Dolar (USD)
32.55
Euro (EUR)
34.81
Gram Altın
2430.20
BIST 100
9645.02
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

27 Eylül 2022

​Atatürk'le konuştum

Ayşe Şener

Küresel güçler, “yerel güçsüzlükler”, dış düşman, iç düşman, büyük şeytan, ortanca şeytan ve küçük şeytan yani herkesin kendisi, bağımsızlık, beka, siyaset, politika derken yeterince politik olmamanın ve siyasi herhangi bir mesaj vermeksizin gün-ömür geçirmenin gittikçe zorlaştığı bir ülkede yaşamaya çalışıyoruz. Bu yüzden herkes bir siyasi. Herkes bir devlet adamlığı pozunda. Herkes her şey… fakat her şeyden önce bir politikacı gibi konuşmakta, yazıp çizmekte… Her gündemi havada kapıyorlar. Kendi çamurlarına bulayıp birbirlerine atıyorlar. Herkes ne kadar başkan. Herkes ne kadar devlet adamı. Kimse halk değil. Kimse kendi işinde gücünde değil sanki. Hele kimse kendi sanatında, sinemasında, edebiyatında, yazısı- çizisinde değil!...

Nasıl olup da sayın Cumhurbaşkanını tek adam olmak iddiası ile suçluyorlar, anlamıyorum. Bilakis… Çok adamlı bir siyasi ortam bu. Yok adamlı da diyebiliriz. Hem hangi siyasi kurum tek adamsız, tam bir demokratik-istişarî işleyişle yaşamış ki bu ülkede? Aile kurumuna dört kadına tek adam, kadın-erkek ilişkisine kırk kadına tek adam, yar bana bir eğlence gibi bakabilen ve bunu dini bir emir veya erkeğin doğası olarak sunabilen bir ülke için çok mümkün, çok beklenilir sonuçlar değil midir bunlar?

Yine konudan sapıyor kalem.

Kalem böyle harflere ayrılıp klavyeye dönüştüğünden beri kendini toparlayamıyor zaten.

Konu şu ki; siyasi konularda, dış ve iç politika hakkında sözünüz yok, yazınız yok, ürününüz yoksa yandınız. Yoksunuz. Yaşamıyorsunuz. Üretmiyorsunuz demektir. Yani öyle değerlendirilirsiniz.

Bunu en çok Haluk Levent’in anlattığı bir anısı üzerinden anlatabileceğim. Haluk Levent bir defasında yurt dışında harika bir ortamda sanatını icra ediyorken, en coşkulu anlarından birinde bizim memleketten birileri gelir yanına ve kulağına “Sizi daha iyi yerlerde görmek istiyoruz!” Der. Kastettiği daha iyi yer siyasi bir pozisyondur tabii ki… Sanatçı sanatının zirvesindeyken bile henüz siyasete atılmadığı için kötü bir yerdedir bu ülkenin genel ve aptal bakışına göre…

Ben de kendimce o “kötü yerde”yim. Ve hep öyle kalacağım. Daha dün tarihi bir kitabı karıştırıyorken Atatürk’le de konuştum.

Ve kendilerine Milli Mücadele yıllarında tıpkı o köylünün dediği gibi “Düşman gelecekse tarlamın ucuna kadar gelsin.O zamana kadar ben çiftimi sürer ekinimi ekerim(fikrimi üretir, yazımı, kitabımı yazar, filmimi kurgular, felsefemi, sanatımı üretmeye devam ederim) tarlamın ucunda düşman görünce her şeyi feda eder kalkar gelir ve seninle (memleketim için kiminle birleşmem gerekirse onunla) birleşirim!”

Bu uyarlamayı Milli Mücadele yıllarına ait şu anekdottan yapmış bulundum. Atatürk ile ve “Bir noktaya gelmek istiyorsan ülkenin siyasetine dair, gündeme dair şeyler yaz!” diyenlerle bu anekdot aralığında içten içe konuştum.

Anekdot şu: Atatürk Amasya'dan kalkmış Sivas'a gelmektedir, arabası bozulunca tamir edilene kadar ileri doğru yürür ve çift süren bir köylü ile konuşur “Be’ hemşerim düşman Samsun'a asker çıkarmak üzere, iki gün sonra burada olur sense hala çift sürmekle meşgulsün Samsun'a çıkan düşman seni ilgilendirmez mi?” deyince köylü de; “Ne yapayım paşam biz üç kardeştik, birimiz Çanakkale de birimiz Kafkas’ta şehit düştük. Ben tek kaldım, başımda da 6 yetim ile 2 dul var hepsi sabanımın ucuna bakar. Düşman gelecekse tarlamın ucuna kadar gelsin o zamana kadar ben çiftimi sürer ekinimi ekerim, tarlamın ucunda düşman görünce her şeyi feda eder kalkar gelir ve seninle birleşirim!” (Tabi o iki yengenin (dul) sabanın ucuna baka kalmadığını, ayakları elleri şişene kadar nasıl da emek vermiş olduğunu bilen bilir. Ama köylümüzün diline sağlık. Sahiplenişine sağlık diyelim. Konudan da sapmayalım yine.)

Durun tekrar edeyim. Tekrar iyidir.

Küresel güçler, “yerel güçsüzlükler”, dış düşman, iç düşman, büyük şeytan, ortanca şeytan ve küçük şeytan yani herkesin kendisi, bağımsızlık, beka, siyaset, politika derken yeterince politik olmamanın ve siyasi herhangi bir mesaj vermeksizin gün-ömür geçirmenin gittikçe zorlaştığı bir ülkede yaşamaya çalışıyoruz. İlhamlar, esintiler, yeni fikirler, felsefi ve sanatsal üretimler, tespitler, ürünlerin coşkunluk baskısı ve üstüne üstlük hiçbir kıymet üretmemişiz konumunun ardiyesine atılıvermek ve yalnızlaşmak bizi üzüyor. Üzsün tamam. Yeni üreteceklerimiz kalemimizin, klavyemizin boğazına duruyor. Bütün varlığımızla yutkunup duruyoruz. Kendimizi yutuyoruz. Heyecanımızı yitirecek kadar oluyoruz. Canımız hey hey diyemeyecek gibi oluyor. Canımız susup kalıyor.

Rica ederim. Yapmayın.

İnsani, bilimsel ve sanatsal üretimler de milli mücadeleye dahil edilsin.

Siyasi içerik taşımayan fikirler fikir kapsamına alınsın.

Politikleşmemiş, salt insan üst kimliğine ait veya üst insan olma yollarını açan her fikir, hareket, çaba, üretim de bağımsızlık yolunda bir adım olarak dikkate alınsın. Sonuçta bağımsız şahsiyet olamayanlardan oluşan hangi millet bağımsız kalabilmiştir ki?...Hangi millet her alanda evrenselliğe korkmadan adım atabilen yerel üretimler yapmaksızın bağımsızlığını ilelebet koruyabilmiştir ki?..