Suriye’de Kurgulanan Kaos: İsrail’in Gölgesinde Hareketlenen Aktörler ve Bölgesel Hesaplar

Suriye sahasında yaşanan son gelişmeler, yaşananların tesadüfi ya da birbirinden kopuk olaylar olmadığını açık biçimde göstermektedir. Aksine, sahadaki hareketlilik; uzun süredir adım adım inşa edilen, dış müdahalelerle yönlendirilen ve belirli aktörler üzerinden yürütülen çok katmanlı bir planın parçası olarak okunmalıdır. Bu bağlamda yaşananları doğru anlamak için olayları tekil başlıklar halinde değil, birbirini tamamlayan halkalar olarak değerlendirmek gerekir.

8 Aralık’ta Suriye halkının Esad rejiminin çöküşünü kutlamak üzere meydanlara çıkması, toplumun büyük kesiminde yeni bir döneme dair umut doğurmuştu. Ancak bu tabloya, özellikle YPG, bazı Dürzi gruplar ve Ghazal Ghazal gibi figürlerin mesafeli duruşu dikkat çekti. Bu aktörler, halkın ortak sevincine katılmak yerine sürecin dışında kalmayı, hatta karşıt bir pozisyon almayı tercih etti. Bu durum, daha ilk günden sahada farklı bir ajandanın varlığına işaret ediyordu.

13 Aralık’ta Şam yönetiminin Lazkiye ve Tartus’tan gelen 200 kişilik bir heyetle yaptığı görüşme, sahil bölgesine yönelik güvence ve çözüm arayışının göstergesiydi. Ancak tam da bu süreçte, Ghazal Ghazal’ın diyalogu reddeden, “temsil gaspı” söylemiyle kitleleri sokağa çağıran açıklamaları, çözüm yerine gerilimi besleyen bir çizginin bilinçli şekilde devreye sokulduğunu ortaya koydu. Bu tutum, ilerleyen günlerde yaşanacakların bir ön hazırlığı niteliğindeydi.

22 Aralık’ta Türkiye’nin en üst düzey güvenlik ve dış politika yetkililerinin Şam’a gelmesi, sahadaki dengeleri doğrudan etkileyen bir başka kritik eşikti. Aynı gün, Süveyda’da konuşlu milis güçlerin Suriye güvenlik unsurlarına saldırması, tesadüf olmaktan çok uzak bir zamanlamaya işaret ediyordu. Nitekim bir gün sonra Washington Post’un yayımladığı haber, İsrail’in bu gruplara silah ve mali destek sağladığını, hatta İsrail helikopterlerinin Süveyda’ya mühimmat indirdiğini ortaya koydu. Bu bilgi, yaşananların bölgesel bir planın parçası olduğunu açıkça gösterdi.

Aynı süreçte SDG’nin Halep’in Eşrefiye ve Şeyh Maksud mahallelerine yönelik saldırıları, sivilleri hedef alan bir baskı politikasının sürdüğünü ortaya koydu. Ardından New York Times’ın yayımladığı dosya, eski rejim subaylarının, özellikle de Süheyl Hasan ve çevresinin, Rami Mahluf finansmanı ile mezhepsel kaos üretmeye çalıştığını belgeledi. Bu tablo, sahada birbirinden bağımsız gibi görünen aktörlerin aslında ortak bir hedef doğrultusunda hareket ettiğini gözler önüne serdi.

26 Aralık’ta Humus’taki İmam Ali Camii’ne yönelik gerçekleştirilen terör saldırısı ise bu senaryonun en tehlikeli aşamasını temsil ediyordu. Alevi toplumunu hedef alan bu saldırı, bilinçli biçimde mezhepsel çatışmayı tetikleme amacı taşıyordu. Nitekim hemen ardından gelen açıklamalar, olayın faillerinden çok siyasi sonuçlarına odaklandı. Alevi toplumuna “tehdit altındasınız” mesajı verilerek, dış müdahale ve federalizm söylemleri yeniden dolaşıma sokuldu.

27 Aralık’ta İslami Alevi Konseyi Başkanı’nın uluslararası koruma çağrısı yapması ve yaşananları Yahudilerin maruz kaldığı soykırımla kıyaslaması, bu stratejinin medya ayağını tamamladı. Aynı gün, Lübnan sınırında yakalanan eski rejim subayları ise sahadaki karanlık ilişkilerin sadece görünen kısmıydı. Buna paralel olarak, YPG, Ghazal Ghazal çevresi, bazı Lübnanlı medya organları ve İsrailli figürlerin eş zamanlı propaganda yürütmesi dikkat çekiciydi.

Son olarak 28 Aralık’ta Lazkiye ve Tartus’ta düzenlenen gösteriler, mezhepçi sloganlar ve güvenlik güçlerine yönelik silahlı saldırılarla sonuçlandı. Bu, planın son aşamasıydı: sokakları kaosa sürüklemek, devleti güvenlik zaafı içinde göstermek ve dış müdahale için zemin hazırlamak.

Tüm bu gelişmeler birlikte okunduğunda ortaya çıkan tablo nettir: İsrail, sahadaki uzantıları üzerinden YPG, bazı Dürzi yapılar ve Alevi kimliği üzerinden yeni bir fay hattı inşa etmeye çalışmaktadır. Amaç; Suriye’yi yeniden istikrarsızlaştırmak, merkezi otoriteyi zayıflatmak ve bölgeyi uzun vadeli bir parçalanma sürecine sokmaktır. Bugün yaşananlar tesadüf değil, adım adım örülmüş bir stratejinin sahaya yansımasından ibarettir.