Tarihin kırıldığı an

Bazen bir seyyah, nesillerdir ailesine yol göstermiş, parşömen kokan, kenarları yol yorgunu bir haritayı açar ve anlar ki artık hiçbir işe yaramamaktadır. Dünkü nehir yatağını değiştirmiş, dünkü dağ eteğinde yeni bir vadi belirmiş, dünkü güvenli liman sular altında kalmıştır. Elindeki harita bir yalan söylemez; sadece artık var olmayan bir dünyanın hatırasını taşır. İşte 7 Ağustos 2025’in sabahında uyandığımız dünya, tam da böyle bir his veriyor insana. Hepimiz, avucunda eskimiş bir haritayla, tamamen yeni bir coğrafyaya şaşkınlıkla bakan o seyyah gibiyiz.

Zamanın dokusunda nadir anlar vardır; tarihin ağır aksak ilerleyişinin aniden hızlandığı, fay hatlarının birikmiş enerjiyi boşalttığı ve geleceğin tek bir anda yeniden yazıldığı anlar... Şu an tam da o anlardan birinin içinden geçiyoruz. Bu bir abartı değil, bir tespit. Yapay Zekâ denilen o soyut fısıltı, artık iş dünyasının yeni ana dili haline geldi. Uzaktan çalışma, bir zorunluluk olmaktan çıkıp kalıcı bir gerçekliğe dönüştü. Kendi hikayesini anlatan bir avuç insanın "içerik üreticiliği" ise, milyonlarca kişiyi besleyen devasa bir ekonomiye evrildi.

Bu devasa değişimler, büyük bir orkestraya aniden yeni ve çok güçlü enstrümanlar eklenmesine benziyor. Elimizde Yapay Zekâ gibi baş döndürücü bir virtüöz, uzaktan çalışma gibi sınırları ortadan kaldıran bir ritim sazı ve içerik ekonomisi gibi her biri kendi melodisini çalan sonsuz sayıda vokal var. Fakat bir sorun var: Orkestrayı yöneten kurumlarımız, şirketlerimiz, okullarımız ve hatta devletlerimiz, hâlâ bir asır öncesine ait bir partisyonla bu yeni müziği yönetmeye çalışıyor. Sonuç mu? Bir kakofoni. Bir uyumsuzluk. Herkesin bir şeyler çaldığı ama kimsenin o büyük senfoniyi duyamadığı bir gürültü.

İşte bu gürültünün, bu kurumsal gecikmenin yarattığı boşluklarda, bazıları sadece "fırsat" görüyor. Onlar bu boşlukları, eski dünyanın kurallarıyla yeni dünyanın zenginliklerini yağmalamak için birer "kaldıraç" olarak tanımlıyor. Onlar için soru basit: Bu uyumsuzluktan en hızlı kim zengin olur? Ancak asıl soru bu değil. Asıl mesele, bu yeni enstrümanlarla nasıl bir eser besteleneceğidir.

Bu noktada gelecek, iki farklı senaryodan birine doğru akacak gibi görünüyor:

Ya bu yeni güçler, toplumsal ayrışmayı daha da derinleştiren birer silah haline gelecek. Yapay Zekâ’yı anlayan küçük bir azınlık, anlamayan devasa bir kitleyi işlevsiz bırakacak; uzaktan çalışma, şehirlerin ruhunu ve toplumsal bağları eritecek; içerik ekonomisi ise her birimizi kendi narsist yankı odalarımıza hapseden birer hücreye dönüşecek. Bu, herkesin kendi çıkarı için "kaldıraç" kullandığı, ama sonunda hep birlikte altında kaldığımız bir enkazın hikayesi olur.

Ya da tam tersi olacak. Bu karmaşayı, bu uyumsuzluğu bir "yeniden inşa" fırsatı olarak göreceğiz. Yapay Zekâ’yı sıradan işletmelerin aklına tercüme eden "yeni zaman mütercimleri" ortaya çıkacak. Uzaktan çalışmanın kurallarını, insan onuruna ve verimliliğe göre yeniden yazan "yeni sosyal mimarlar" işe koyulacak. Dağınık haldeki milyonlarca içerik üreticisini, anlamlı iş birlikleri ve sürdürülebilir iş modelleri etrafında birleştiren "dijital lonca ustaları" belirecek. Bu yol, zenginleşmekten daha fazlasını, bir medeniyet inşasını vadediyor. Bu yol, sadece kârı değil, bilgeliği arayanların yoludur.

Tarih, böyle kırılma anlarında ne yapacağını şaşırmış insanlarla doludur. Çoğunluk, işe yaramadığını bile bile elindeki eski haritaya sarılır, çünkü belirsizlik, bilinen bir yanlıştan daha korkutucudur.

Peki sen, avucundaki o işe yaramaz haritayı bir kenara atıp, pusulanı vicdanına ve aklına göre ayarlayarak bu meçhul topraklarda yeni patikalar açacak bir kâşif misin? Yoksa eski yolların güvenli, bilindik ve artık var olmayan gölgesinde kaybolmayı mı seçeceksin?