Trend

Tefekkür etmenin fazileti nedir?

Tefekkür imanın anahtarıdır. Tefekkür, ‘düşünmek’ demektir. Herhangi bir konuda derin düşünerek onun şuuruna varmaktır. Tefekkür insana mahsus bir özelliktir ve bu yüzden insanı diğer mahluklardan ayıran en önemli özellik de yine tefekkürdür. Peki İslam’da tefekkür etmenin önemi ve fazileti nedir? Mevlânâ Hazretleri tefekkür ve tefekkürün fazileti hakkında ne buyuruyor? İşte cevabı…

Tefekkür imanın anahtarıdır. Tefekkür, 'düşünmek' demektir. Herhangi bir konuda derin düşünerek onun şuuruna varmaktır. Tefekkür insana mahsus bir özelliktir ve bu yüzden insanı diğer mahluklardan ayıran en önemli özellik de yine tefekkürdür. Peki İslam'da tefekkür etmenin önemi ve fazileti nedir? Mevlana Hazretleri tefekkür ve tefekkürün fazileti hakkında ne buyuruyor? İşte cevabı…

TEFEKKÜR ETMENİN FAZİLETİ

Mevlana Hazretleri şöyle der:

"Ey kardeş; sen, tefekkür ile hayat bulmalısın.

Bedenin; kemik ve etten ibaret, hayvanlarda da aynı. Eğer tefekkürün gül ise, sen gül bahçesindesin. Yani dünya cennetindesin. Tefekkürün diken ise, külhan kütüğüsün." (Mesnevî)

Bu tefekkür, mü'minin gönlünden ahlakına ve yaşayışına yansır. Bu sözün bir başka anlaşılma şeklini de Hazret-i Mevlana şöyle söyler:

"Sen, hatırlanması ve dile getirilmesi güzel olan bir söz ol! Çünkü insan, kendi hakkında bir şahitlik olarak kendisini sena eden güzel sözlerden ibarettir." (Mesnevî)

Tefekkür bir îman anahtarıdır. Hak ve hakikate karşı ama olmayan bir kişinin; kainattaki ilahî imzayı, nadîde nakışları ve sonsuz kudret akışlarını görmemesi mümkün değildir. Öyle ki; başındaki göz ama bile olsa, yine de o, basîret gözüyle aşikar olarak görür:

"Âma olan bir kimse bile noksansız bir güneşin doğduğunu, hararetinden anlar." (Mesnevî)

Fakat kalp gözü ama olur ise, ona da en aşikar hakikati dahî göstermenin imkanı yoktur:

"Bakışı eksik, görüşü kıt olan yarasanın gözleri, güneşin ışığını da göremez." (Mesnevî)

Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de kafirler için;

صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ

"Onlar kördürler, sağırdırlar ve dilsizdirler!" buyurur. (el-Bakara, 18)

Çünkü hakkı görmezler, hakikati işitmezler ve kalpleriyle, dilleriyle ikrar edip îmana gelemezler. İnsanı bu hale gaflet düşürür:

"İki parmağının ucunu, iki gözüne koy. Dünyadan bir şey görebilir misin? Görmüyorsan, bu alem yok değildir. Görmemek ayıp ve kusuru, ancak nefsin uğursuz iki parmağına aittir.

Sen evvela gözlerinden parmaklarını kaldır. Ondan sonra dilediğini gör. İnsan gözden ibarettir. Geri kalansa cesettir. Göz ise ancak gerçek dostu (yani Hakk'ı) görene denir." (Mesnevî)

Gaflet, hakikî tefekkürü dondurur. O halde, onu ısıtıp harekete geçirecek bir hararete ihtiyaç vardır ki, Mevlana Hazretleri bunun zikir olduğunu şöyle belirtir:

"Zikir düşünceyi harekete geçirir. Zikri şu donmuş fikre bir güneş yap." (Mesnevî)

Göz ve gönül, böyle bir zikir ve tefekkürle, nurlandırılırsa, kalp gözü hakikatleri seyretmeye başlar:

"Hakk'ı tanıyan iki göz sahibi olursan, iki dünyayı da dostla dopdolu görürsün." (Mesnevî)

Böyle bir göz; insana rehberlik eder:

"İnsana, kimse gözü gibi rehberlik edemez." (Mesnevî)

Nitekim Hazret-i Yûsuf, kendisine; «Heyte lek: Gelsene bana!» diyen Züleyha'nın cazibesinden, Rabbinin burhanını görerek kurtuldu. Allah'a sığındı. Demek ki, onun gözü; hakkı hak ve batılı batıl görebilmişti. Davet edildiği nefse hoş gelen zinanın; aslında ateş olduğunu, yılanlar, akrepler gibi korkunç bir halde olduğunu görebildi.

O esnada köle edilip babasının yanından uzaklaştırıldığı için, yanında onu terbiye edecek ne babası ne de hocası vardı. Fakat onun, tenhada da kalbine ve diline; «Maazallah!» dedirten bir takvası vardı. İnsana değer veren de budur:

"Hayvan nasıl kabiliyeti ile değer kazanırsa, insan da aklını ve kalbini kullanmasıyla değer kazanır." (Mesnevî)

Günümüzde, «akıl» daima vahyin mukabili ve rakibi gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Halbuki böyle bir akıl; kontrolsüz, şaşkın ve tenakuzlarla dolu felsefeci aklıdır.

Gerçek akıl ise; insanı yanlışlardan koruyan, ilahî hakikatleri okumasını ve dinlemesini sağlayan mekanizmanın adıdır. Yani Muhammed Mustafa -sallallahu aleyhi ve sellem-'e kurban olmuş olan akıldır.

Mevlana -kuddise sirruhû- ne güzel söyler:

"Akıl zarûrîdir; ama insanda, ancak aklın sınırlı olduğunu anlayacak kadar akıl olmalıdır." (Mesnevî)

Eğer insan, aklın sınırlı olduğunu idrak edemeyecek kadar akılsız ise; o aciz ve fanî aklıyla, dîni de kendisi vaz' etmeye, onun üzerinde fikir yürütmeye kalkar.

Hazret-i Mevlana uyarır:

"Dînin aslını anlamaya imkan yoktur, ona ancak hayran olunur." (Mesnevî)

Hazret-i Ali -radıyallahu anh-'ın şu sözü de bu hakikatin güzel bir ifadesidir:

"Eğer din, rey ile olsa, ayakların altına mesh etmek, üstüne mesh etmekten daha evla olurdu." (Ebû Davûd, Taharet, 63)

Tefekkür nedir? Nasıl yapılır?