İstanbul’un en ilginç yapılarından biri, bugün Metin Sabancı Baltalimanı Kemik Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak hizmet veriyor. Oysa bu bina, bir zamanlar padişah kızlarının yazlık sarayı idi.
Tarih boyunca Sahilsaray, Yalı, Sefaret Konağı ve Enstitü olarak kullanılan yapı, geçirdiği dönüşümlerle adeta İstanbul’un yaşayan belleği oldu.
Baltalimanı Sarayı, 19. yüzyılın ilk yarısında dönemin sadrazamı Mustafa Reşit Paşa (1800–1858) tarafından yaptırıldı. 1600 metrekarelik bir alana kâgir olarak inşa edilen bina, Reşit Paşa’nın oğlu Galip Paşa ile Sultan Abdülmecid’in kızı Fatma Sultan’ın ikametine tahsis edildi. Galip Paşa’nın vefatından sonra Hazine’ye geçen yapı, bu kez Sultan Abdülmecid’in bir diğer kızı Mediha Sultan’ın yazlık sarayı oldu. Mediha Sultan’ın, Londra Sefareti Kâtibi Ferit Bey (sonradan Damat Ferit Paşa) ile evlenmesinin ardından bina, uzun yıllar “Damat Ferit Paşa Sarayı” olarak anıldı. 1922’ye kadar saray kimliğiyle kullanıldı.
CUMHURİYET DÖNEMİNDE
Cumhuriyet’in ilanından sonra yapı uzun süre metruk kaldı. Çatısı çöktü, yaldızlı tavan süslemeleri ve salon işlemeleri tahrip oldu. Ardından Tarım Bakanlığı’na bağlı Balıkçılık Enstitüsü olarak değerlendirildi. 1943 yılında Sağlık Bakanlığı’na devredilen bina, kapsamlı bir onarım ve düzenleme sonrası 19 Haziran 1944’te 85 yataklı “Kemik ve Mafsal Veremi Hastanesi” olarak kapılarını açtı. 1955’te “Baltalimanı Kemik Hastalıkları Hastanesi Deniz ve Güneş Tedavi Enstitüsü”, 1960’ta ise “Baltalimanı Kemik Hastalıkları Hastanesi” adını aldı. Son olarak 2000’li yıllarda Sabancı ailesinin desteğiyle yenilenerek Sakıp Sabancı’nın oğlu Metin Sabancı’nın adını taşıdı.
DÜNYA SAĞLIK TARİHİNDE BİR İLK
1940’larda açıldığında burası yalnızca Türkiye’nin değil, dünyanın sayılı “kemik ve mafsal veremi” (kemik tüberkülozu) hastanelerinden biri olarak kayda geçti. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’dan gelen hekimler, burada uygulanan deniz ve güneş tedavilerini incelemek üzere hastaneyi ziyaret etti. Hastanenin 1955'teki resmi adı, o dönemin tedavi anlayışını yansıtıyor. Kemik veremi tedavisinde, antibiyotiklerin henüz yaygın olmadığı dönemlerde, "heliyoterapi" (güneş terapisi) ve temiz hava en önemli tedavi yöntemleri arasındaydı. Binanın Boğaz’a hakim konumu ve geniş bahçesi, hastaların bol bol güneş ve temiz hava alması için ideal bir ortam sağlıyordu. Bu nedenle "Deniz ve Güneş Tedavi Enstitüsü" ismi, dönemin tıbbi gerekliliğinin bir yansımasıydı.
BİR DÖNÜM NOKTASI: İLK KEMİK İLİĞİ NAKLİ
Bu tarihi hastane, Türkiye’deki ortopedi ve travmatolojinin gelişimine öncülük etmiştir. Öyle ki, Türkiye'deki ilk kemik iliği nakli 1975 yılında bu hastanede, dönemin başhekimi Prof. Dr. Necati Tınaz ve ekibi tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu başarı, hastaneyi sadece bir tedavi merkezi olmaktan çıkarıp, Türk tıp tarihinde önemli bir kilometre taşı yapmıştır. Bugün hâlâ hastane koridorlarında, 19. yüzyıl Osmanlı sahil saraylarının izlerini görmek mümkündür. Ahşap merdivenlerdeki işlemeler ve bazı odalardaki kalem işleri, restorasyon sırasında özellikle korunmuştur. Sakıp Sabancı’nın Katkısı Sabancı ailesinin desteğiyle 1990’lı yıllarda kapsamlı bir yenileme yapılmış, modern tedavi merkezleri eklenmiştir. Metin Sabancı’nın adı, hem ailenin sağlık alanındaki sosyal sorumluluğunu hem de kalıcı bir hatırayı simgeler.