Sonda söyleyeceğimizi baştan söyleyelim.
Türkiye'nin bugün en büyük krizi, "Erdoğan'dan sonrası krizi"dir.
Bu kriz, tam olarak bir sistem krizidir ve eğer aşılamazsa 14 yıllık kazanımların tamamı kaybedilebilir.
Türkiye, eğer çare bulmazsa, bir kamikaze gibi 2001'e dikey dönüş yapabilme riski ile karşı karşıyadır.
Erdoğan'dan sonrasının kriziyle Erdoğan'dan sonra yüzleşmek yerine, bugün, Erdoğan ile birlikte yüzleşmek gerekiyor.
Türkiye, yapısal sorunlarını henüz tam olarak çözmüş değil. 1923'te inşa edilen 1.Cumhuriyet'in ağır travmatik bakiyesi halen bir kabus gibi Türkiye toplumunun üzerinde dolaşıyor. Kemalist, darbeci, laik ve dayatmacı sistem, sistemi domine eden refleks mekanizmaları ile birlikte kendisini "ikinci bir emre kadar" sakladı sadece.
Gördüğünüz pembe bulutlar, Erdoğan'ın kapladığı alanın arkasında kendisini kamufle ederek saklayan bir illüzyon oyununun izdüşümlerinden ibaret.
Ufuktaki silüetlerin hiçbirisi gerçek değil.
Erdoğan gittiği gün hepsi tepemizde saçılacak.
Sözgelimi Anayasa Mahkemesi…
Hani şu birkaç yıl önceki referandumla yapısını değiştirdiğimizi zannettiğimiz, Can Dündar'ı salan kurum...
Kast sistemi değişti diye kısa sürümlü sevindiğimiz...
Bir darbe sonrası kurulan AYM, millet adına ama milletin denetiminden bağımsız olarak karar veriyor hala. Kurumun varlığı, Millet Meclis'inden geçen yasaların usulünden ziyade esasına dokunmakla ilişkili. AYM, halen Millet Meclisi'nden çıkan yasaların çıkış şekline, sayısal uygunluğuna ve niceliğine değil, devletin tarafında konumlanarak, yasaların muhtevasına, içeriğine ve niteliğine bakıyor.
AYM'nin yerindelik zaafında, kendisini yerine koymadığı bir tek Fırıncı Orhan kaldı galiba. AYM, sadece Fırıncı Orhan'ın yerine karar vermiyor. Fırıncı Orhan'ı küstürmemek adına onun yerine de geçse keşke.
Bireysel başvurular ise tam bir facia.
Bireylerin nüfuz cüzdanında yazan ideolojiye veya yaşam biçimine göre sıralanıyor başvurular. Öncelikler, başvuran bireyin "başvurusuna göre" değil, "kim olduğuna göre" belirleniyor.
AYM'nin Küresel kuş Twitter yasağını kaldırılma hızı, THY'nin Boing 777'siyle başa baş yarışıyor.
Hem Tayyip Erdoğan'ın başvurusu da ne! O, iki yıl daha beklesin.
Öncelik sırası Can Dündar'da tabi ki…
Ne yani! Seçimle işbaşına gelmiş muhtarlarla selfie çeken bir Cumhur-Başkanı'n
Bir diğer darbe bakiyesi kurum olan YÖK de AYM'den farklı değil.
Öğrenci, bilim insanı ya da topluma faydalı bireyler yetiştirmekten çok, militan yetiştiren veya militanların yuvası haline gelen üniversitelere karşı, tribün locasında oturup olan biteni bir seyirci konforunda çekirdek çitleyerek izlemekten başka herhangi bir yaptırımı, engelleyici girişimi, önleyici tedbiri, faydalı bir numarası olmayan YÖK'ün yıkılıp yerine sıradan, tek katlı bir AVM'nin yapılması bile, bunu yapan kişiye tek başına "En İyi Girişimcilik Ödülü"nü getirebilir.
Danıştay'ın yapısı değiştirildi de ne oldu?
Bu kurum halen, kamu kurumlarının veya Ak Partili belediyelerin hizmetlerini nasıl engellerim derdinde olan Meslek Odalarının itiraz dilekçelerine kurbağalama atlayıp "yürütmeyi durdurma noterliği" yapmıyor mu?
Bakanların, çalışmak istemediği için görevden aldığı bürokratları, 5 dakika sonra "göreve iade mazbatasıyla" koşa koşa, Bakanın gözünün içine baka baka kurumlarına dönmesini sağlayan, mezkur Bakanlıkları "iş görmez bürokratlar yuvası"na çeviren benim babaannem değil elbet, Danıştay!
Ne yana dönsen, milletin egemenliğini törpüleyen, devleti milletin önüne koyan rejimin emniyet sübapı kamu kurumlarıya dolu.
Bürokratik oligarşinin, "hesap verebilir" hale gelmemek için gösterdiği performans, dünyanın en güçlü ve en hızlı arabası olan 10bin beygirlik Thurust SSC'nin performansına rahmet okutur, inanın.
Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın oturduğu Cumhurbaşkanlığı makamı bile, "nasılsa hep Kenan Evrenler oturur" diye tasarlanmış ve ultra yetkilerle donatılmış bir makam olarak karşımızda duruyor.
Neyse ki, Kenan Evren gibi "apoletli birisi" değil, "sivil birisi" oturuyor şuan o makamda.
Ama Tayyip Erdoğan'ın o makamda oturması Cumhurbaşkanlığı makamının vesayetçi tarafını etil alkol gibi uçurmuyor.
Bir tarafta halkoyu ile seçilmiş bir Başbakanın, diğer tarafta yine halkın oyu ile seçilmiş bir Cumhurbaşkanının varlığının yarattığı depresyonu, her iki makama farklı partilerden kişiler seçildiğinde anlayacağız.
Bugün bu "sistem krizi"ni hissetmiyoruz.
Çünkü aynı dava için hizmet eden ve senkronize çalışan iki insan, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu var o koltuklarda.
Her ne kadar bazıları Erdoğan ve Davutoğlu arasında bir görüş farkı var gibi gösterse de,
her ne kadar Erdoğan'dan daha Erdoğancı, Davutoğlu'ndan daha Davutoğlucu kişiler araya girip güya katma değer sağladıklarını düşünüp, pervasızca sağa sola saldırarak bilerek ya da bilmeyerek "fitne ateşi"ne odun taşısa da,
her ne kadar bazı kendini bilmezler, "ama neden Davutoğlu yoğurda 45 derecelik açıyla kaşık sallıyor ki, neden 90 derecelik açıyla yoğurt yiyor ki" diye mızmızlansa da,
her yiğidin yoğurt yiyişinin farklı olması, davanın da farklı olacağı anlamına gelmez!
Asıl itibariyle, halkoyuyla seçilen Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık makamlarının kendisi bir "kriz" sebebidir.
Türkiye'nin baş başa kaldığı ve mutlaka çözmek zorunda olduğu bu sistem krizi, Davutoğlu'nu Erdoğan'a, Erdoğan'ı da Davutoğlu'na kıyaslayan ve günde üç öğün "Erdoğan/Davutoğl
Türkiye'nin "Erdoğan sonrası Krizi"ni, yazı serisi halinde peş peşe yazmaya devam edeceğiz.