Yayın dünyamızda dinî kitaplara rağbet

Yapılan bir araştırmada Türkiye’de dinî yayınlarda bir artış olduğu açıklandı. Toplumun maneviyata yönelmesi olumlu bir gelişme.

Yayın dünyası bereketli. Yayıncılar yazarların kitaplarını hazırlamaya ve onları okuyucularla buluşturmaya aşk ve şevkle devam ediyor. Son bir yıl içinde yapılan bir araştırmada dinî yayınlarda önemli bir artış olduğu vurgulanıyor. Bu sonuç, toplumun İslami konulara olan ilgisinin, hassasiyetinin ve sevgisinin çoğaldığını da gösteriyor. Şüphesiz İslam inancının hâkim olduğu ülkemizde bu artışın ve alakanın olması son derece tabii hatta gereklidir. Zira insanlar çağın getirdiği meseleleri çözmek için dinimizi ve din adamlarını referans alıyor her zaman olduğu gibi. Dolayısıyla dinî eserlere son yıllarda gösterilen eğilim, bir bakıma toplumun maneviyat ihtiyacının büyük ölçüde kitaplarla giderildiği hakikatini de ortaya koyuyor. Tabiî başta Diyanet olmak üzere bazı kurum ve kuruluşlar da dinî sorulara cevap vermede vatandaşlarımıza büyük kolaylıklar gösteriyor. Şimdi gelelim son günlerde yayımlanan bazı eserlerin tanıtımına.

NEFS-İ EMMÂRE

Erdem Akça’nın Nefs-i Emmâre kitabı “Kendinle Yüzleşmeye Var mısın?” sorusuyla okuyucunun dikkatini çekiyor. Hakikaten her insanın imtihanı öncelikle kendi nefsiyle. Hani Peygamber Efendimizin harp dönüşü sahabelere buyurduğu “Şimdi asıl büyük cihada başlıyoruz.” dediği nefisle savaş. “Nefsini tanıyan, onun tehlikesinin büyüklüğünü de fark eder. O zaman iç dünyasında büyük bir arayış başlar.” deniliyor ve şöyle devam ediliyor:

“İnsan, sıra dışı bir varlık. En büyük düşmanını kendi içinde taşıyor. Kendisi kendisinin zindanı. Eğer içindeki bu düşmanını fark edemezse bir ömür onun güdümü altında yaşayıp dünyadan göçüyor. ‘İnsanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar.’ hadis-i şerifi bu gafletten uyanmanın en acı hâlini bildirir.” Kâinatın Efendisi Peygamberimizin “İnsanlığın çoğunluğu gaflet üzere yaşayıp dünyadan geçecekler.” ikazı da yapılıyor.

NEFİS, KALP VE RUH

Hayatın muhtelif mertebeleri vardır. Nuriye Çeleğen’in kitabının adı Nefis, Kalp ve Ruh başlığını taşıyor. Alt başlıkta da soruluyor: “Senin Hayatın Hangisi?” Son derece hayati sorular ve cevaplandırılması gereken mühim müşküller… Eser üç bölümden meydana geliyor: Nefs, Kalp ve Ruh. Bu üç kavramın etrafında dönüp dolaşıyor eser. Bazı başlıklar: Emmare Nefis Nedir, Nefiste Esma Nasıl Yansır?, Kalbin Bölümleri, On Latife, İlim ve Kalp, Nefsani Ruh, Hayvani Ruh, Ruh Mertebelerinde Hangi Özellikler Görülür?, Kalbi Söyletmek Ruhu İşletmek, Ölüm Anında Ruhumuz, Âşıklar Niçin Ölmez? Risale-i Nur ve Tasavvuf. Eserde, günlük telaş içinde unuttuğumuz ezelî ve ebedî hakikatler bize hatırlatılıyor. Ufuk açıcı tanıtım metni, değerli hatırlatmalarda bulunuyor: “Hayat denince, akla ilk gelen biyolojik hayattır. Ama hayat biyolojik hayattan ibaret değildir. Hayata derinlemesine bakınca karşımıza manevi anlamda nefis, kalp ve ruh çıkar. İnsan, manevi anlamda nefis, kalp, ruh ve henüz adı bile konulmamış pek çok kabiliyetlerle dünyaya gelir. Bir ömür boyu bu kabiliyetleri geliştirir. Ya iyi yönde veya kötü yönde geliştirir. Bu kitap insanın hayat mertebelerine odaklı. Manevi bir bakış açısıyla, Kur’an ve Sünnet ışığı altında hayatın, nefsin, kalbin ve ruhun farklı boyutlarını ele aldı. Hayata ve hayatın mertebelerine manevi bir açıdan bakmak, problemlerin çözümü yolunda atılmış ilk adım olsa gerek.”

DUANIZ OLMASA…

Bu ayet-i kerimeyi duyduğumdan beri üzerinde düşünürüm. Çok kısa, anlamlı, derinlikli ve insanı her vakit sarsması gereken bir ayet-i kerime: “Duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var?” Bu ayet, aslında insanoğluna aczini, fakrını, yalnızlığını ve güçsüzlüğünü gösteren büyük bir delil, mühim bir hüccettir. Yani insan dua ettiğinde önem kazandır, mertebe kat eder, maneviyat bakımından büyür ve zenginleşir. Aksi takdirde edna bir canlı, zayıf bir yaratık mesabesindedir. Şu satırlar, kitabın muhtevasını iyi yansıtıyor:

“Dua… İnsan ruhunun sığınağı… İnsan, varoluşunun derinliklerine indikçe ne kadar aciz ne kadar muhtaç olduğunu fark eder. İçtiği sudan aldığı nefese kadar her an, onu sonsuz bir kudrete yönelten bir bağlılık içindedir. İşte bu bağlılığın en samimi ifadesidir duadır. Dua, yalnızca bir ibadet değil, aynı zamanda insan ruhunun huzura kavuştuğu bir sığınaktır. Modern çağın stres ve kaygıları arasında dua, insanın psikolojik dengesini sağlayan güçlü bir dayanak hâline gelmiştir. Kur’an-ı Kerim’de bu bağın önemine “Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?” (Furkan Suresi, 77) denilerek işaret edilir.”

Kitapta duanın sadece dinî bir ritüel olmadığı, insan psikolojisi üzerindeki derin etkileri de gözler önüne seriliyor. İnsan ruhunun en mahrem sıkıntılarını, korkularını ve umutlarını Rabbine açan insanoğlunun, dua ile yalnız olmadığını hissettiriyor. Çünkü dua, insanın kendini bulduğu, özüne eriştiği, Rabbiyle olan bağını güçlendirdiği, ruhunun en büyük ve derin yaralarını sardığı metafizik bir yolculuktur. Bu yolculuğa çıkmak isteyenler için Duanız Olmasa son derece önemli bir kitap. Abdullah Yuyucu’nun eseri.

ŞEYTANIN SOR DEDİKLERİ

Said Şaşmaz’ın kitabı ilginç: Şeytanın Sor Dedikleri. Hakikaten insanın en büyük düşmanları şeytan ve nefis. Ve bu ikisi, âdeta münavebeli olarak insanla uğraşır, rahat bırakmaz. Onu fesada, nifaka, bozgunculuğa ve inkâra yöneltmeye çalışır. O zaman akl-ı selim, kalb-i selim sahibi Müslümanların bu iki azgın düşmana karşı her zaman teyakkuz hâlinde olması gerek. Hele nefs-i emmare, bir an bile bizi yalnız bırakmaz, sürekli olarak bizimle uğraşır. Şeytanın Sor Dedikleri’nde hangi sorular var. Bir kaçını görelim: Dini Sorgulamak Dinden Çıkarır mı?, Evrende Allah’ı Bulmak Mümkün mü?, Ölümden Sonra Hayat Var mı?, Mucizelere Neden İnanayım?, Şeytan Neden Yaratıldı?, İslamiyet Özgürlüğüme Engel mi?, Kaderimse Suçum Ne? Bu ve buna benzer sualler, hakikaten insanları zaman zaman aklına geliyor, herkesi düşündürüyor ve bu çıkmazdan bir yol bulmaya çalışıyoruz. Hele modern çağın getirdiği bunalımlar bu soruları çoğaltıyor ve bazen bilhassa gençlerimizi gereksiz arayışlara hatta inkâr yollarına sürükleyebiliyor ne yazık ki. İşte Kur’an ve Hadis’ten kaynaklanan dinî eserleri kaleme alan âlimler, tarih boyunca şeytanın insanın aklına getirdiği bu çetin sorularla baş etmeye, ikna edici cevaplar bulmaya çalışmışlardır. Takdim yazısındaki şu cümleler bize eserin muhtevasının ehemmiyetini apaçık gösteriyor: “Şeytanın Sor Dedikleri isimli bu çalışma, sorularla inkâr çukuruna düşürülmek istenen nesillerin elinden tutarak, imanın aydınlığına çıkarmaya çalışan bir gayretin ürünüdür. İnsanın kalp ve kafasında inkârın oluşturduğu karanlıkları gidererek, insanı imanın verdiği huzur atmosferine çıkarmak gayretidir. Bütün hükümlerini akla tespit ettiren Kur’an’ın bu asırdaki manevi tefsiri olan Risale-i Nur’dan süzülen ve yansıyan hakikatler manzumesidir. Kitap, sor demesine rağmen çoğu kimsenin zihninde olup soramadığı veya sormaktan çekindiği soruların kesin çözümlerini içermektedir.”

HUTBE-İ ŞÂMİYE

Şükürler olsun ki Türkiye, İslam âlemiyle, bilhassa komşularımız olan Müslüman devletlerle çok güzel bir bağ kurmaya başladı. Batı emperyalizminin kuşatmasına rağmen bu birlik ve beraberlik ruhu apaçık bir şekilde sergileniyor. Birçok yazımızda belirttiğimiz gibi bugün 2 milyarlık ümmetin biricik kurtuluş yolu, 57 İslam ülkesinin bir araya gelmesi, sosyal, siyasal ve kültürel bağlarını güçlendirerek zirveye çıkarması ve yeryüzünde adaleti tesis etmesidir. Aksi takdirde asırlardır Asya’nın ve Afrika’nın kanını emen, insanlarına zulmeden, topraklarını sömüren Batılılar, bu vahşetlerine pervasızca devam edecekler. İsrail terör örgütünün Gazze’ye son iki yılda yaptığı büyük mezalim, Müslümanların hatta bütün insanlığın gözünü açmış durumda. Bu hepimizi çok üzen kahır, inşallah bir lütuf, bir iyilik ve güzellik doğuracaktır.

Risale-i Nur isimli bütün eserlerinde İslam kardeşliğine, İttihad-ı İslam fikrine devamlı olarak vurgu yapan merhum İslam âlimi Bedizzaman Said Nursi’nin bir asır önce, 1911 yılında Şam’da Emevi Camii’nde verdiği muazzam hutbe, başta o dönemdeki İslam âlimleri olmak üzere bütün Müslümanlara bir kurtuluş yolu gösteriyor. Uyanmaları için bir ikaz, dirilmeleri için bir çağrıdır esasında. O dönemde Arapça olarak verilen bu hutbe daha sonra bizzat müellifi tarafından, 1951 yılında Türkçeye tercüme edilmiştir. Zira bu özlü hakikatler manzumesi hutbeye, sadece Suriye’deki âlimlerin ve Müslümanların değil yeryüzündeki bütün Müslümanların büyük bir ihtiyacı vardır. Bediüzzaman, çağını aşan ve günümüzdeki problemlere çözümler getiren o meşhur hitabesinde Müslümanların duçar olduğu hastalıkları tek tek sayar, sonra bunların ilacına işaret eder. İslam âlemini kendisine getirecek, özünü sarsıp onda bir diriliş ruhu uyandıracak bu hutbe, keşke bütün dünya dillerine çevrilse.

Bu eserlerin tamamı Folıant Yayınevi tarafından kültür hayatımıza kazandırıldı. Başka bir yazıda ayrıntılı olarak bahsetmek istediğim şu dört eserde aynı yayınevinden okuyucuya ulaştırıldı. Onları da başka bir zaman biraz teferruatlı anlatmak isterim. Şimdi sadece kitap isimlerini ve yazarlarını takdim ediyorum: Risale-i Nur ve Bediüzzaman Said Nursî Üzerine Bir İnceleme (İhsan Kasım Salihi), Üstadın Tesellisi (Mecit Ömür Öztürk), Hulusi Yahyagil (Ferit Nazmi Çağlayan) Vali Recep Yazıcıoğlu (Köksal Pabuçcu).

Yazımızın başında dinî eserlere, toplumumuzda büyük bir teveccüh gösterildiğini belirtmiştik. Bu hakikat, muhakkak ki pek sevindiricidir. Ancak her dinî kitap da aynı tesiri uyandırmıyor. Hatta İslam’ın özüne aykırı olan sözde dinî kitaplar da yayımlanabiliyor. Bütün mesele sağlam delillere, doğru kaynaklara dayanılarak kaleme alınmış olan dinî eserlere, İslami kitaplara ulaşmak ve onları okumak, onlardan istifade etmek... Gençlerimizin bu hakikatlerle temas kurmasını sağlamak… Bu sahih, ruha, kalbe ve dimağa hitap eden seçkin kitaplar sayesinde doğruluğu, gerçekliği, hakikati ve aydınlığı bulabiliriz. Ve inşallah akıbetimiz, böyle neticelenecektir.