرِقِ
O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Doğuların da (Batıların da) Rabbidir.
Saffat 6 (Mealleri Karşılaştır): İnna zeyyennes semaed dunya bi zîynetinil kevakib(kevakibi).
إِنَّا زَيَّنَّا ٱلسَّمَآءَ ٱلدُّنْيَا بِزِينَةٍ ٱلْكَوَاكِبِ
Biz, en yakın göğü zinetlerle, yıldızlarla donattık.
Saffat 7 (Mealleri Karşılaştır): Ve hıfzan min kulli şeytanin marid(maridin).
وَحِفْظًا مِّن كُلِّ شَيْطَٰنٍ مَّارِدٍ
Onu itaatten çıkan her şeytandan koruduk.
Saffat 8 (Mealleri Karşılaştır): La yessemmeûne ilel meleil a'la ve yukzefûne minkulli canib(canibin).
لَّا يَسَّمَّعُونَ إِلَى ٱلْمَلَإِ ٱلْأَعْلَىٰ وَيُقْذَفُونَ مِن كُلِّ جَانِبٍ
(8-9) Onlar, yüce topluluğu (ileri gelen melekler topluluğunu) dinleyemezler. Kovulmaları için her taraftan taşa tutulurlar. Onlar için sürekli bir azap da vardır.
Saffat 9 (Mealleri Karşılaştır): Duhûran ve lehum azabun vasib(vasibun).
دُحُورًا ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌ
(8-9) Onlar, yüce topluluğu (ileri gelen melekler topluluğunu) dinleyemezler. Kovulmaları için her taraftan taşa tutulurlar. Onlar için sürekli bir azap da vardır.
Saffat 10 (Mealleri Karşılaştır): İlla men hatıfel hatfete fe etbeahu şihabun sakib(sakibun).
إِلَّا مَنْ خَطِفَ ٱلْخَطْفَةَ فَأَتْبَعَهُۥ شِهَابٌ ثَاقِبٌ
Ancak onlardan söz kapan olur. Onu da delip geçen bir alev izler (ve yok eder).
Saffat 11 (Mealleri Karşılaştır): Festeftihim e hum eşeddu halkan em men halakna, inna halaknahum min tînin lazib(lazibin).
فَٱسْتَفْتِهِمْ أَهُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَم مَّنْ خَلَقْنَآ ۚ إِنَّا خَلَقْنَٰهُم مِّن طِينٍ لَّازِبٍۭ
(Ey Muhammed!) Şimdi sen onlara sor: "Kendilerini yaratmak mı daha zor, yoksa yarattığımız diğer şeyleri yaratmak mı?" Şüphesiz biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık.
Saffat 12 (Mealleri Karşılaştır): Bel acibte ve yesharûn(yesharûne).
بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَ
Hayır, sen (onların haline) şaştın, onlar ise alay ediyorlar.
Saffat 13 (Mealleri Karşılaştır): Ve iza zukkirû la yezkurûn(yezkurûne).
وَإِذَا ذُكِّرُوا۟ لَا يَذْكُرُونَ
Kendilerine öğüt verildiği zaman öğüt almıyorlar.
Saffat 14 (Mealleri Karşılaştır): Ve iza raev ayeten yesteshırûn(yesteshırûne).
وَإِذَا رَأَوْا۟ ءَايَةً يَسْتَسْخِرُونَ
Bir mucize gördükleri zaman onu alaya alıyorlar.
Saffat 15 (Mealleri Karşılaştır): Ve kalû in haza illa sihrun mubîn(mubînun).
وَقَالُوٓا۟ إِنْ هَٰذَآ إِلَّا سِحْرٌ مُّبِينٌ
(Dediler ki:) "Bu bir büyüden başka bir şey değildir."
Saffat 16 (Mealleri Karşılaştır): E iza mitna ve kunna turaben ve izamen e inna le meb'ûsûn(meb'ûsûne).
أَءِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَٰمًا أَءِنَّا لَمَبْعُوثُونَ
"Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra mı, biz mi tekrar diriltileceğiz?"
Saffat 17 (Mealleri Karşılaştır): E ve abaunel evvelûn(evvelûne).
أَوَءَابَآؤُنَا ٱلْأَوَّلُونَ
"Önceden gelip geçmiş atalarımız da mı?"
Saffat 18 (Mealleri Karşılaştır): Kul neam ve entum dahırûn(dahırûne).
قُلْ نَعَمْ وَأَنتُمْ دَٰخِرُونَ
De ki: "Evet, hem de siz aşağılanmış kimseler olarak (diriltileceksiniz)."
Saffat 19 (Mealleri Karşılaştır): Fe innema hiye zecretun vahıdetun fe iza hum yenzurûn(yenzurûne).
فَإِنَّمَا هِىَ زَجْرَةٌ وَٰحِدَةٌ فَإِذَا هُمْ يَنظُرُونَ
O ancak şiddetli bir sesten ibarettir. Bir de bakarsın ki onlar (diriltilmiş hazır) beklemektedirler.
Saffat 20 (Mealleri Karşılaştır): Ve kalû ya veylena haza yevmud dîn(dîni).
وَقَالُوا۟ يَٰوَيْلَنَا هَٰذَا يَوْمُ ٱلدِّينِ
Şöyle diyecekler: "Vay başımıza gelene! Bu beklenen ceza günüdür."
Saffat 21 (Mealleri Karşılaştır): Haza yevmul faslillezî kuntum bihî tukezzibûn(tukezzibûne).
هَٰذَا يَوْمُ ٱلْفَصْلِ ٱلَّذِى كُنتُم بِهِۦ تُكَذِّبُونَ
Onlara, "İşte bu, yalanlamakta olduğunuz hüküm ve ayırım günüdür" denilir.
Saffat 22 (Mealleri Karşılaştır): Uhşurûllezîne zalemû ve ezvacehum ve ma kanû ya'budûn(ya'budûne).
۞ ٱحْشُرُوا۟ ٱلَّذِينَ ظَلَمُوا۟ وَأَزْوَٰجَهُمْ وَمَا كَانُوا۟ يَعْبُدُونَ
(22-24) Allah, meleklere şöyle emreder: "Zulmedenleri, eşlerini ve Allah'ı bırakıp da tapmakta olduklarını toplayın, onları cehennemin yoluna koyun ve onları tutuklayın. Çünkü onlar sorguya çekileceklerdir."
Saffat 23 (Mealleri Karşılaştır): Min dûnillahi fehdûhum ila sıratıl cahîm(cahîmi).
مِن دُونِ ٱللَّهِ فَٱهْدُوهُمْ إِلَىٰ صِرَٰطِ ٱلْجَحِيمِ
(22-24) Allah, meleklere şöyle emreder: "Zulmedenleri, eşlerini ve Allah'ı bırakıp da tapmakta olduklarını toplayın, onları cehennemin yoluna koyun ve onları tutuklayın. Çünkü onlar sorguya çekileceklerdir."
Saffat 24 (Mealleri Karşılaştır): Vakıfûhum innehum mes'ûlûn(mes'ûlûne).
وَقِفُوهُمْ ۖ إِنَّهُم مَّسْـُٔولُونَ
(22-24) Allah, meleklere şöyle emreder: "Zulmedenleri, eşlerini ve Allah'ı bırakıp da tapmakta olduklarını toplayın, onları cehennemin yoluna koyun ve onları tutuklayın. Çünkü onlar sorguya çekileceklerdir."
Saffat 25 (Mealleri Karşılaştır): Ma lekum la tenasarûn(tenasarûne).
مَا لَكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ
Onlara, "Ne diye yardımlaşmıyorsunuz?" denir.
Saffat 26 (Mealleri Karşılaştır): Bel humul yevme musteslimûn(musteslimûne).
بَلْ هُمُ ٱلْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ
Hayır, onlar bugün teslim olmuş kimselerdir.
Saffat 27 (Mealleri Karşılaştır): Ve akbele ba'duhum ala ba'dın yetesaelûn(yetesaelûne).
وَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ يَتَسَآءَلُونَ
Birbirlerine yönelip sorarlar (çekişirler).
Saffat 28 (Mealleri Karşılaştır): Kalû innekum kuntum te'tûnena anil yemîn(yemîni).
قَالُوٓا۟ إِنَّكُمْ كُنتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ ٱلْيَمِينِ
Şöyle derler: "Siz bize sağdan gelirdiniz. Bize haktan yana görünürdünüz."
Saffat 29 (Mealleri Karşılaştır): Kalû bel lem tekûnû mû'minîn(mû'minîne).
قَالُوا۟ بَل لَّمْ تَكُونُوا۟ مُؤْمِنِينَ
Diğerleri de onlara şöyle derler: "Hayır, siz zaten mü'min kimseler değildiniz."
Saffat 30 (Mealleri Karşılaştır): Ve ma kane lena aleykum min sultan(sultanin), bel kuntum kavmen tagîn(tagîne).
وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُم مِّن سُلْطَٰنٍۭ ۖ بَلْ كُنتُمْ قَوْمًا طَٰغِينَ
"Bizim, sizin üzerinizde hiçbir hakimiyetimiz yoktu. Hatta siz azgın bir kavimdiniz."
Saffat 31 (Mealleri Karşılaştır): Fe hakka aleyna kavlu rabbina inna le zaıkûn(zaıkûne).
فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَآ ۖ إِنَّا لَذَآئِقُونَ
"Artık Rabbimizin sözü (azap) bizim hakkımızda gerçekleşti. Biz onu mutlaka tadacağız."
Saffat 32 (Mealleri Karşılaştır): Fe agveynakum inna kunna gavîn(gavîne).
فَأَغْوَيْنَٰكُمْ إِنَّا كُنَّا غَٰوِينَ
"Evet, biz sizi saptırdık. Çünkü biz de sapkın kimselerdik."
Saffat 33 (Mealleri Karşılaştır): Fe innehum yevme izin fîl azabi muşterikûn(muşterikûne).
فَإِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِى ٱلْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ
Artık onlar o gün azapta ortaktırlar.
Saffat 34 (Mealleri Karşılaştır): İnna kezalike nef'alu bil mucrimîn(mucrimîne).
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَفْعَلُ بِٱلْمُجْرِمِينَ
İşte biz suçlulara böyle yaparız.
Saffat 35 (Mealleri Karşılaştır): İnnehum kanû iza kîle lehum la ilahe illallahu yestekbirûn(yestekbirûne).
إِنَّهُمْ كَانُوٓا۟ إِذَا قِيلَ لَهُمْ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا ٱللَّهُ يَسْتَكْبِرُونَ
Çünkü onlar, kendilerine, "Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur" denildiği zaman, inanmayıp büyüklük taslıyorlardı.
Saffat 36 (Mealleri Karşılaştır): Ve yekûlûne e inna le tarikû alihetina li şairin mecnûn(mecnûnin).
وَيَقُولُونَ أَئِنَّا لَتَارِكُوٓا۟ ءَالِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَّجْنُونٍۭ
"Biz, deli bir şair için ilahlarımızı mı terk edeceğiz?" diyorlardı.
Saffat 37 (Mealleri Karşılaştır): Bel cae bil hakkı ve saddakal murselîn(murselîne).
بَلْ جَآءَ بِٱلْحَقِّ وَصَدَّقَ ٱلْمُرْسَلِينَ
Hayır, öyle değil. O, hakkı getirmiş, (önceki) peygamberleri de tasdik etmiştir.
Saffat 38 (Mealleri Karşılaştır): İnnekum le zaikûl azabil elîm(elîmi).
إِنَّكُمْ لَذَآئِقُوا۟ ٱلْعَذَابِ ٱلْأَلِيمِ
Şüphesiz siz mutlaka elem dolu azabı tadacaksınız.
Saffat 39 (Mealleri Karşılaştır): Ve ma tuczevne illa ma kuntum ta'melûn(ta'melûne).
وَمَا تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Siz ancak işlediklerinizin karşılığı ile cezalandırılırsınız.
Saffat 40 (Mealleri Karşılaştır): İlla ibadallahil muhlesîn(muhlesîne).
إِلَّا عِبَادَ ٱللَّهِ ٱلْمُخْلَصِينَ
Ancak Allah'ın halis kulları başka.
Saffat 41 (Mealleri Karşılaştır): Ulaike lehum rizkun ma'lûm(ma'lûmun).
أُو۟لَٰٓئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَّعْلُومٌ
(41-42) İşte onlar için belli bir rızık, meyveler vardır. Onlar ikram gören kimselerdir.
Saffat 42 (Mealleri Karşılaştır): Fevakih(fevakihu), ve hum mukremûn(mukremûne).
فَوَٰكِهُ ۖ وَهُم مُّكْرَمُونَ
(41-42) İşte onlar için belli bir rızık, meyveler vardır. Onlar ikram gören kimselerdir.
Saffat 43 (Mealleri Karşılaştır): Fî cennatin naîm(naîmi).
فِى جَنَّٰتِ ٱلنَّعِيمِ
Onlar Naîm cennetlerindedirler.
Saffat 44 (Mealleri Karşılaştır): Ala sururin mutekabilîn(mutekabilîne).
عَلَىٰ سُرُرٍ مُّتَقَٰبِلِينَ
Koltuklar üzerinde karşılıklı olarak otururlar.
Saffat 45 (Mealleri Karşılaştır): Yutafu aleyhim bi ke'sin min maîn(maînin).
يُطَافُ عَلَيْهِم بِكَأْسٍ مِّن مَّعِينٍۭ
(45-46) Onların etrafında cennet pınarından doldurulmuş, berrak ve içenlere lezzet veren kadehler dolaştırılır.
Saffat 46 (Mealleri Karşılaştır): Beydae lezzetin liş şaribîn(şaribîne).
بَيْضَآءَ لَذَّةٍ لِّلشَّٰرِبِينَ
(45-46) Onların etrafında cennet pınarından doldurulmuş, berrak ve içenlere lezzet veren kadehler dolaştırılır.
Saffat 47 (Mealleri Karşılaştır): La fîha gavlun ve la hum anha yunzefûn(yunzefûne).
لَا فِيهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنزَفُونَ
Onda baş döndürme özelliği yoktur. Onlar, onu içmekle sarhoş da olmazlar.
Saffat 48 (Mealleri Karşılaştır): Ve indehum kasıratut tarfı în(înun).
وَعِندَهُمْ قَٰصِرَٰتُ ٱلطَّرْفِ عِينٌ
Yanlarında bakışlarını yalnızca kendilerine çevirmiş iri gözlü eşler vardır.
Saffat 49 (Mealleri Karşılaştır): Ke enne hunne beydun meknûn(meknûnun).
كَأَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَّكْنُونٌ
Sanki onlar (beyazlıklarıyla), saklanmış (gün yüzü görmemiş) yumurtalardır.
Saffat 50 (Mealleri Karşılaştır): Fe akbele ba'duhum ala ba'dın yetesaelûn(yetesaelûne).
فَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ يَتَسَآءَلُونَ
Derken birbirlerine yönelip sorarlar.
Saffat 51 (Mealleri Karşılaştır): Kale kailun minhum innî kane lî karîn(karînun).
قَالَ قَآئِلٌ مِّنْهُمْ إِنِّى كَانَ لِى قَرِينٌ
İçlerinden biri der ki: "Benim bir arkadaşım vardı."
Saffat 52 (Mealleri Karşılaştır): Yekûlu e inneke le minel musaddikîn(musaddikîne).
يَقُولُ أَءِنَّكَ لَمِنَ ٱلْمُصَدِّقِينَ
"Sen de tekrar dirilmeyi tasdik edenlerden misin?" derdi.
Saffat 53 (Mealleri Karşılaştır): E iza mitna ve kunna turaben ve izamen e inna le medînûn(medînûne).
أَءِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَٰمًا أَءِنَّا لَمَدِينُونَ
"Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra mı, biz mi hesaba çekileceğiz?"
Saffat 54 (Mealleri Karşılaştır): Kale hel entum muttaliûn(muttaliûne).
قَالَ هَلْ أَنتُم مُّطَّلِعُونَ
Konuşan o kimse, yanındakilere, "Bakar mısınız, hali ne oldu?" der.
Saffat 55 (Mealleri Karşılaştır): Fettalea fe reahu fî sevail cahîm(cahîmi).
فَٱطَّلَعَ فَرَءَاهُ فِى سَوَآءِ ٱلْجَحِيمِ
Kendisi de bakar ve onu cehennemin ortasında görür.
Saffat 56 (Mealleri Karşılaştır): Kale tallahi in kidte le turdîn(turdîne).
قَالَ تَٱللَّهِ إِن كِدتَّ لَتُرْدِينِ
Ona şöyle der: "Allah'a andolsun, neredeyse beni de helak edecektin."
Saffat 57 (Mealleri Karşılaştır): Ve lev la ni'metu rabbî le kuntu minel muhdarîn(muhdarîne).
وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبِّى لَكُنتُ مِنَ ٱلْمُحْضَرِينَ
"Rabbimin nimeti olmasaydı, mutlaka ben de cehenneme konulanlardan olmuştum."
Saffat 58 (Mealleri Karşılaştır): E fe ma nahnu bi meyyitîn(meyyitîne).
أَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّتِينَ
(58-59) "Nasıl, ilk ölümümüzden başka ölmeyecek miymişiz? Bize azap edilmeyecek miymiş?"
Saffat 59 (Mealleri Karşılaştır): İlla mevtetenel ûla ve ma nahnu bi muazzebîn(muazzebîne).
إِلَّا مَوْتَتَنَا ٱلْأُولَىٰ وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ
(58-59) "Nasıl, ilk ölümümüzden başka ölmeyecek miymişiz? Bize azap edilmeyecek miymiş?"
Saffat 60 (Mealleri Karşılaştır): İnne haza le huvel fevzul azîm(azîmu).
إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ ٱلْفَوْزُ ٱلْعَظِيمُ
Şüphesiz bu (cennetteki nimetlere ulaşmak) büyük bir başarıdır.
Saffat 61 (Mealleri Karşılaştır): Li misli haza fel ya'melil amilûn(amilûne).
لِمِثْلِ هَٰذَا فَلْيَعْمَلِ ٱلْعَٰمِلُونَ
Çalışanlar böylesi için çalışsınlar!
Saffat 62 (Mealleri Karşılaştır): E zalike hayrun nuzulen em şeceretuz zakkûm(zakkûmi).
أَذَٰلِكَ خَيْرٌ نُّزُلًا أَمْ شَجَرَةُ ٱلزَّقُّومِ
Ziyafet olarak bu mu daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı?
Saffat 63 (Mealleri Karşılaştır): İnna cealnaha fitneten liz zalimîn(zalimîne).
إِنَّا جَعَلْنَٰهَا فِتْنَةً لِّلظَّٰلِمِينَ
Şüphesiz biz onu zalimler için bir imtihan aracı kıldık.
Saffat 64 (Mealleri Karşılaştır): İnneha şeceretun tahrucu fî aslil cahîm(cahîmi).
إِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ فِىٓ أَصْلِ ٱلْجَحِيمِ
O, cehennemin dibinde biten bir ağaçtır.
Saffat 65 (Mealleri Karşılaştır): Tal'uha ke ennehu ruûsuş şeyatîn(şeyatîni).
طَلْعُهَا كَأَنَّهُۥ رُءُوسُ ٱلشَّيَٰطِينِ
Onun meyveleri sanki şeytanların kafalarıdır.
Saffat 66 (Mealleri Karşılaştır): Fe innehum le akilûne minha fe maliûne min hel butûn(butûni).
فَإِنَّهُمْ لَءَاكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِـُٔونَ مِنْهَا ٱلْبُطُونَ
Cehennemlikler ondan yiyecekler ve onunla karınlarını dolduracaklardır.
Saffat 67 (Mealleri Karşılaştır): Summe inne lehum aleyha le şevben min hamîm(hamîmin).
ثُمَّ إِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْبًا مِّنْ حَمِيمٍ
Sonra onlar için bunun üstüne kaynar sudan karışık bir içecek vardır.
Saffat 68 (Mealleri Karşılaştır): Summe inne merciahum le ilel cahîm(cahîmi).
ثُمَّ إِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَإِلَى ٱلْجَحِيمِ
Sonra onların dönüşleri mutlaka cehennemedir.
Saffat 69 (Mealleri Karşılaştır): İnnehum elfev abaehum dallîne.
إِنَّهُمْ أَلْفَوْا۟ ءَابَآءَهُمْ ضَآلِّينَ
Çünkü onlar babalarını sapık kimseler olarak buldular.
Saffat 70 (Mealleri Karşılaştır): Fe hum ala asarihim yuhreûn(yuhreûne).
فَهُمْ عَلَىٰٓ ءَاثَٰرِهِمْ يُهْرَعُونَ
Kendileri de onların izinden koşa koşa gitmektedirler.
Saffat 71 (Mealleri Karşılaştır): Ve lekad dalle kablehum ekserul evvelîn(evvelîne).
وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ أَكْثَرُ ٱلْأَوَّلِينَ
Andolsun, onlardan önce, evvelkilerin çoğu da sapmıştı.
Saffat 72 (Mealleri Karşılaştır): Ve lekad erselna fî him munzirîn(munzirîne).
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا فِيهِم مُّنذِرِينَ
Andolsun, biz onlara da uyarıcılar göndermiştik.
Saffat 73 (Mealleri Karşılaştır): Fanzur keyfe kane akibetul munzerîn(munzerîne).
فَٱنظُرْ كَيْفَ كَانَ عَٰقِبَةُ ٱلْمُنذَرِينَ
Bak, uyarılanların sonu nasıl oldu!
Saffat 74 (Mealleri Karşılaştır): İlla ibadallahil muhlasîn(muhlasîne).
إِلَّا عِبَادَ ٱللَّهِ ٱلْمُخْلَصِينَ
Ancak Allah'ın ihlaslı kulları başka.
Saffat 75 (Mealleri Karşılaştır): Ve lekad nadana nûhun fe le ni'mel mucîbûn(mucîbûne).
وَلَقَدْ نَادَىٰنَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ ٱلْمُجِيبُونَ
Andolsun, Nûh bize dua edip seslenmişti. Biz ne güzel cevap vereniz!
Saffat 76 (Mealleri Karşılaştır): Ve necceynahu ve ehlehu minel kerbil azîm(azîmi).
وَنَجَّيْنَٰهُ وَأَهْلَهُۥ مِنَ ٱلْكَرْبِ ٱلْعَظِيمِ
Onu ve ailesini o büyük sıkıntıdan kurtardık.
Saffat 77 (Mealleri Karşılaştır): Ve cealna zurriyyetehu humul bakîn(bakîne).
وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُۥ هُمُ ٱلْبَاقِينَ
Onun neslini yeryüzünde kalanlar kıldık.
Saffat 78 (Mealleri Karşılaştır): Ve terekna aleyhi fîl ahirîn(ahirîne).
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِى ٱلْءَاخِرِينَ
Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık.
Saffat 79 (Mealleri Karşılaştır): Selamun ala nûhın fîl alemîn(alemîne).
سَلَٰمٌ عَلَىٰ نُوحٍ فِى ٱلْعَٰلَمِينَ
Âlemler içinde Nûh'a selam olsun!
Saffat 80 (Mealleri Karşılaştır): İnna kezalike neczîl muhsinîn(muhsinîne).
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِى ٱلْمُحْسِنِينَ
İşte biz iyilik yapanları böyle m uum