Dolar (USD)
32.60
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2501.73
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

12 Nisan 2021

Ateşi bulduk bulmasına da!..

İnsanlık tarihi insanın yaşı kadardır. Bizimle birlikte yaşlanan bir tarihimiz var. Bunun doğal sonucu olarak biz de yaşlanıyoruz ve yaşadığımız her gün ölüme biraz daha yaklaşıyoruz. Şöyle dönüp de geçmişe baktığımızda, taş devrinden başlayan yolculuğumuzun şimdiki durağı uzay çağı olmuş. İnsanlık yakın zamanda aya turistik gezi düzenlemenin hesaplarını yapmaya başladı. Hatta ilk gidecek yolcuların belirlenme çalışmaları da başladı. “Nereden nereye geldik!” diye düşünmüyor değiliz. Dün mağara duvarlarına yazılar yazma, resim çizme gayretinde olan atalarımızın torunları olarak uzaya not bırakma derdini güder olduk.

Devirler arası yolculuklarımızın bazı noktalarında kritik eşikler atlamışız. Bu kritik eşiklerin en önemli basamağı da hepimiz kabul ederiz ki, ateşi bulmamız olmuştur. Ateşi bulunca o güne kadar yapılan birçok eylem farklı bir boyut kazanmış ve elde işlenen malzemeler ihtiyaca uygun şekle büründürülerek kullanıma sunulmuştur. Olaya bu açıdan baktığımız zaman ateşin insanlık tarihi içerisinde ne kadar büyük ve önemli bir yeri olduğunu görmüş oluyoruz. Isınma, korunma, beslenme, eşyaları işleme gibi birçok alanda kullandığımız ateş, hayatımızda bir çığır açtı.

Ateşi bulduk bulmasına lakin ısınmak için değil, birbirimizi yakmak için…

Evet, ateşi bulduk bulmasına da, her zaman amacına uygun mu kullandık? Maalesef, bu soruya “Evet!” diyemiyoruz. “Evet!” demeyi gönülden arzuluyor olsak da, o evet cevabını içimizden gelerek veremiyoruz.

Atalarımızın ihtiyaçlarını karşılamak için bulduğu ateşte bizler birbirimizi yakmak için uğraşıyoruz. Bu yaktığımız ateş ile bütün dünyayı yakıyoruz ve yakarken de içinde biz de yanıyoruz. İşin acı tarafı ise bu çıkardığımız yangında kendimizi de yaktığımızın farkında değiliz.

Dünyaya genel bir perspektiften baktığımız zaman ateşin düşmediği ve yakmadığı yer yok. Ateş düştüğü yeri yakar derler, amenna. Lakin sızısı insan olan herkesin yüreğini dağlar. Çocukların sebepsiz öldürüldüğü, kadınların şiddete maruz kaldığı, babaların çocuklarının gözü önünde katledildiği, güçlünün haklı olduğu, haklının mağdur edildiği, beş ülkenin dünyadan büyük gösterildiği ve bunların hepsinin medeniyet ve çağdaşlık maskesine büründürüldüğü bir zamanda yakılan ateşin bizi yakmadığını iddia etmek ya vicdansız olduğumuzun ya da üç maymunu oynadığımızın işaretinden başka nedir?

Ateş düştüğü yeri yakar, diyorlar. EyvAllah. Lakin ateşi yakanın hiç mi suçu yok diye sormazlar mı? Batı dediğimiz adı medeniyet, aslı vahşet olan bir sistem bu yaktığı ateşin gün gelip de kendilerini yakacaklarını beklemiyorlar mı? Unutulmasın ki, her ateş en nihayetinde onu elinde tutanı da yakacaktır. Bu dünyada olmazsa da ahiret yurdunda her şeyi hakkıyla bilen ve adil olan Allah, elbet bunun hesabını soracaktır. Ki Tekvir Suresi’nde öyle buyuruyor:

“Güneş, dürüldüğü zaman, yıldızlar, bulanıp söndüğü zaman, dağlar, yürütüldüğü zaman, denizler kaynatıldığı zaman, ruhlar (bedenlerle) eşleştirildiği zaman, diri diri gömülen kız çocuğunun, hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman, amel defterleri açıldığı zaman, gökyüzü (yerinden) sıyrılıp koparıldığı zaman, cehennem alevlendirildiği zaman, cennet yaklaştırıldığı zaman, herkes önceden hazırlayıp getirdiği şeyleri bilecektir… (Hâl böyle iken) nereye gidiyorsunuz? Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.”

Hal böyle iken, nereye gidiyoruz ey insanoğlu? Yakılan ateşlerin hesabı sorulmaz mı zannediyoruz? Ateşe hükmümüz geçer mi? Yaktığımız yerden yanmayacağımızı mı sanıyoruz?

Ateşi bulduk bulmasına da, ancak her şeyi amacı dışında kullandığımız gibi ateşi de amacı dışında kullanıyoruz. Yanan ateşleri söndürmek için su niyetine iyilikler yapmak yerine ateşe kötülük odunları taşıyoruz.

“Ateşe dayanabileceğin kadar günah işle.” diyen bir Peygamberin ümmeti olarak ateşe dayanamayacağımızı bile bile ona koşar adım gidiyoruz maalesef. Burada bize düşen en önemli görev, Yüce Allah’ın “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (Tahrim Suresi, 6. Ayet) öğüdüne kulak vermektir.

İnsan ateşte yanmayı göze alacak kadar cesur değilse, ateşten kaçacak kadar iradeli olmalıdır. İşte bu irade insanı doğru yola yönlendirecek olandır. Aksi takdirde bulduğumuz ateşte yanmamız kaçınılmazdır.