Şehre Dair Düşünceler-1

Şehir… Kişi an gelir yalnızlığını paylaşır onunla, an gelir; gecenin karanlığında kendine sohbet arkadaşı eder onu, mısralarla, cümlelerle, çektiklerini, yaşadıklarını, hissettiklerini, en koyu ıstırabını, sevincini anlatır ona, an gelir; seyrine meftun olduğu dağına, ovasına türkülerle seslenir, rahmet okur bu toprakları bırakanlara, Fatihalar gönderir. Şehir böyle bir şeydir; şairin, yazarın, anlamasını, sevmesini, korumasını bilenlerin nazarında… Ne var ki bugün; çözümsüzlüğe doğru giden, gürültüsü patırtısı her gün artan, tepeden bakınca insanın ruhunu bunaltan bir dağınıklığın ve karışıklığın esiri olmuş, damlarına kuşların konmadığı, samimiyetin nişangâhı halinde yükselen evlerin toprağa dönüştüğü şehirlerde insanlar, habire yer değiştiriyorlar.

Zamanı ve mekânı şaşkınlığa uğratıyormuşçasına oradan oraya koşturup duruyorlar. Bu tavırlarıyla daha güzel evlerde oturarak bazı duygularını tatmin etmeye çalışmak isteseler de aslında hep bir şeyleri arıyorlar. Kendilerinin yarattığı hapishanelerde, hep daha büyüğünü yapmanın ihtirasıyla yanıp kavruluyorlar. Bir yerde yerleşik olmanın komşuluk, arkadaşlık, dostluk gibi sağlam bağlarla birbirine bağlayamadığı insanlar; dağılmanın ve savrulmanın şokuyla böyle davranarak, olanı biteni görmezden gelmeye, yaşamaya çalışıyorlar. Ama eksik olan bir şey, hem de çok önemli bir şey var ki; o da mutlu olamadıkları, mutlu olamadığımızdır.

Bu eşsiz, benzersiz kültür ve insanlık mirasının yerlerine yenilerini koymak mümkün olmadığından, onları gözümüz gibi korumalı, nasıl teslim almışsak gelecek nesillere de öyle teslim etmeliyiz.

Tarihi eserlerimizi bakımlı, tertemiz, özenle muhafaza edip, bu haldeyken karşılarına geçip o ruh açıcı görüntülerini seyrettikçe, yaşadığımız yere bağlılığımız ve sevgimiz derinleşir. Geçmişimizle daha da gururlanır, atalarımıza olan saygımız artar, böylesine yüksek seciyeli bir milletin çocukları olmanın övüncü ve gönenciyle geleceğe bakarız.

Tarihi eserlerimize göstereceğimiz ilginin, yaşadığımız yerle kuracağımız bağın anlam kazanmasına ve giderek kuvvetlenmesine olan tesiri hakkında çok şey söylenebilir. Ancak bu konuda bir İstanbul aşığı olan Prof.Dr.Hüsrev Hatemi’nin şu sözü, şehirde yaşayanlara rehber olacak niteliktedir: "Tarihi eserlerimize bakıp zevk almayı öğrenin ki sizde de İstanbul sevgisi oluşsun."

Bir terbiyenin ve zevkin etrafında teşekkül eden müşterek bir hayat” olarak da düşünebileceğimiz şehirlerde yüz yıllar içerisinde kurulan medeniyetler sonucunda oluşan hayat tarzlarını yansıtan mekânlar hakkında, o şehirde yaşayan insanların sosyo-kültürel arka planlarını araştırmadan bir yorumda bulunmak ya da bir algı ortaya koyabilmek mümkün değildir. "Mekânın doğasını" anlama çabası olarak adlandırabilecek çalışmalar sayesinde “mekânla insan, mekânla toplum, mekânla mekân ve mekânla şehrin ruhu arasındaki ilişkiler bütünü” ancak böyle bir çabanın ardından kavranabilir. Bu yönüyle "şehircilik sosyal bir faaliyettir." ve "Bir nesne olduğu kadar, bir özne de olan şehrin organik ve sembolik yapısı bir cetvel ve bir pergelle anlaşılamaz.” Hatta varlığını uzun süre devam ettiren bir mekân, hızla değişen mimarî tarzlara rağmen şekil olarak pek değişiklik göstermiyorsa, burada mimariden daha fazla sosyo-kültürel yapıdan söz etmek daha doğru olacaktır. Böyle durumlarda şehri oluşturan mekânlar, bulundukları zamanda üstlendikleri rolden ziyade, şehirle birlikte ortaya çıkışlarından bu tarafa geçirdikleri süreç doğrultusunda değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.

İşte günümüzde de önemi giderek artarak devam eden ve şehirlere farklılıkla beraber ayrı bir güzellik de kazandıran, bakanı kendine hayran bırakan en önemli özelliklerden biri de meydandır. “Şehir meydansız olmaz” ya da meydanı olmayan şehirler, şehircilik bakımından birçok yönden eksik şehirlerdir desek, her halde abartmamış oluruz.

Zira meydanın şehre kattığı fiziksel değer ve kültürel mana; üzerinde çokça durulmaya, düşünülmeye, anlatılmaya muhtaç bir konudur. Eğer bulunduğunuz şehir, meydan açısından zayıf, böyle bir estetik unsurdan yoksun ya da eksikse; meydan yönünden zengin şehirlere gittiğinizde, o şehirlere özenirsiniz ve “neden benim şehrimde de böyle meydanlar, genişliğiyle, ferahlığıyla insan ruhuna tesir eden bu tür yerler yok” diye kendi kendinize üzülürüp durursunuz. Hele de şehir kavramının ne olduğuna az çok aşina biriyseniz; bu üzüntü sizi hiç terketmez.

Aslında ülkemizde geçmişin şehirlerinde meydan çok önemli olmuştur ve bir şehir genişleyip büyürken, serpilip gelişirken, dokusu içerisinde mutlaka bu tür mekânlara yer verilmiştir. Daha çok camilerin etrafında teşekkül eden ve sohbet yerleriyle, dükkânlarıyla, alış veriş mekânlarıyla, çarşısıyla, pazarıyla günlük hayatın birçok yanını barındıran meydan, öncelikle kültürün bir öğesidir. Meydanlar; “geleneksel şehirlerin uzun geçmişlerinden süzülüp gelen ve bütün ilişkilerde etkili olan zengin bir kültürün” görünen yüzüdürler. Meydanlar, nesilden nesile aktarılarak zenginleşen bir kültürün izlerini taşırlar. Hayat buralarda farklı şekilde sürer ve insanlar; devamlı diri kalan bir akışın ortasında, onun ritmine kapılmış, onun canlılığından etkilenmiş bir halde zamanlarını geçirirler.

Ne var ki; son dönemlerde bu konuya gösterilen yakın ilgi sebebiyle; tarihi eserlerin etrafı yeniden açılmaya, eskinin meydanları bir bir ortaya çıkarılmaya başlandı. Böylece kültürel mirasımızın gözler önüne serilmesi sonucunda, tarihimize ve kültürümüze karşı yüklendiğimiz görevleri tekrar yerine getirmeye başladık. Batının şehirlerinde küçükten başlayarak büyüğe doğru adeta bir gül gibi açılan ve her gördüğünüze, içinizdeki heyecanın katlanarak büyümesi eşliğinde baktığınız meydanların benzerlerine artık bizim ülkemizde de rastlamak mümkün. Böyle bir manzarayı yeniden inşa etmek ve bunlara her gün yenilerini eklemek için gayret edenlere teşekkür etmeliyiz. Eski meydanları ortaya çıkarıp, başkalarını da onlara ekleyerek şehirlerimizi süsledikçe; büyük bir tarihi mirasın varisleri olduğumuz daha iyi anlaşılabilir. Yoksa; sadece kelimelerin büyüsüne sığınarak ve elimizdekilere sahip çıkmayarak bunu başaramayız.

Şehir kültürü, köy kültürüne göre daha fazla işlenmiş, kurumlaşmış ve bu sebeple de tesirlidir. Şehre dışarıdan gelen nüfusun miktarı, şehirli nüfusun tabiî artış hızını aşmadığı sürece, şehir kültürü köy kültürünü etkiler ve köyden gelenler belli bir süre sonra şehirli tutum ve davranışlarını benimserler.

Şehre sonradan gelen nüfus, şehirli nüfus artışını, özellikle de belli süre şehirde kalmış olanların, yani “şehirli” kavramı içine oturtabileceklerimizin sayısını aşınca, etkileme tersine döner. Azınlıkta kalan şehirli nüfus, hızlı bir şekilde göçle gelenlerin etkisinde kalır ve şehirler giderek köyleşir. Bu günkü problemlerimizin en başta geleni, alınan göçle birlikte şehirlerimizin her geçen gün nüfus açısından hızla büyümesi, fakat sosyal kültürel açıdan giderek küçülmesi ve köyleşmesidir.