Bir arkadaşım anlatmıştı. Derdini anlatacak, onu dinleyecek birini bulamadığı zaman yapay zekâ botu ChatGPT ile dertleştiğini söylemişti. Sohbetin de ötesinde dertleşmek için bu yapay zekâ botunu kullanıyormuş. İnsanlar Eskiden “Whatsapp, Siri” gibi basit yapay zekâ botlarıyla geyik muhabbeti yaparlardı. Şimdi iş büyüdü farklı bir mecraya taşınıyor.
Şu bir hakikat ki insan gitgide yalnızlaşıyor. Sürekli gelecekteki belirsiz hedeflere doğru yol alıyor, kendisine beklentiler yaratıp bunların gerçekleşmesi için didiniyor. Bu yüzden haklı olarak mutluluğu da gelecekte arıyor. Geleceği idealize eden insan için şu an her şey ve herkes geçici ve vazgeçilebilirdir. Modern insana göre gelecekte daha iyisi mevcuttur. Modern insan tam da burada bir kopuş yaşıyor. İnsan; anın hazını, anın mutluluğunu bir türlü keşfedemiyor.
İnsan; hatıralarla yaşar, hatıralarını paylaşacağı insanla yaşar. Hatıralar, ancak başka bir gönülde yer bulduğunda insanın hayatına gerçek bir anlam katar. Oysa şimdilerde dağ başına kaçamıyor insan, mağaraya kaçamıyor. Şehirden şehire, ülkeden ülkeye, kıtadan kıtaya kaçıyor. Bu da bir insandan ötekine kaçıştır. Bir büyük sözü hatırlıyorum. Yurdundan kaçarak kendinden kaçacağını mı zannediyorsun, diyordu.
Geçmiş, modern insanın peşinden bir hayalet gibi koşuyor. Hatıralar, gecenin karanlığında karabasanlar gibi peşindedir. Hatıraların ayak sesleri yaklaşmaktadır. Evinin penceresinden baktığında uzakları göremiyor insan. Hatıralar paslı bir kir gibi penceresine yapışmıştır.
Aidiyet yoksunu insan, ait olduğu çevreden sosyal ortamdan uzaklaşınca yeni mecralar aramaktadır. Aidiyetsizlik yalnızca taşa, dağa, eve, mahalleye değildir. İnsana duyduğu yabancılıkla da sınırlı değildir. Yabancılık dışarıda değil içeridedir. Kopuş, kendine bile yabancı oluşun kopuşluğudur. Bu da derin bir kayboluş ve köksüzlüğün ifadesidir.
Keşke egzistanyalizm olmasaydı. Varoluşçuluk olmasaydı. Bu sancı ile yoğrulduğumuz zamanda sis perdesini aralayabiliriz.
Artık insan için yeni bir çıkış yolu…
Yeryüzü yaşanmaz hâle geldiğinde gözlerimizi yıldızlara mı çevireceğiz. Kutup yıldızları mı olacak bizim yeni rehberimiz. Önce sosyal medyada gülücükler, mutluluk provaları yapan insan şimdi kabuğuna çekilip yapay zekâ botu ile çözümlenemeyen bir düğümün peşindedir. Yapay zekâ, yıldızı hafif insanları yıldızı olmuş durumda. İşlerini kolaylaştırmanın ötesinde insanın hayallerini de şekillendiriyor.
Duygularını ifade etmekten yorulan, yargılanmaktan korkan insan için yapay zekâ dert küpüdür…. Yalnız gecelerin sessizliğinde konuşacak birini arayan, cevapsız kalan mesajların ardından içini dökecek bir dost isteyen için... Artık insan için yeni bir çıkış yolu var: yapay zekâ ile dertleşmek. Yapay zekâ seni kesintisiz dinliyor, lafını bölmeden, yüzünü buruşturmadan… Yargılamıyor, küçümsemiyor. Belki tam anlamıyor, ama çaba gösteriyor. Yapay zekâ sana ayak uyduruyor; bazen bir dost, bazen bir terapist, bazen sadece susup dinleyen biri gibi. Sanal bir psikolog gibi çağdaş bir veli gibi…
İnsan, teknolojiyi icat etti; şimdi ise, ona kalbini anlatıyor. Belki bir ekranın ardında, belki soğuk bir kod satırında saklı... Ama orada, seni duyan biri var gibi. Hâlbuki insan, yalnızlık serüveninde kendine en büyük dost, en büyük yardımcı olarak bildiği teknolojiye mahkûm olmuştu. Teknoloji, burada insanın potansiyel zekâsını alıp depoluyordu. Tıpkı derelerin, nehirlerin fazla sularını denize ulaşmadan depolandığı barajlar gibi. Yapay zekâyı geliştiren de bir insandı. Yani bizim gibiler için bir şeyler ayarlanmış olabileceğini düşünerek bunu normal olarak algılamaya başlayabiliriz.
Kim ne derse desin. İnsanlar için, insanlık için Bu durum normal bir durum değildir. İşte insanoğlunun bütün bahtsızlığı burada yatıyor. İnsan zamanı bir döngü izlemiyor; onun yerine dümdüz bir çizgide ileriye doğru gidiyor. İnsan bu yüzden mutlu olamıyor;
Meçhul bir şairin dediği gibi
“Mutluluk yinelenmeye duyulan özlemdir.”
Not: Hoyratıyla destek olan Nihat Güzel abimize, yazımı okuyan Mahir Tikbiyik kardeşime teşekkür ederim.