Dünyamıza hükmeden tasavvurun özü; Liberal Kapitalizmin "Bırakın yapsınlar, Bırakın Geçsinler" sloganının açılımı olan "Kar ve Egemenlik için her şey meşrudur" cümlesinde yatıyor. Değerleri ve ahlakı ekonomi ve iktidara feda eden anlayış…
Ekonomiyi temel ve belirleyici kılan bu felsefi yaklaşımın egemen olmasıyla birlikte, bütün insani faaliyetler yeniden tanımlandı. Siyaset, hukuk, kültür, eğitim, bilim, sosyal hayat, aile, hatta din ve benzeri bütün alanların kapsamı ve anlamı süreçle birlikte farklılaştı ve yeniden yorumlandı.
Bu çerçevenin sınır tanımayan en çaplı uygulaması olarak "Küreselleşme", Yeryüzündeki tüm ülkeleri ve insan topluluklarını etkisine alarak merkezi bir gücün uydusu haline getirmeyi hedeflemiş bulunuyor. Bunun için geliştirdiği güç ve tekniklerle en mahrem noktaya kadar her yere önce nüfuz ediyor, sonra ifşa ediyor.
Küreselleşmenin uygulama alanı, toplumların nüfusunun çoğunluğunu barındıran şehirlerdir. Tarih boyunca kültür ve medeniyetler şehirlerde var olmuş ve gelişmiştir.
Günümüz Dünyasındaki ve Türkiye'deki şehirlerin hayli zamandır sahip oldukları ve giderek kazanmakta oldukları özellikler giriş cümlesindeki anlayışın hayata geçirilmiş halinden başka bir şey değildir.
Şehirlerin sosyoekonomik düzeni, ülkeler arasındaki makro düzenin küçük ölçekteki yansımasıdır. Kaynakların yüzde seksenini nüfusun yüzde yirmisi kullandığından ülkelerin ve şehirlerin yüzde seksene tekabül eden nüfusu yoksulluk ve sefalet içindedir.
Sınıflı toplumların tipik özelliklerinin bütün acımasızlığıyla hüküm sürdüğü bir manzarayla karşı karşıyayız. Aynı şehirde varlıklıların artıklarını kendileri için çok lüks kabul eden kesimler yaşıyor. Biraz ötede, had safhaya çıkmış olan açlık ve sefalete duyarsız; lüks, israf ve tüketim çılgınları kol geziyor.
Yeni yaşam stili; toplum kesimleri arasında dayanışmayı, yardımlaşmayı, selamlaşmayı, musahabeyi, dertleşmeyi, birlikte üzülüp sevinmeyi -geliştirmek şöyle dursun- yok ediyor, bitiriyor. Her kes gelirine göre kurulan mahalle ve semtlerde daha çok bireyselleşiyor ve bencilleşiyor.
Var olan değerler aşağılanıp tahrip edilirken; hiçbir ölçü, kaygı ve sorumluluk tanımayan ahlaki yozlaşma inanılmaz bir hızla yayılıyor. Şehirler bunu besleyen, teşvik eden yığınla yeni unsura ev sahipliği yapıyor.
Alkolizm, uyuşturucu bağımlılığı, fanatizm, şiddet eğilimi, tüketim çılgınlığı, sapkınlıklar, acımasızlık, duyarsızlık önlenemez boyutta artış gösteriyor. Toplum, özellikle gençlik, bu olumsuzlukların baskın olduğu bir kişiliğe bürünüyor. Okullarda verilen itici eğitim genç beyinleri korumuyor, okul dışındaki anlık hazların yaşandığı ortamların kucağına kapılmasına zemin hazırlıyor.
Kamu otoritesi; ekonomik gücü belirleyici ve bunun için her yolu meşru saydığından servet sahiplerini toplumda imtiyazlı bir konuma çıkarıyor. Kitleleri dikkate almadan kamu imkanlarını onlara tahsis ediyor. Şehir bazında imar rantları bu anlayışı simgeleyen konu olarak öne çıkıyor.
Adaletsizlik her alanda kol gezdiğinden, haklarına düşeni alamayan güçsüz kesimler bilinçaltında kin ve öfke depoluyor.
Kadın bedeni; tüketim, teşhir ve istismarın egemen olduğu modaya kurban edilen bir araca dönüştürülüyor.
Toplumun ve şehirlerin ifade etmekte aciz kaldığımız sayısız sorunu bulunuyor. Her geçen gün bunlara yenileri de ekleniyor.
Bu şartlarda şehirlere yöneticiler atanacak, pardon seçilecek.
Karar sahipleri de adaylar da mevcut durumu güçlendirecek projelere imza atacaklarını söylüyorlar. Egemen kültürü daha yerleşik hale getireceklerini beyan ediyorlar.
Yani, gücün karşısında acz içinde, esir kalmaya devam edeceğiz.
Seçeneğimiz, alternatifimiz, önerimiz, felsefemiz hayat bulmayacak.
25.11.13