Torik balığı ve sırlı ayna

"Balık baştan kokar" derlerdi eskiler. Hele o balık büyükse, denizin efendisi bir Torik ise; kokusu daha ağır, çürümesi daha derin olurmuş. Haddim değil belki büyük analizler yapmak, dünyayı kurtaracak reçeteler yazmak. Ben kimim ki? Sadece, bu kış gününde burnuma gelen o "koku"dan kaçamayan, camı açsa da o kokuyu evinden çıkaramayan, kendi halinde biriyim.

Çürüyen bir balığın kokusu değil bu; sıcak odalarımızda, konforlu hayatlarımızda yavaş yavaş çürüyen hassasiyetimizin kokusu.

Üç Sınıf, üç imtihan, bu koku beni eskilerin o hikmetli terazisine götürüyor. Ne güzel söylemişler: "Ulema’yı hırs bozar. Ümera’yı (yöneticileri) adaletsizlik bozar. Fukarayı (halkı) ise riya (gösteriş) bozar."

Bugün dünyaya bakıyorum; o büyük "Torik"ler, o küresel Ümera, adaletsizliğin bataklığında. Parası olana kapıları açanlar; sınır kapısında titreyen bebeğe duvar örüyor. Peki ya biz? Biz Fukara (sıradan insanlar) ne ile bozuluyoruz? Maalesef riya ile. Yani o sinsi gösteriş ile. Çocukları alet ederek, onların masumiyetini kendi "duyarlılık vitrinimize" malzeme yaparak bozuluyoruz. O çocuk çamurun üzerinde donarken; bizim vicdanımızı rahatlatmak için o kareyi paylaşıp altına süslü sözler yazmamız, çocuğu ısıtmaz. Sadece bizim nefsimizi parlatır.

İyi insanlar her yerde, buradan o büyük "Torik"lere, o görünmez baronlara da, bir dost acılığıyla sesleniyorum. Belki haberli, belki habersiz... NFT’lerin gölgesinde, soğuk cüzdanların dehlizlerinde transfer ettiğiniz o paralar takip edilmiyor, o dijital izler kayboluyor sanmayın. İstediğiniz kalkanı alın. İstediğiniz illegal savunma lisansını alın. En pahalı siber güvenlik duvarlarının arkasına saklanın. Ama şunu bilin istedim: Size o lisansları satanların, o kalkanları kuranların içinde de "iyi insanlar" var. Vicdanı henüz "sır" tutmamış, o dijital akışın içinde dönen kanlı parayı gören gözler var. Dünya kanunlarının, anayasanın açıklarından sızıp burada "takipsizlik" kararı alabilirsiniz. Kağıt üzerinde aklanabilirsiniz. Ancak unutmayın; kayıt sadece sunucularda tutulmuyor. Levh-i Mahfuz’da silinmez bir kayıt defteri var. Orada paranın ne kadar hızlı döndüğü değil; nereye döndüğü, kimin hakkının kime aktığı yazıyor. Yarın mahşerin o dehşetli ayazında, "titreyecek bir soğuk bulursanız şükredecek" kıvama gelmeden; o menfaatle dondurduğunuz kalbinizi şimdiden ısıtın.

Pencere ve ayna, peki, insan neden "Torik"leştikçe, yani güçlendikçe körleşir? Müsaadenizle, size "bakmak" ile "görmek" arasındaki o ince çizgiyi anlatan, bedel dolu bir hikaye anlatayım:

Vaktiyle, halkının halini görmeyen, sarayından çıkmayan bir Sultan varmış. Bir gün ülkenin en bilge dervişini huzuruna çağırmış. Elindeki som altından çerçeveli aynayı dervişe uzatıp sormuş: "Söyle bana derviş! Ben bu aynaya baktığımda neden sadece kendimi, tacımı, tahtımı görüyorum da; şu pencereden baktığımda sokaktaki aç biilaç insanları görüyorum? İkisi de cam değil mi?" Derviş tebessüm etmiş ve o arifane cevabı vermiş: "Doğrudur Sultanım, ikisi de camdır. Ama o camın arkasına biraz 'benlik', biraz 'dünya', yani biraz 'sır' (menfaat) sürdüğün zaman o artık pencere olmaktan çıkar, ayna olur. Ne zaman ki camın arkasını kendi menfaatinle kaplarsın; işte o zaman başkasını görmeyi bırakır, sadece kendini seyreder, kendine aşık olursun."

"İşte mesele budur efendiler: 'Torik'ler, camın arkasında biriktirdikleri dünyalıklar yüzünden o camı 'sır'ladılar. Artık dışarıyı göremiyorlar; yalnızca kendilerini seyrediyorlar."

Camı silmek, bizim camımız şeffaf kalmalı. Biz o menfaatin arkasına saklanamayız. Kolları "Golden Card" sahiplerine değil, mazluma açık bir vicdanımız olmalı. Bakın Cihan Padişahı Yavuz Sultan Selim Han'a... Sırtında dünyaları taşıyan o koca Sultan bile, aynaya bakıp tacını seyretmek yerine, pencereden bakıp acziyetini görmüş ve şöyle demiştir:"Merdûm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felek / Şîrler (arslanlar) pençe-i kahrımda olurken lerzan / Beni bir gözleri âhûya zebun etti felek."

Biz bugün Yavuz’dan daha mı güçlüyüz ki kasılıyoruz? Ben o meşhur Abdurrahman Çelebi değilim. Büyük dersler verecek ne halim ne bilgim var. Sadece bir temennim var:

Belki dünyayı, belki insanlığın o doymak bilmez nefsini bir senede değiştiremeyiz. Ama o kirlenen, o "sır" tutan camı silebiliriz. En azından o camı silersek; dışarıdaki hakikati, o masumiyeti ve gökyüzünü görme hakkımızı hatırlarız. Zira gökyüzünü göremeyen, yeryüzündeki acıyı da göremez.