Edebiyatın muhtelif alanlarında çalışan ve eser veren genç edebiyatçılarımız, ülkemizin geleceği adına ümidimizi artırıyor.
Bütün sanatlar gibi edebiyat da usta-çırak ilişkisiyle, hoca-talebe münasebetiyle devam eder ve ilerler. Edebiyat alanında bunun tezahürlerini apaçık şekilde görüyoruz. Geçmişe göre genç kalemlerde büyük bir artış var. Artık neredeyse birçok yayınevi ‘genç’ler için ayrı diziler hazırlıyor. Bu dizilerin yazarları da umumiyetle 20-40 yaşları arasındaki gençlerden oluşuyor. Yeni heveslerin ürünü olan “İlk kitap”ların ardından diğerleri geliyor ve kervan yolda giderek gelişiyor, eksikliklerini tamamlıyor ve büyümeye devam ediyor.
Gençlerin edebiyat sahasındaki çalışmalarını ben de yakından takip ediyor, gözlemliyorum. Bizim “Yazı Editörlük ve Medya Kursu”na devam ettikten sonra kitap çıkaranların sayısı fazlalaşıyor. Şüphesiz edebiyat alanında belli bir yere gelebilmek için kitap çıkarmak şart da değil, ölçü de. Ancak bu çalışmaların da müşevvik olduğunu kabul etmek lazım. İlk kitabını yayımlayan genç yazarlar, böylece “şeytanın bacağını kırdıklarına” inanıyor. Ve tabii arkası geliyor. Yalnız burada dikkat edilecek husus, gençlerin ustalarına danışmaları, tavsiyelere kulak vermeleri ve eleştirilere açık olmalarıdır. Aksi takdirde ömürleri boyunca ‘amatör’ kalacakları ve “ustalık eserlerine” yetişemeyecekleri aşikâr.
HECE GENÇ KİTAPLARI
Giderek edebiyatımızda bir ekol olmaya başlayan Hece Yayınları’nın “Hece Genç” serisi, titizlikle hazırlanıyor ve bu kitaplar okuyucuya muntazaman ulaştırılıyor. Eserlerin kapak düzenlemelerinden muhtevalarına kadar göz alıcı ve gönül kuşatıcı olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu seriden ilk olarak Rüzgârla Yarışmak kitabından bahsetmek istiyorum. Âtıf Bedir’in kitabı merhum Nuri Pakdil’in romanıdır aslında. Kahramanımız “Emin”, bir neslin “sözcü”lüğünü ve ‘abi’liğini üstlenen Pakdil’dir. Onun okul yılları, ilk edebiyat hevesi ve çevresi, mücadeleleri, azmi, gayreti ve nasıl bir edebiyat nesli meydana getirdiği, çarpıcı bir dil ve sürükleyici bir anlatımla okurun önüne konuluyor. Hamle dergiyle filizlenen ve Edebiyat dergisi ile taçlanan bu ruh koşusunun öncüsünün idealleri ve bu ilkeler, ülküler adına gösterilen çaba, okuyucuya saygı uyandırıyor.
MEKTEBİN BACALARI
Mustafa Soyuer’in Mektebin Bacaları kitabını çok sevdim. Bana ilk etapta Ziya Osman Saba’nın hikâyelerini hatırlattı. Ancak Saba hikâyelerinde çocukluğunun, delikanlılığının, sınıftaki arkadaşlarının, nişanlılık döneminin, yaşadığı mahallenin ve hayatının muhtelif dönemlerini ayrı hikâyeler, hatıralar olarak anlatıyordu. Soyuer ise bütün hikâyelerini okuduğu sınıftaki arkadaşlarına tahsis ediyor. Sınıftaki arkadaşlarının “En Zeki”lerini,”En Pisboğaz”ını, “En Dindar”ını, “En Esprili”sini, “En Yakışıklı”sını, “En Titiz”ini anlatıyor. Tabii kendisi de tasvir ediyor. Birçok genç yazara da ilham kaynağı olabilecek bir kitap. İnsan öncelikle en yakından tanıdıklarını anlatmak ister yazarken. Birlikte oturup kalktığı insanları dile getirmek ister. Mustafa Soyuer de Mektebin Bacaları’nda işte tam da bunu yapıyor. Yazar, sınıfından muhtelif portreleri başarılı bir üslup ile aktarırken “insan hikâyeleri”ni de bizimle paylaşıyor. Kitabın başında şu takdimi okuyoruz: “Belki bir Mekteb-i Sultani değildi ama bizim okulumuz da güzeldi be kardeşim. Biz de seviyorduk, sevilmesi gereken şeyleri. Biz de şiddetle nefret ediyorduk; uzayıp giden etüt saatlerinden, geciken postacıdan, dudaklarımızı haşlayan krom bardaklardan bilhassa da kapuskadan…” Soyuer, “Köy enstitüsünden bozma eski okulu” tarif ederken hayal dünyamızı da harekete geçiriyor: “Bozkırın inatçı sarışınlığına karşı, koyu yeşil bir isyan… Lojmanlarla birlikte, irili ufaklı kırk elli bina vardı. Saçaklardan Zülfikâr keskinliğinde buzlar sallanırdı. Ağaçlardan karakavak ve karaçam biterdi. Kuşlardan karakarga öterdi. Günlerden pazartesiydi, aylardan şubat…” Ve devam ediyor: “Yatılı okul işte. İmkânı olmayana büyük imkân. Her gün, üç öğün üç çeşit yemek. Haftada bir sıcak su… Ayda bir temiz nevresim… Her sene bir kat elbise, bir çift potin… Daha ne olsun. Tanrımıza hamdolsun/Devletimiz var olsun!” Hece Genç’ten çıkan diğer üç kitap ve yazarları: Hayal Gemisi (Mehmet Kahraman), Simurg Okulu (Aslıhan Keleş Kurtoğlu), Yankısız (Ayşegül Sözen Dağ). Hece’nin Genç serisi devam etmeli, yeni kalemlerin heyecanına sahip çıkılmalı ki edebiyat bahçemiz rengârenk olmaya devam etsin, neşvü nema bulsun.
EDEBİYAT DÜKKÂNI
Mehmet Narlı, edebiyatın çeşitli alanlarında eser veren kıymetli bir ustamız. Şiirlerinin yanı sıra inceleme ve eleştiri türlerindeki kitaplarıyla da yazı dünyamızı renk, anlam ve değer katıyor. “Kuramın Eleştirinin ve Anlamın Sınırlarında” alt başlığını taşıyan Edebiyat Dükkânı’nın raflarında envai çeşit konular, meseleler, mevzular ve dahi dertleşmeler, içlenmeler var. Edebiyat dünyamızda konuşulanları ve tartışılanları masaya yatıran Narlı, en ağır konuları rahat bir üslup ve samimi bir eda ile okuyucuya külfetsiz biçimde aktarıyor. İthaf “akraba okurlara”… Eh akrabalar arasında da resmiyet olmaz. Bu samimiyetin tezahürlerini kitabın bütün sayfalarında dolaşırken hissediyorsunuz. Gözümüz de yorulmuyor, dimağımız da… İlk yazı olan “Kim Olarak Yazıyorum” başlığının altına yerleştirilen birkaç satır: “Hepsi Birden Olmuyor mu? Akademisyenlik, eleştirmenlik ve şairlik… Hangisinin önce geldiğini bilmiyorum; doğrusu farklı alanlar olduğu için öncelik sonralık kıyaslaması belki de tutarsız olur. Ama şiir, eleştiri, akademisyen kamularının hangisinde daha fazla anılmak hoşunuza gider derseniz, şiir derim.” Mademki evvela “şairlik” bu mühim bir tercih. Öyleyse şiir mülahazalarını da okumalı: “Şiir yazmak, dilin büyük hafızası içinde bir koza örmektir. Kozanın içinde bir kelebek umudu; insanın zihnine bir yurt kurma umudu… Her deneme, her öykü, özellikle her şiir budur. Acı ve kahır içinde, umut ve aşk içinde, suç ve af içinde, karanlık ve aydınlık içinde emin bir yol bulma çabasıdır. Her kitabın, her cümlenin, her kelimenin, her harfin hesabı sorulacak bizden.” Ne kadar doğru. “Faydasız ilimden Allah’a sığınırım” ikazı, aslında hepimizi kapsamıyor mu? Yazmak ama faydalıyı, güzeli, doğruyu, hayırlıyı kaleme almak… Bütün mesele bu.
Edebiyat Dükkânı’nda okumanın hâlleri de var şiirin çetrefelliği de… Kurmaca ya atf-ı nazar var romana, öyküye, kültüre ve kültürel iktidara bakış da. Türler, konular, fikirler ve hayaller arasında dolaşıp duruyoruz. Yenilik, özgünlük, estetik, etik ve ahlak. Yazarlık kursları bize ne ifade eder? Naat, muhafazakârlık hafıza, dil ve kitaplar, bilhassa romanlar… Kitapta edebiyatın bir sanat olarak varlığına inandığınız gibi onu bir tefekkür aracı olarak da düşünmeye başlıyorsunuz.
SAİT FAİK HİKÂYELERİ
Sait Faik ölmeyen bir hikâyeci, bırakılamayan, terk edilemeyen bir kalem ustası. Yıllar önce ben de biyografisini yazmıştım. Galiba onun edebiyatımızın merkezine nasıl yerleştiği üzerinde daha fazla durmalıyız. Kendi hayatı ile toplumun diğer bireyleri arasında kurduğu güçlü bağ neredeyse yüzyıldır bizi etkiliyor. Sait Faik’in çevresi ve insanları, bizi farklı düşüncelere, hayallere, tahassüslere götürecektir. Hece Yayınları, Cumhuriyet devrinin önemli isimlerinden Sait Faik Abasıyanık’ın bütün hikâyelerini, yeni bir düzenleme ile okuyucularına sunuyor. Doç. Dr. Koray Üstün’ün titiz ve seçkin bakışıyla hazırlanan hikâyeler üç başlık altında raflarda yerini aldı: Semaver, Sarnıç ve Şahmerdan. Ve bu üç kitabın içine serpiştirilmiş onlarca hikâye… Gözlemci kişiliğiyle öne çıkan Abasıyanık’ın hikâyeleri hazırlanırken eserlerin dergilerde ilk yayımlanış şekilleri de hatırlatılıyor. Yazarın hikâyelerinde yaptığı değişiklikler bir yazarın eserlerine müdahale gücünü da gösteriyor. Sait Faik okumak ve edebiyatını tanımak isteyenlerin başvuracağı sağlam bir dizi.
METNİ (D)OKUMAK
Çok geniş bir alanda ürün veren ve kendisini okutan Sercan Ceylan, Metni (D)okumak kitabında “MüdernTürk edebiyatı Üzerine Eleştiriler Okumalar” yapıyor. Halit Ziya Uşaklıgil’den Mehmed Âkif Ersoy’a, Osman Cemal Kaygılı’dan Sâmiha Ayverdi’ye çok geniş bir alanda edebî inceleme ve araştırmalarını devam ettiren Ceylan, okuyucularını bu yeni kitabında da geniş ufuklu bir yolculuğa çıkarıyor. İsimler ve eserler dünyasında gezinip duruyor, renkli, zevkli ve bilgiyle donatan bir seyahatin tadını çıkarıyoruz. İşte bahsedilenlerden bir demet: Kurt Kanunu, Tutunamayanlar, Adalet Ağaoğlu, Oğuz Atay, Şule Gürbüz, Sabahattin Ali, Cemal Şakar, Asaf Halet Çelebi, Mehmet Narlı, Modern Türk Öyküsünde Deprem, İsmet Özel ve Ataol Behramoğlu Mektupları, Sezai Karakoç, Selahattin Hilav, Rasim Özdenören, Alâattin Karaca, Kürşat Çelik ve Nesip Tosun… Her birisinin ilgileri, sevgileri, tutkuları ve yazdıkları... “Ön Söz”deki şu satırlar bize kitap hakkında daha geniş malumat veriyor: “Bir yöntem olarak değil belki ama bir paradigma olarak söz konusu olacaksa bu kitaptaki yazıların bazıları sanatçıya, bazıları okura, kimileri esere, bazı yazılar da topluma dönük bir eleştirel bakış içeriyor. Edebî eserin biyografiden, tarihten, sosyolojiden, psikolojiden, felsefeden bağımsız okunamayacağını bugünün metin kuramlarına baktığımızda daha iyi anlıyoruz. Monoton, yalınkat ve tek boyutlu analizler girdikleri akademik ya da retorik kısır döngünden çıkmayı başaramadıkları için gerçek bir değere karşılık gelemiyorlar artık. Belki bu yüzden yazılardaki çözümlemelerde melez bir bakış açısı kullanarak eserin, söylemin, metnin hangi kaynaklara açıldığını ya da aktığını serbestçe anlamaya çalışmaktan çekinmedim.”
ÜÇ HİKÂYE KİTABI
Şunu kesinlikle ve rahatlıkla söyleyebiliriz ki Hece Öykü dergisiyle birlikte Hece Yayınları’nın bünyesinde çıkan “Hece Öykü” kitapları edebiyat tarihimizdeki muhkem yerini kesinlikle alacak. İster hikâye, ister öykü deyin fark etmez ama bizim tahkiye geleneğimizi modern tarzda kullanan ve okura sunan bir çabayı saygıyla karşılamak ve alkışlamak zorundayız. Bu seriden çıkan ve her biri uzun tahlilleri hak eden yeni üç kitabın adını ve yazarını belirtelim: Her Zaman Hep Geç Olacak (Hande İkbal), Yollar Aynası (Zübeyde Andıç) ve Kalem Kalem Değince. Üçüncüsü ortak kitap. Sekiz hanım yazarımızın müşterek bir çalışması. Hepsi de hikâyelerden oluşuyor. Yazma tutku ve hevesiyle kaleme sarılanların keyifli serüveni. İstanbul’un farklı semtlerinde yaşayan sekiz insanın İSMEK yazarlık atölyesinde buluşan güzel kaderi. Farklı mesleklerden, yaşlardan ve hayatlardan gelenlerin müşterek kitap hatırası. Kitabın hikâyesi “Sunuş”ta izah edilmiş. İlk satırlarını okuyalım: “Sekiz kitabın, sekiz kalp, sekiz ses; birbirini izleyen sayfalarda buluştu. Yürekten kaleme, kalemden sizlere… Sekiz kadının kaleminden dökülen bu kitap, hem çeşitliliğin hem ortak heyecanın meyvesidir.” Kimi emekli, kimi hayatın başlarında veya olgunluk çağında ama ortak zevkleri kaleme sadakat. Şu anlamlı satırlar da bence bu tür kursların faydasını gözler önüne seriyor: “Asıl bizi bir arada tutan şey anlatma isteğimiz, kelimelere sığınan duygularımız ve paylaşmanın iyileştirici gücü oldu. Bu duygularla çıktığımız yolda haftanın bir gününü koparıp aldık tüm sorumluluklarımızdan. Her Cuma günü, okula yeni başlayan öğrenci heyecanıyla âdeta koşarak geldik gizli cennetimize; ağaçlar arasında konuşlanmış çay bahçesinin en kuytu köşesine. Kışın yağan yağmura, soğuğa inat alev alev yanan odun sobasının etrafında; yazın efil efil esen rüzgârdaki ağaç yapraklarının hışırtısında, kuş cıvıltılarının arasında, ince belli bardaklarda dumanı tüten demli çaylar eşliğinde okuyup dinledik, kâğıtlara döktüğümüz düşlerimiz ve de gerçeğimizi. Bazen kahkahalarımız bazen de gözyaşlarımız öykülerimize arkadaş oldu.” Ve ortak kitabın hanım yazarları: Ayfer Kayaaltı, Dilek ışık, FatmaAllı, İjlal Şirin, Nilüfer Balaban, Sevinç Güngör, Tenzile Tülek Danacı, Yeşim Akbay Özdeğirmenci.
Hece Yayınları’ndan çıkan diğer üç kitap ve yazarları: Londra Günlükleri (Ümit Savaş Taşkesen), Haritalar (Nuruddin Farha), Step (Anton Çehov). Hece Yayınları mütevazı bir isimle yola çıkmış ama bu ‘hece’lerden büyük bir evrene doğru yürüdüğümüzü de bilmeliyiz.