Dolar (USD)
32.52
Euro (EUR)
34.78
Gram Altın
2425.58
BIST 100
9707.7
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

18 Eylül 2022

12 Eylül'e nasıl gelmiştik?

1973 yılında Tıp Fakültesine girdiğimde üniversitelerde ortalık sütlimandı.

Ülke 2 yıl önce 12 Mart 1971 darbesini yaşamış, 68 kuşağının, Türkiye’yi komünizme, Demirperde’ye geçirme atakları, hevesleri kursaklarında kalmıştı.

12 Mart darbesinin bahanesi 68 kuşağının yaratığı terör ve anarşi olsa da fatura Demirel hükümetine kesilmişti.

Demirel hükümetinin suçu, eser miktarda milli ve yerli olmasıydı. Bu tahammül edilir bir şey değildi.

Sözde sol anarşi ve teröre karşı yapılan 12 Mart darbesi sağ Demirel iktidarını devirip yerine sol Nihat Erim’i başbakan yaptı. Darbeciler Nihat Erim’i sol CHP’den emanet aldılar.

12 Mart darbecileri ülkeyi anarşiye sürükleyen 68 kuşağının yanında fırsat bu fırsat deyip dindarlara da çullandılar, üzerlerinden silindir gibi geçtiler.

68 kuşağı darbeye giden yolda adam kaçırmış, banka basmış, Nurhak Dağlarına çıkmış, yol kesmişler, darbeye davetiye çıkarmışlardı.

Dindar insanların suçları ise okumak, yazmak, konuşmak, dinlemek, tespih çekmekti. Ellerine çakı dahi almamışlardı.

12 Mart, “tesbih çekenle tetik çeken”i bir tutmuştu.

68 kuşağı, CHP patentli 27 Mayıs darbesinin hem ürünü hem kurbanıydılar.

O yılların Türk eğitim sistemi öğrencileri komünizme, ateizme yönlendirmek üzere kurgulanmıştı.

CHP’nin ayartma kışkırtma politikalarıyla da sola ve komünizme yönelen genç genç çocuklar 12 Mart darbesine toslayıp sıkıyönetim mahkemelerinde, hapishanelerinde süründürüldüler.

Sol öğrenci liderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan CHP oyları ile asılarak idam edildiler.

12 Mart darbesinin yarattığı dehşet ve korku ülkede birkaç yıl sessizliğe neden olduysa da sol kesimlerin ülkeye komünizm getirme sevdaları dinmek bilmiyordu.

Yıldız Mimarlık Mühendislik Akademisi öğrencisi Şahin Aydın’ın 20 Aralık 1974 de öldürülmesiyle anarşi ve terörün fitili yeniden ateşlendi.

Üniversiteler ve Türkiye 1980’ e kadar sürecek korku tüneline girdi.

Sol kesimler 3-5 yıl sonra iflası açıklanacak, tedavülden kaldırılacak, tarihten silinecek komünist rejime geçirmek için Türkiye’yi ateşte tuttular. Sayısız silahlı terör örgütleri kurdular.

Sağ da bunlara güya direndi.

1974’den 1980 yılı 12 Eylül darbesine kadar çoğu üniversite talebesi 5.000 genç birbirini öldürdü.

Bir keresinde Aksaray’da sol öğrenciler yürüyüş yapıyor, polise, devlete, askere hakaretler yağdırarak, saydırarak, çığlıklar atarak, pankartlar sallayarak geçip gidiyorlardı. Kendilerini ise bir saldırı ihtimaline karşı küfrettikleri polisler koruyorlardı.

Polis güya demokrasinin gereğini yapıyordu.

Polisi, askeri, rejimi solculara karşı korumaksa -üstlerine ne vazife ise- sağcılara düşüyordu.

Bir defasında Çapa’da derste iken okulumuzun bir bölümünün bulunduğu Beyazıt’taki tarihi kapının önüne bomba atıldığı, 16 sol öğrencinin öldürüldüğü haberi geldi. Bu canice bir katliamdı. Sol öğrenciler sınıfı basıp dersi sonlandırdılar. Okul yine süresiz tatil edildi.

Dahiliye pratiği yapmaktayken pencerelerden Çapa’daki hastane binaları arasında kaçışan, birbirine ateş eden, yerlere yatıp siper alan insanları şaşkınlıkla izledik. Çatışanların evine baskın yapılan polis şefi Sadettin Tantan ile sol anarşistler olduğunu az sonra öğrenecektik. Tantan sonra İçişleri Bakanı oldu.

Mikrobiyoloji dersindeyken okulun koridorlarında çatışma çıktı, silah sesleri öyle korkutucuydu ki hocamız korkudan konuşamaz hale geldi, dili tutuldu, dersi sürdüremedi.

Temel bilimler binasının alüminyum kapısı kurşunlardan delik deşik olmuştu. Kapıdaki deliklerin şeklinden kullanılan tabancanın yerli mi, ithal mi olduğunu anlayacak ihtisasa erişmiştik.

Bütün öğrenci yurtları sağ-sol diye ayrılmışlardı. Diğer görüşte bir yurtta kalmanız şöyle dursun önünden bile geçmeniz büyük tehlike idi. Tanınmanız halinde içerden atılan kör bir kurşunun hedefi olmanız işten değildi. En hafifi öldüresiye dayak yemekti.

Kaldığımız yurtların ders çalışma salonlarına ikide bir siyasi konuşmacılar getirilir o akşam ders çalışmanız yasaklanırdı. Bir tıp talebesi için bu ağır bir travma idi.

Bazen de yurt idarecileri yurtta kalan öğrencilerin ellerine boyalar, afişler vererek şehrin varoşlarına, duvarlara yazı yazmaya, afiş yapıştırmaya gönderirlerdi. Ülkenin bütün duvarları siyasi yazılarla kaplıydı.

Yazı yazmaya afiş yapıştırmaya gittiğiniz semtlerde çoğu kere karşıt görüşlü grupların saldırısına uğrardınız. Ölmez de biraz hırpalanmakla kurtulursanız halinize şükrederdiniz.

Eğer yazı-afiş işerinden kaytarırsanız ertesi gün yurtla ilişiğiniz kesilirdi. Evlerde kalmak yoksulların harcı değildi.

Bombalanma, kurşunlanma, baskınlara karşı öğrenci yurtlarında pencerelere çelik öğrenci dolapları dayanır, giriş kapıları demir parmaklıklarla örülürdü.

Postu deldirmeden Tıp Fakültesini kazasız belasız bitirmiştim.

Hemen de askerlik görevim başladı.

11 Eylül 1980 Perşembe günü Konya’da bulunduğum askeri birlikte öğle saatlerinden itibaren kışladan dışarı çıkmamız yasaklandı. İzinde olan subaylar telgrafla acilen birliklerine çağrıldı. O geceyi kıtada geçirdik. Kıdemli subaylar bile kışlada toplanmamıza, kalmamıza bir anlam veremiyordu.

Harp mi çıkıyordu?

Sabah 05.00 gibiydi. Askeri birlikteki radyolarda Kenan Evren konuşuyordu.

Darbe olmuştu.

O günün o saatine kadar, 5.000 genç, bugünden bakıldığında bir hiç uğruna, birbirini öldürmüşler, birbirine kırdırılmışlardı.

Darbe daha ilan edilmeden 5 saat önce 12 Eylül’ün ilk saatlerinde gece 01.00 de Konya’da 500 kişi evlerine baskın yapılarak tutuklanmıştı. Anlaşılan onların kim olduklarını askerler aylar önceden biliyorlardı.

Tutukluların muayenelerinden ben sorumluydum.

Devasa bir askeri hangara doldurulmuşlardı. Hepsi ayaktaydılar. Hangarda tek sandalye bile yoktu, sigara dumanından göz gözü görmüyordu. Derin bir sessizlik hakimdi.

Darbeyle cinayetler bıçak gibi kesildi.

Anarşi ve terör derin bir yaraydı. Darbe yaraya merhem değildi, yarayı dağlayan kızgın bir demirdi, anarşi ve terör kadar can yaktı.

Alman Dışişleri Bakanı kısa süre önce “Bosfor’a demir süpürge gerekiyor” demişti. Demir süpürge darbe oluyordu.

Üst üste gelen o iki travma, terör ve darbe, galiba milli hafızada acı bir ders olarak yer etmedi.