Dolar (USD)
32.36
Euro (EUR)
34.94
Gram Altın
2323.60
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

07 Haziran 2012

Beden felsefeleri ve kürtaj


Doğrusu kürtaj tartışmalarının bu kadar uzun süreceğini tahmin etmemiştim. Ama Türkiye'de bu işler belli olmuyor. Konu, dünya görüşü farklılıklarını derinleştirecek düzeyde işlemeye devam ediyorsa, haliyle kendi içerisinde çeşitlenerek devam ediyor. Daha doğrusu her bir tartışma konusu, bir dünya görüşü mücadele konsepti içerisine sokuluyor.

Kürtaj meselesine birkaç boyutlu bakmak gerekiyor. Öncelikle bir insan hayatını sonlandırmaya, üstelik bunun savunmasız küçük bir insan organizması olduğu düşünüldüğünde, hiçbir vicdanın onay verebileceğini düşünmüyorum. Tabii ki burada annenin sağlığı gibi bazı istisnaların olduğu da yine vicdanen kabullenilebilecek bir durum.

Burada konuyu dinlerle ideolojiler arasında köklü felsefi ayrılıklar düzleminde tartışmalıyız. Öncelikle tarih boyunca da doğrulanabileceği gibi dinler ve kadim gelenekler kürtaja (=çocukların doğumlarına karşı uygulanan politikalar) karşı olmuşlar ve yasaklamışlardır. Bunun karşısında seküler ideolojilerin genel tavrı da, nüfusun kontrolü ve kürtajdan yana olmuştur. Bugün bir çok ideolojiler ve özelde bir ideoloji olarak feminist düşünce bunu savunmaktadır.

Kadınların yaptıkları gösterilerde "beden" kavramı öne çıkarıldı ve "bedenim benimdir" şeklinde ifade edilen feminist tezler dillendirildi. Bedenin insanın mülkü olduğu şeklinde önerilen bir felsefe uyarınca intihar da, zina da, kürtaj da bir insanın kendi bedeni üzerindeki tasarrufları olarak öne çıkarılır. Fakat kürtajın tam olarak bir kişinin kendi bedeni üzerindeki tasarrufu olduğunu söylemek bu felsefeye göre bile mümkün değildir. Çünkü yaşamına son verdiğiniz beden, sizin değildir. Bir başka beden ile ilgili böyle bir kararı neye göre vermektesiniz? Nitekim Diyanet İşleri Başkanı da, anne karnındaki çocuğun, bir başka beden olduğu ve anneye emanet edildiği yönünde beyanatta bulundu.

"Bedenim benimdir"in karşısındaki temel felsefe ise, "beden emanettir" şeklinde ifade edilebilir. Buna göre beden, insanın temellüküne verilmiş olan ve onun sonsuz tasarrufta bulunabileceği bir alan değildir. Bundan dolayı dine göre intihar, zina ve kürtaj haramdır. Bir mü'min bedeninin kendisine bir emanet olarak verildiği bilinciyle hareket eder.

Tam da böyle iki farklı felsefenin ayrışma noktasında bu meselelere yaklaşımlar bir dünya görüşü bağlamında bütüncül hale gelirler. Dolayısıyla tek başına kürtajı tartışmak eksik bir tartışma olacaktır. Her dünya görüşü, bir felsefeden hareket eder ve pratikleri de bu felsefeye uygun olarak şekillenir. "Bedenim benimdir" mottosunu kabul etmek, bunun mantıksal bir sonucu olarak zina ve kürtajın da serbestliğini savunmayı beraberinde getirmektedir. Bugün yaşadığımız dünyada seküler bakış açısı, kendi felsefesine uygun bir hayat anlayışını getirdiği gibi, bunun için gerekli tıbbi, sosyal, siyasal araçları da üretmektedir. Dolayısıyla kürtaj da, bu yaşam biçiminin temel araçlarından biri haline geliverir. Meselenin medyadaki tartışılma biçimi ve tavır alışlar da bunu doğrulamaktadır.

Hiç kimsenin dünya görüşü ve hayat tarzına müdahale edilmemelidir. Fakat meselenin insani ve vicdani boyutunu, "insanım" diyenler bir kez daha düşünmek zorundadırlar. Keyfi olarak bir kadının karnındaki çocuğun hayat hakkına son vermeyi bir vicdan kaldırabilir mi bilmiyorum. Üstelik başka bir hayatı sonlandırma yetkisi hangi hukuk ve ahlak sisteminde onaylanmaktadır?

Tabii burada kürtaj ile Uludere arasında Başbakan'ın kurduğu ilişkiyi de kabul etmek mümkün değildir. Yapılan analoji, Uludere meselesinin önemini azaltan bir imajla kavranmıştır. Adalet diye bir şey varsa, bunun tesisi büyük önem taşır ve Uludere meselesi de bunun bir istisnası değildir. Olay gerçekte nasıl cereyan etmiştir? Sorumlular kimlerdir? Bunların bir an önce açıklığa kavuşturulması gereklidir. Kürtaj ile Uludere meseleleri ayrı ayrı ele alınmalıdır. Bunlardan herhangi biri, diğerinin önemini azaltacak biçimde manipüle edilmemelidir.

Gazetelerde Ahmet Altan gibi bize postmodern bir yaşam tarzı öneren isimlerin dünya görüşlerini asla paylaşmıyorum. Fakat Uludere ile ilgili yapılan eleştirileri de dikkate almak gerekir; eğer farklı bir kimlik iddianız varsa. Hz. Peygamber'e referans yapan insanların "adalet"i sonuna kadar savunmaları ve bunun gereğini yapmaları bir zorunluluktur. Hiç kimse bundan kaçamaz.

Bugün geldiğimiz nokta ve yapılan tartışmalar, "hangi değerler?" sorusunu her seferinde gündemimize taşımaktadır. Yaşadığımız olaylar ve krizler, bu hayati soruyu sürekli gündeme getirmektedir. Türkiye'nin batılılaşma tarihi, zihn-i müşevveş aydınların tarihine paralel gidiyor. Bu da değerler ve ahlak dünyasını tarumar ediyor. Neticede tartışılan bütün meseleler aynı kapıda birleşiyor; Gündem değişiyor, ama sorun değişmiyor.

 
ABONE OL
Deniz feneri detay
Deniz feneri detay
Kızılay 160x600
TDV ramazan