Dünya yeni yılın mahmurluğu henüz üzerinden atamamışken, ilk kriz haberleri ajanslara düşmeye başladı:
- Suudi Arabistan, aralarında Şii din adamı Şeyh El Nimr'in de bulunduğu 47 kişiyi idam etti.
- Şeyh El Nimr'in haksız yere kanının döküldüğünü söyleyen İran'ın Dini Lideri Ayetullah Hamaney,Suudi siyasetçilerin ilahi intikamla yüz yüze geleceğini ifade etti. İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hüseyin Cabir Ensari ise, Suudi Arabistan bu idamın bedelini ödeyeceğini söyledi.
- İran'da El Nimr'in idamına tepkiler sokağa taştı. S.Arabistan'ın Meşhed Konsolosluğu ve Tahran Büyükelçiliği ateşe verildi.
- Gerginlik giderek tırmanıyor. S.Arabistan, İran ile tüm ilişkilerini kestiğini açıkladı.
- S.Arabistan'ın ardından Bahreyn, Sudan ve Cibuti de İran ile ilişkilerini kesti. Birleşik Arap Emirlikleri, Katar ve Kuveyt ise diplomatik irtibatı en alt seviyeye düşürme kararı aldı.
- İran'a Viyana Sözleşmesini hatırlatan Türkiye, Tahran ve Meşhed'deki Suudi Arabistan misyonlarına yönelik saldırıların kabul edilemez olduğunu bildirdi.
- Tahranyönetimi, Yemen'deki büyükelçilik binasının Suudi savaş uçakları tarafından vurulduğunu iddia etti.
Evet, gerginlik bitmiş, kriz dinmiş değil. Öncelikle yanlış bir anlaşılmayı düzeltelim. S.Arabistan'ın idam ettiği 47 kişinin sadece 4'ü Şii. Diğer 43'ü Arap Yarımadası El Kaidesi üyesi. Onların Şiilikle ilgisi yok. Aralarında Al Şuveyl gibi örgütün lider kadrosundan olanlar var. İdam edilenlerin tamamı terörist faaliyetlerde bulunmak, halkı devlete ve rejime karşı kışkırtmak gibi şeylerle suçlanıyorlardı. Yani suçlamalar dini değil, siyasi.
Zamanın eskitemediği bir silah: Teopolitik
"İmparatorluk Politikalarında Teo-Stratejiler ve Türkiye" kitabının yazarı İlahiyat Profesörü Nadim Macit teopolitik kavramını; "kültürel bilinci, ortak tasavvur biçimini, sembolleri ve mitleri dini-politik dille ortak bir amaç için güç unsuruna dönüştürmek" şeklinde tanımlıyor. O'na göre teopolitik; dini, devletlerin ve güç merkezlerinin uyguladıkları politikaları meşrulaştırma aracı olarak kullanmaktır. Yani dinin ilahi, teolojik bağlamından koparılıp, siyasal bir araca dönüştürülmesidir.
Esasen insanlık tarihi bunun örnekleriyle dolu. Eskiler bir yana, modern zamanlarda bile pek çok teopolitik projeye şahit oluyoruz. Her fırsatta kendisinin sekülerleştiğini, dünyevileştiğini söyleyen Batı, yakın geçmişte teopolitiğin en uç uygulamalarına sahne oldu, hala da oluyor. Evanjelizm, Ekümenizm ve Siyonizm bunun en tipik örnekleri. Her üçünde de siyaset ve din iç içe geçmiş. George Bush ve sonrası ABD'nin savaşçı ve işgalci Ortadoğu politikasının mimarı, dünyada Hıristiyanlığın hakimiyeti için çalıştığını iddia eden Evanjelistlerdir. Yine Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği'ni çevreleme politikasının araçlarından olan "Yeşil Kuşak", merkezine İslam'ın oturtulduğu fevkalade başarılı bir ABD projesidir. Daha da ileri giderek, başta S. Huntington'un Medeniyetler Çatışması olmak üzere, yakın zamanda vizyona giren tüm stratejik tezlerin temelinde az ya da çok teopolitiğin bulunduğunu söylemek mümkündür.
Acemde oyun bitmez!
Batı öyle de, doğu farklı mı sanki! Özellikle de Ortadoğu. Bölgede, kendi siyasi emellerine erişmek uğruna dini değerleri kullanan örgütün ve devletin haddi hesabı yok. Barış, kardeşlik ve güzel ahlak dini olan İslam, şimdilerde sadece kanla, terörle ve savaşla anılır oldu. Sorunun biri bitmeden, diğeri başlıyor. İşte, S.Arabistan ile İran karşı karşıya. Birbirlerine karşı kullandıkları çatışmacı dil, tamamen dinsel.
Esasen İran'ın idam olgusuna topyekun karşı olduğu söylemek zor. Çünkü kendi hukukunda da idam cezası var. Konuya genel bakmaktan ziyade, seçici davranıyor. S.Arabistan'ın idam ettiği kişilerden sadece birinin derdinde. Krizin görünürdeki nedeni, Şii bir alimin idam edilmesi. Ne yazık ki Ortadoğu'da zemin, yıllardır uygulanan ötekileştirme politikaları nedeniyle Şii-Sünni çatışması için uygun hale geldi. İran bunun farkında. Bütün Şiileri ayağa kaldırmaya çalışıyor. Üstelik hedefe sadece S.Arabistan'ı değil, diğer Sünni ülkeleri ve toplumları da koyarak. Açıkça ifade etmek gerekirse, Şiilik İran açısından sadece bir kamuflaj. Amacı bölgede kendi hamiliğinde bir kuşak oluşturmak. Emperyalizmin İslam dünyasında en çok arzuladığı şeyin mezhep çatışması olduğunu bilmesine rağmen, hiç çekinmeden mezhep silahına sarılıyor.
Ya S.Arabistan'a ne demeli! İran'dan geri kalır yanı yok. O'nun için din, sadece bir enstrüman. Başta ABD olmak üzere diğer Batı bloku ülkelerini arkasına alarak, bir de askeri ve ekonomik gücüne güvenerek İslam dünyasındaki etkinliğini artırma peşinde. Geçmişte bu politikaları gizli saklı yürütürken, son yıllarda alenileştirdi. Basra Körfezi'ndeki siyaseten küçük, fakat ekonomik olarak büyük hidrokarbon zengini devletleri kanatları altına aldı. Halihazırda Suriye iç savaşının en aktif taraflarından biri. Orada rejim karşıtı muhalifleri destekliyor. Yemen iç savaşında ise rejimin yanında. Başını çektiği koalisyon kuvvetleri, hükümeti devirmek için mücadele eden Şii Husi militanlarını vuruyor. Özellikle bu iki olay, 1979 İslam Devrimi'yle bozulan ve bir daha da düzelmeyen İran ile ilişkilerinin yeniden gerilmesine fazlasıyla yetti. Gerilimin altında yatan bir diğer neden ise, her iki ülkenin taban tabana zıt petrol politikaları. Yani maddi çıkarlar.
Anakronizm: Müzmin bir şark hastalığı
Aslında farklı uçlarda görünseler de, İran ve Suudi Arabistan rejimlerinin birbirlerine benzeyen pekçok yönü var. Mesela siyasal bakımdan her ikisi de anakronik. Yani zamanın dışındalar. Daryush Shayegan, "Yaralı Bilinç" adlı kitabında bu iflah olmaz şark hastalığını çok güzel anlatır.
S.Arabistan, yaklaşık beş bin kişilik hanedan ailesinin yönettiği bir krallık. Petrole ve Hac turizmine dayalı muazzam bir zenginliğe hükmediyor. Kraliyet ailesi şatafat içerisinde bir saltanat sürerken, ülkenin bazı kesimlerinde sefalet kol geziyor. Bütçesinin büyük bir bölümünü silahlanmaya ayırmış. Yönetim, İslam dünyasının temel sorunlarıyla pek ilgili değil. Mısır'da devrimci Mursi'ye karşı, darbeci Sisi'ye destek verdi. Filistin sorununa karşı son derece duyarsız. Halk, yaklaşık iki asır önce bildiğimiz Sünnilik geleneğinden koparılmış. Ülkeye ve rejime 18. Yüzyılda Muhammed Bin Abdulvahhab'ın sistematize ettiği marjinal Selefi bir anlayış olan Vahhabilik hakim.
Konunun uzmanlarına göre İran geleneksel Şia anlayışına pek uymayan, bazı Şii din adamlarının dahi revizyonist olarak nitelendirdiği bir politika uyguluyor. 1979 İslam Devrimi'yle oluşan bahar ve barış havası çoktan kaybolmuş. Devrimin önderi Ayetullah Humeyni'nin "ne doğu, ne batı" ilkesini unutup, Şiilik şemsiyesi altında Rusya ile kol kola Ortadoğu'yu dizayn etmeye çalışıyor.
Aslında her iki ülkenin ve temsil ettikleri anlayışın ne İslam dünyasına, ne de insanlığa verebilecekleri fazla bir şey yok. Her ikisi de, yüzyıllardır bir arada barış ve kardeşlik içerisinde yaşayan farklı mezheplere mensup Müslümanları kutuplaştırmaya çalışıyor. Asıl dertleri ise iktidarlarını korumak ve bölgesel güç olmak. Bu sevda uğruna, açlık, sefalet, terör ve iç savaş gibi binbir problemle boğuşan İslam dünyasını mezhep çatışmasının eşiğine getirdiler. Bölge dışı emperyalist güçlerin ekmeğine yağ sürüyorlar. Tablo vahim. Yangın kapıda. Hepsi bir yana, bu yangını önlemek için Türkiye'nin çok dikkatli olması lazım. Bu ateş herkesi yakar!