Zaman hızla akıp gidiyor. Dünya bilinmez bir akıbete doğru seyir halinde. Ülkeler ETEKLERİNDEKİ TAŞLARI döktükçe, ilginç bir fotoğraf çıkıyor karşımıza. Bu öylesine bir ilginç ki, renklerin iç içe geçmiş giriftliğinin bile gizleyemediği bir NETLİK SERGİLİYOR bu dem önümüzde. Baş döndürücü görüşmelerin, verilen fotoğrafların ve kodları satır aralarına serpilmiş açıklamaların, bir ipucu olmaktan daha fazlasını ihtiva ettiği kesin. Tüm bu hususları harmanlayarak adım adım ilerlediğimizdeyse, bölgemizin nasıl bir girdaba doğru sürüklendiğini kavramak hiçte zor görünmüyor. Kaldı ki büyük aktörlerin Yeni Dünya Düzeni mücadelesinde Afrika, Orta Asya ve özellikle de Ortadoğu'nun önemi saymakla bitmez.
Bu açıdan SURİYE'DE SAVAŞ SONA YAKLAŞTIKÇA Türkiye, ABD, Avrupa, İran, Rusya, İsrail, Rejim ve Körfez ülkeleri arasındaki mücadelenin, farklı bir boyut kazandığı muhakkaktır. Bunun bir neticesi olarak ta K. Suriye ve Fırat'ın Doğusuna yönelik senaryolar havada uçuşuyor. Detaylarında henüz uzlaşılamayan "tampon bölge" fikrinin, bu hususta kavşak nokta olduğu çok açık... Mesela başta tampon bölge fikre uzak duranlar olduğu gibi rejimi söz sahibi kılmaya dönük çalışanlar da kamuoyuna fazlaca yer buldu/buluyor. Kimisinin de bölgeye KOALİSYON GÜÇLERİNİ konuşlandırmak isterken, diğer alternatifi ARAP NATOSU üzerine yaptığı malumunuz. Devletimiz ise Milli menfaatleri gereği kendi denetiminde olacak bölgeye, Türkiye'deki Suriyelileri yerleştirmek isterken şuan için diğer ülkelerle bir mutabakat sağlama eğiliminde.
Kısacası bölgemizin şu aralar ABD'nin; "azalarak çekiliyoruz" yada "mış" gibi yaparak izlediği politikanın sancılarını çektiği söylenebilir. Sonu nereye varır bilinmez ama bu durumun Astana Üçlüsü ve İstanbul Dörtlüsünün, kendi aralarında KARŞI KARŞIYA GELECEKLERİ BİR İHTİMALİ gündeme taşıdığı yadsınmamalı. En basiti tampon bölgeyi SADECE REJİME TESLİM ETMEYİ ARZULAYANLAR, rejimin kapasite eksikliği dikkate alındığında, üniformalı PYD/YPG ile desteklenecek bir OLASILIĞA daima kapı aralanacağını untmamalı. İlaveten Esad'ın İran ziyaretinde, Suriye'de oluşturulması planlanan güvenli bölge için sarf ettikleri "tehlikeli komplolardan biri, güçlü şekilde karşı çıkılmalı" ifadeleri de çok su götürecek cinsten şeylerdir. Tabi PYD/ YPG'nin kafasında, hiç olmazsa "ABD'nin çekildiği bölgelere Ruslar gelsin" görüşünün ağır basması ise oldukça manidar.
Hal böyleyken hadiselerin Türkiye-Rusya-İran ilişkilerine büyük bir zarar vereceğini bilen muhataplarımızın; "Astana üçlüsü olarak Türkiye'nin Suriye sınırındaki endişelerini anlayışla karşılıyoruz" açıklamalarına, hala uygun bir çizgiye gelmemesi düşündürücüdür. Moskova'nın sınır hattına Rus polisini yerleştirme önerisini bu bağlamda ele alırsak, Hem ABD hem de Rusya'nın, Türkiye'nin KAPSAMLI bir harekat yapmasını istemediği çok bariz hissediliyor. Elbette ki bu İki ülkenin YPG/PYD mevzusundaki ÖRTÜK REKABETİ ise yorumlarına yansımış durumda. ABD'nin İran'ın varlığını bölgeden SİLME NİYETİ ve Rusya'nın bu konuda KÖPRÜLERİ ATMAMASI da bir diğer buluştukları noktayı teşkil ediyor. Keza Netanyahu, Rusya ile İran'ın bölgedeki etkisinin kırılması üzerine konuşurken, yabancı savaşçıların Suriye'den çekilmesi için anlaşma yaptıklarının açıklanması özetle bu demektir. Gel gelelim söz konusu ülkelerin, Şam yönetiminin akıbeti hakkında ANLAŞAMADIĞI da kesinlikle sır sayılmaz.
Hülasa sona yaklaştıkça, konuşulmayanların artık masaya getirildiği ve farklı kartların açıldığı şüphesiz... Pazarlıklar, mesajlar, tehditler bundan sonra çokça yaşanacak belki. Lakin son kertede sahada kuvvetli duranın, en fazla söz sahibi olacağı inkar edilemez. Sonuçta Ortadoğu, Akdeniz ve Karadeniz, Yeni Dünya Düzeni için oldukça hayati bir öneme sahip. Ülkemizin konumumu icabı bunlar dez avantaj gibi görünse de, aslında bir açıdan da kozlarımızdır. Zaten o nedenle tüm taraflar dönüp dolaşıp bizim kapımızı çalmaktalar. Ne diyelim! Yakında her şey netleşir. Siz yeter ki bu BEKA MESELESİNİ sulandırmak isteyenlere dikkat edin…
Vesselam…