Tamam da ben beş yaşındayım baba!

Televizyon ekranlarında yine o kravatlı, ciddi yüzlü "büyükler" var. Önlerinde rengarenk ama karmaşık grafikler, dillerinde ise "konjonktürel dalgalanma", "stratejik sabır", "angajman kuralları" gibi sonu gelmez tekerlemeler...

Ekranın karşısındaki vatandaş, elindeki ince belli çay bardağını sehpaya bırakıp bu süslü lafların ağırlığı altında eziliyor. İçinden, "Herhalde bir bildikleri var, devlet aklı çok derin çalışıyor, biz anlamayız" deyip susuyor.

Oysa Einstein’a atfedilen meşhur bir söz vardır: "Bir şeyi 6 yaşındaki bir çocuğa anlatamıyorsanız, siz de anlamamışsınız demektir."

Gelin, bugün o kravatlı abilerin süslü kelimelerini bir kenara bırakalım. Türkiye’nin son 24 saatini, salonun ortasında oyuncaklarıyla oynayan 5 yaşındaki bir çocuğun saflığıyla sorulabilecek o "basit" ama kralları çıplak bırakan sorularla, bu defa biz bir A/B testine tabi tutalım.

"Baba, polis abiler neden öldü?"

Küçük çocuk, halının üzerinde arabalarını yarıştırırken aniden durup babasına dönüyor. Gözlerinde yaşına özgü acımasız bir merak var.

"Baba" diyor, "Televizyondaki amcalar kötü adamları yakaladık diyorlar ama neden polis abilerimiz öldü?"

Baba, elindeki siyah beyaz gazeteyi hafifçe indirip gözlüklerinin üzerinden oğluna bakıyor. Cevap vermek zor. Çünkü çocuğun sorduğu, burnumuzun dibindeki o hücre evi meselesi. Şehrin göbeğinde terör örgütlerinin aylardır nasıl cephanelik kurduğunu, konvoylar yaptığını anlatmak kolay değil. Devletin "gözü" olanların bu silah yığınağını neden sadece izlediğini, operasyona gidilirken neden zırhlı araç olmadığını, çatışmanın neden saatlerce sürdüğünü ve polislerimizin neden şehit düştüğünü süslü laflarla geçiştiremezsiniz.

Çocuk durmuyor, devam ediyor: "Baba, hani geçen gün meydanda bir abi varmış, elinde sadece karton pankart tutuyormuş, 'Geçinemiyorum' yazıyormuş. Onu hemen alıp götürmüşler. Hücre evindeki kötü adamların elinde tüfekler varmış, onlara neden hemen gidememişler?"

Babanın boğazı düğümleniyor. Çocuğa, "Oğlum, bu ülkede kalaşnikof tutana sabırımız taşmasın kin büyümesin diye 'sabırla', pankart tutana bazen hızlıca 'kelepçe' ile gidilebilir" diyemiyor. "Çatışma daha fazla büyümesin diye bazen teröriste inat derecesinde bir sabırla müsamaha, öğrenciye ise öfke gösterilebilir" de diyemiyor. Çünkü 5 yaşındaki bir kalp, "devlet aklı" denen bu yaman çelişkiyi kaldıramaz.

Ankara Semalarında "Gizemli haller"

Sonra çocuk başını pencereye çevirip gökyüzüne bakıyor. Ankara semalarında dolaşan o İHA geliyor aklına. "Baba, geçen gün uçan o garip şeyi asker abiler neden hemen düşürmedi? Uçaklarımız mı yok?"

Baba derin bir nefes alıyor. Hava Kuvvetlerimiz yetersiz mi? Asla. Peki o İHA neden 2 saat 5 dakika boyunca kentlerin üzerinde tur attı?

Burada komutanın çaresizliğini çocuğa nasıl anlatırsınız? Komutan çıkıp, "Evladım, acaba bu İHA üzerimizde bir test mi yapıyor, bizim korku seviyemizi mi ölçüyorlar?" diyemez. Çünkü bu toprakların bir 'A/B Testi' sahasına, insanların da birer veriye dönüştürülebileceğini sessizce düşünmesi bile zordur.

O yüzden en eski bir bahaneye sığınırcasına: "Ast-üst ilişkilerinde, talimat beklenebilir." Ama çocuk o berrak zihniyle soruyu yapıştırır: "Baba, düşman kapıya dayandığında da telefonla izin mi isteyeceğiz?"

Mimar Sinanlar mı Muhteşem Adamlar mı?

Televizyonda haberler değişiyor. Siyasetin zirvesinden "Mimar Sinan" ve "Sultan Süleyman" benzetmeleri havada uçuşuyor. Çocuk kıkırdıyor.

"Baba, televizyondaki dede şaka mı yapıyor? Mimar Sinan olmak o kadar kolay mı? Ben de odamda parça parça çok yüksek kuleler yapıyorum, o zaman ben de mi Mimar Sinan oldum? Gemilerim de var senin haberin yok ki acaba Barbaros olabilirmiyim? Gerçek Sinan'ın eserlerine bakınca herkes hayran kalıyor, bu amcaların yaptıklarına bakınca neden herkes 'Acaba sağlam mı?' diye endişeleniyor?"

Baba artık terlemeye başlıyor. Çünkü bu benzetme sadece tarihe değil, zekaya da hakaret. Mimar Sinan taşın ruhunu biliyordu; şimdikiler sadece imar rantının ruhunu sezer gibi görünüyor. Ama bunu söylemek yerine kumandaya uzanıyor, kanalı değiştirmek istiyor.

O sırada ekranda ünlü bir iş insanı beliriyor. "Ben de geçinemiyorum" diye şaka yapıyor, stüdyodakiler gülüşüyor. Ama altyazıda New York'ta 4.000 dairesi olduğu geçiyor.

Çocuk yine affetmiyor: "Baba, bu amca parayı bizim ülkemizde kazanıyor ama kumbarasını neden New York'ta tutuyor? Sen taksitleri öderken zorlanıyorsun, o neden gülüyor?"

Baba, çocuğa "Dinleme onları" dese de, o cümle kulaklarımızda çınlıyor: "Kefenin cebi yok ama ortada amanda aman tapuları var" düzeni bu.

Tek adam mı, beceriksizler ordusu mu?

Çocuk soruları peş peşe sıraladıkça, köşeye sıkışan baba en sonunda o gizemli “ulti”, otoriter savunmaya geçiyor. "Oğlum"diyor, sesi biraz yükselerek, "Her şeyi tek bir kişi yapıyor, Tek Adam diyorlar ya, o yüzden yetişemiyor belki..."

Çocuk şaşkınlıkla gözlerini kocaman açıyor: "Baba, Cumhurbaşkanı Amca hangi süper kahraman ? Hem Türkiye’de ki köprüleri alt geçitleri, hem tarladaki domatesi, hem salatadaki reyhanı, hem okuldaki öğretmeni, hem de havadaki uçağı o mu yönetiyor?"

Baba hafifçe gülümsüyor, oğlunun başını okşuyor. "Evladım, akıl var mantık var. İnanma sen onlara. Bir gün 24 saattir. En güçlü insan bile olsa, uyuması lazım, dinlenmesi lazım. Bir insan tek başına her şeye yetişemez, fizik kurallarına aykırı. O 'Tek Adam' lafı, aslında beceriksizlerin en büyük iftirasıdır. Görevini yapmakta zorlanabilen polis müdürü, İHA'yı vuramayan komutan, binaların çürüklüğüne göz yuman müteahhitler hepsi 'Yukarıdan emir bekledik' diyerek kendi suçunu o tek kişinin sırtına yükleyebiliyor."

Çocuk ikna olmuş gibi başını sallıyor ama son sorusunu sormadan edemiyor: "Peki baba, neden gerçekleri söylemiyorlar?"

Baba, artık kaçacak yeri kalmadığını anlayınca o klasik ebeveyn kozunu oynuyor: "Oğlum, sen ödevlerini yaptın mı bakayım? Ne meraklı Melahat oldun sen başıma bu akşam? Hadi bakalım, marş marş odana!"

Gerçek bir netlik

Çocuk odasına giderken biz geride kalanlar şu hakikati biliyoruz: Tarihi taklit edebilirsiniz, kendinize "Süleyman" veya "Sinan" diyebilirsiniz ama hakikati taklit edemezsiniz.

Yolunuz İstanbul’da Beşiktaş’a düşerse, Barbaros Hayrettin Paşa’nın türbesine bir uğrayın. Başucunda asırlardır dalgalanabilen o siyah sancağa bakın. Barbaros Paşa, denizlere hükmederken "iletişim stratejisi" kurgulamadı, kurguladıysa da A/B testlerini milletin suratına tükürmedi. Sancağını rüzgara bıraktı ve herkes mesajı gerçek bir netlikte aldı: "Güç biz de artık”

Bugün ekranlarda bağırıp çağıranlar şunu unutmasın: Gerçek güç bağırmaz, gösterir. Öyle "Agam yapar ben satarım" mantığıyla olmaz. Gerçek Mimar Sinan, yaptığı binanın arkasında dururdu; ayıbını süslü çiçeklerle gizlemezdi. Ve gerçek devlet, öğrencisini hapse atıp, teröristi saatlerce seyretmez.

Sana öyle hissettirdiyse, büyüyünce haberleri ve gerçekleri doğru okumayı öğrenirsin evlat. Şimdi senin için için hiç sırası değil. Hadi, şimdi doğru yastığa.

Gerisi bu saatlerde hepimiz için fazla gürültü olabilir.