Dolar (USD)
32.55
Euro (EUR)
34.84
Gram Altın
2431.36
BIST 100
9722.09
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

17 Temmuz 2021

​Acılar duygu biriktirir

İnsanın değerlendirme yapmak, bilgiye ulaşmak ve davranışlarını düzenlemek; kısacası insan ve dünya ile sağlıklı ilişki kurmak üzere doneye ihtiyacı vardır. Bu donelere duyu organları, sezgileri ile ulaşırken, akıl hem bilgiye ulaşma hem de birtakım çıkarsamalar yapmak üzere en önemli yeti olarak devreye girmektedir.

Bu bağlamda duyu organları, sezgi gibi akıl da insana hitap noktaları olarak dikkat çekmektedir. Bu yetilerin her birinin insandaki karşılıklarını asla ihmal etmemek gerekir. Bunun anlamı, bu yetilerden herhangi birisini ihmal etmek aslında sağlıklı olmayan sonuçlar üretmektedir.

Doğrusu bu sağlıksız sonuçların farklı yansımalarını tarihsel süreç içerisinde gözlemlemek mümkündür. Ortaçağ’da Kilisenin giderek gerçekten kopması karşısında Modernlik aklı önplana çıkarmıştır. Modernliğin doruğunu temsil eden uğrak noktalarından olan Aydınlanma düşüncesi akla vurgu yapan rasyonel bireye göndermede bulunmuştu. Descartes ile yeniden başlayan akıldan yararlanmanın yöntemini ortaya koyma eğilimleri giderek kurumsallaştı; hatta süreç içerisinde insanın duyu ve sezgilerini ihmal bir takım farklı dirençleri ortaya çıkarmıştır.

Nitekim bu ihmale karşı direnç noktalarından birisi romantizmin yükselişi olarak olarak kendisini gösterdi. Bu direnç insanın aynı zamanda irrasyonel, mitik göndermelerle de kendisini ifade edebileceğini anlatmıştır. Bu dirençlerden bir diğeri de içinde yaşadığımız postmodern süreçtir. Aklın evrenselliği ve külliliğine itiraz eden postmodern durum, miti ve irrasyonaliteyi tekrar yükseltmiştir.

Yine düşünce tarihinin içerisinde insanın duyu ve sezgilerinin temel bilgi kaynağı olduğu noktasında görüşler öne sürülmüştür. Modern düşüncenin aklın bütün yetiler üzerindeki mutlak egemenliği, süreç içerisinde yaralar almıştır. Nitekim Schopenhauer acıyı akıldan istisna tutarken, Freud da bilinçaltını akıldan istisna edilmiştir. Batı’da yaşanan bu süreci şu ifadelerin özetleyebileceğini söyleyebiliriz. Batı düşüncesi bu yetileri insanın bütünselliği içerisinde ve bir denge halinde konumlandırmamış; öne çıkardığı yetiyi mutlaklaştırmıştır. Tam da bu sebeple bilginin kaynağı sorusunda rasyonalistler, sezgiciler ve duyucular şeklindeki yaklaşımlar mutlak kategoriler olarak yerlerini almışlardır.

Müslüman dünya bilhassa 1800’lerden itibaren modernlikle karşılaşmasıyla birlikte bir yenilgi halinin farkındalığını yaşamaya başlamıştır. Doğrusu bu yenilgi doğu toplumlarında Edward Said’in betimlediği üzere kendisi ile Batı arasındaki hiyerarşiyi sabitlediği gibi, yenilgiden mülhem acılar üretmiştir. Doğrusu 1500’lerden itibaren başlayan coğrafi keşifler ve sömürgeleşme süreci de müslüman toplumları hem sarsmış hem de acılarını derinleştirmiştir.

Bu durum müslüman toplumların daha çok duygusallaşmasını birlikte getirmiştir. Bunun anlamı; süreç içerisinde sorunlarına sahip olduğu tüm yetilerle dengeli bakmak yerine duyguları ile değerlendirme yapmayı tercih etmiştir. Tam da bu sebeple tarih bir hamasete dönüşmüş ve geleceğe projeksiyon çizecek bir “ibret tablosu” olmaktan çıkmıştır. Mazlumluk bir edebiyat olarak tüm söylemlerin ana mihverini oluşturmuş; ancak mazlumluk söylemi toplumsal davranışları düzenleyecek bir akılcılığa dönüşmemiştir.

Tam da bu noktada bu sıralar sosyal medyada dolaşan Amin Maulof’a ait bir sözü mealen zikretmenin yeridir; “Ortadoğu toplumları her şeye üzülürler ancak sorunlar karşısında ilgisizdirler.” Bu söz büyük oranda müslüman toplumların her şeyi hamasete boğduklarına göndermede bulunmaktadır.

Belirtilmelidir ki, müslüman toplumların sorunları gerçekten ağırdır. Fakat bunları çözmenin yolu duyu ve sezgileri kaybetmemek kaydıyla bilgi ve aklın beslediği üretimler olacaktır.