“İslamilik” müslümanların bilhassa post/modern zamanlarda özel olarak vurguladığı bir kavramdır. Zira paradigmal olarak egemen olan post/modern yaşam tarzının karşısında nasıl müslüman olarak kalınacağı temel bir soru olma hüviyetini korumaktadır. Dolayısıyla islamilik müslüman bir toplum ve Müslümanca bir hayatın çerçevesine atıfta bulunmaktadır.
İslamilik bugün müslümanların geleceğe doğru projeksiyonunda inşai bir tarzda ele alınmak durumundadır. Batı’ya karşı öykünmeciliğin kendi özgül sınırlarını aştığı bugünkü durumda, müslümanların kendilerini inşa edemediği sürece periferide kalmaya devam edecekleri anlaşılmaktadır. Geleceğe doğru projeksiyonun önemli bir boyutu “tarih”le kurulan ilişkilerdir. Bu anlamda “tarih”le kurdukları ilişkilerde temel problem noktalarına kısaca değinmeliyiz.
“Tarih” kendisinden dersler çıkarılarak geleceğe doğru geliştirilecek tavır ve stratejilerin belirlenmesinde etkin bir rol oynamalıdır. Bu bağlamda İbn Haldun’un tarih kitabının isminin “Kitabu’l-İber” şeklinde başlamasını hatırlatmalıyız. Doğrusu Kur’an-ı Kerim’in tarih anlatımını da bu şekilde değerlendirmek gerekir.
Bugün islami söyleme baktığımız zaman “tarih”le ilişkinin problematik alanlarını görebilmekteyiz ki, bu müslümanların İslam düşüncesine dair vizyonlarını ortaya koymaları bakımından negatif bir duruma tekabül etmektedir. İlkin, tarih ve tarihi vakalar üzerine değerlendirme yapmaları beklenirken, bunun büyük oranda intikamcı bir hesaplaşmaya dönüştürülmesi söz konusudur. Doğrusu geçmişle hesaplaşma yapılırken de, bunun bir değerlendirme olması beklenmelidir. Burada dikkat çekilmesi gereken boyut ise, söylem olarak eline geçirdiği fırsatlarla geçmişle hesaplaşmaya girilirken burada saplanıp kalınmasıdır.
İslami söylemlerin bugün büyük oranda öneriler sunmadığı sadece tarih ve tarihi öznelere eleştiriler getirdiği görülmektedir. Meydana gelen tarihi olayların sebep ve sonuçları üzerindeki değerlendirmeler içermeyen bu söylemler, aslında İslam düşüncesini inşa edici bir malzemeyi de içerisinde barındırmamaktadır.
Tarihte saplanıp kalmanın bir başka görüntüsü şu şekilde tebarüz etmektedir; bugünün ciddi sorunları karşısında öneriler sunmak yerine referans olarak tarihi örneklere gitmek. Müslümanların tarihte imza attığı çok şanlı örneklere dikkat çekilirken, bugüne bir türlü gelinememektedir ki, bu tavır bazı müslümanların sürekli tarihte yaşamalarını birlikte getirmektedir. Bu önemli bir boyutuyla bugünün gerçeklerinden kaçış anlamına gelmektedir.
Tarihle ilişkilerde önemli bir sorun da tarihi bazan bir enstantane, bazan bir çözüm olarak bugüne taşıma tavrıdır. Bu tavırdaki problem “bugün” ve tarih”i aynı geometrik düzlemde birbiri üzerine çakıştırmaya çalışmaktır. Halbuki “bugün” ile “gidilen tarih” arasındaki mesafenin nasıl bir birikim, sorun ve değişim barındırdığını bu tavır hesap etmemektedir. Özellikle İslam tarihinin başarılı “an”larının günümüze taşınma teşebbüslerinin tarihte kalma durumunun bir başka görüntüsü olduğunu söyleyebiliriz. Bugün için müslüman düşünürlerin temel problemlerle veya bir başka deyişle gerçekliklerle karşılaşma konusunda son derece cesur olmaları gerekmektedir.
İbn Haldun kendi döneminde İslam düşüncesinin krizlerini gören ve bunları tarih ve toplum düşünceleri ile analiz eden bir düşünürdür. Tarihi sebep netice ilişkileri üzerinden değerlendiren İbn Haldun “ictimai hadiselerin tabiatı” kavramsallaştırmasıyla bir yandan tarihin diğer yandan toplumun “gerçek”lik analizini hedeflemiştir.
Fakat an itibarıyla ister tarihi vakaların isterse “bugün”ün anlaşılmasında “metafizik yüklemeler”e başvuran tavır işlerliktedir. Meseleleri metafiziksiz okumak tavrıyla bütünüyle metafizik yüklemek arasındaki çizgiyi iyi farketmek gerekecektir. “Tarih”in bugünle irtibatını kurmak aralarındaki mesafeyi çözümleyecek bir müktesebat kadar bir yöntemi de gerektirmektedir. Tarihte kalınca, tarihten kalmış oluyoruz.