Bir sarılsan geçecek
Çocuktum...
Bir gün annemi morali bozuk ve suskun
gördüm. Bir iki gün sürmüştü bu ruh hali. Sonra “Kötüler çok yaşıyor, iyilerin de ömrü kısa oluyor” söylendiğinde
canını sıkan önemli bir şeyin olduğunu anladım. Ve Hz. Mevlana’nın: “Bizi edepsizler değil, edebimiz susturur.”
sözüyle asıl tepkinin susarak verildiği dersini almıştım annemden...
Yavaş yavaş çocuk saflığı yıllarından çıkarken
bazı şeylerin farkına varmaya başlamıştım. Mehmet Akif, Necip Fazıl, Erdem
Bayazıt, Sezai Karakoç, Cemal Süreya, Melih Cevdet Anday gibi birçok şair
kahramanlarım olmuştu.
Melih Cevdet Anday’ın:
“Kimi
gözler bir hasret taşır içinde;
Sarılsan
geçecek,
Konuşsan
gülecek.”
Aklım erdikçe dünyanın kötüleşen hali
için Necip Fazıl’ın: “İyi insanlar iyi
atlara binip gittiler” dizelerini daha iyi kavradım. Ancak dünyanın bugünkü
rezil rüsva ve perişan halinin iyi insanların azlığından değil görevini
yapmamasından olduğunun farkında mısın?
Derken... Domuz, kuş, sars ve en son Korona
19 virüsü ile bugünlere kadar ağır aksak geldik. Yarın hangi ölümcül virüs
çıkar ya da çıkarılır bilinmez ama en tehlikelisi toplumu çürüten virüslerdir!
Yalnızlık bunlardan…
Bugün dostluğa, gönülden ve içten bir
kucaklaşmaya ne çok ihtiyaç var. Kaç zamandır size dostum, arkadaşım ve
sevgilim diyen kaç kişi kaldı hatırlıyor musun? Öyle büyümüş ki içimizdeki
yalnızlık, yavaş yavaş ölüyoruz!
Her şeyin çaresinin olduğu söylenen bu
çağda toplumu çürüten virüslerin çaresi bulunamıyor. İnsanlık yavaş yavaş
ölüyor görmüyor musun?
Bu hafta yakın bir arkadaşımın annesi
sonsuzluk yurduna uğurlandı. Sordum, çok arayanın soranın olmuştur Ahmet:
“Hayır çok olmadı daha çok sosyal medya üzerinden taziyede bulunuldu ancak
yakın arkadaşım bildiklerimin bu tavrı beni çok üzdü” dedi. Acıların insanın
gözünü açtığını, samimiyeti veya samimiyetsizliği bu tür anlarda fark ettiği bu
gerçeği değiştirmiyor ki...
Ne
yazık ki toplumda dostluğun ve kardeşliğin tedavi etme gücünü unutanların
sayısı gittikçe artıyor. Bu nedenle acı ve dertlerimizin kalpteki yükünü
kaldırmakta zorlanıyoruz ve gittikçe yalnızlıklarımız artıyor.
Halden anlamamın, güzel konuşmanın,
kibarlığın, sevmenin, düşenin ellinden tutup kaldırmanın ve bir tebessümün
bedava olduğunu maalesef unuttuk. Bu kadar duyarsız kalabalıklar arasında ‘adım
atacak halimiz kalmadı’ çığlıklarının gittikçe tufana dönüştüğünü görmüyor
musun?
Oğuz Atay’ın ifadesiyle:
“Korkuyoruz.
Düşünmekten
ve sevmekten
Korkuyoruz.
İnsan olmaktan korkuyoruz.”
Sevmekten
kalplerin ağrıdığı o masal günleri hayal etmek çok zor artık. Gencecik âşıkların
mutluluktan göğüslerini dövdüğü o yürekli dönemleri geri getirmek mümkün değil artık
anlıyor musun?
Nehirlerin
akışını, şelalelerin dinlendiren sesini, göğün mavisini, dağların özgürlüğünü,
yeşilin birçok renginin olduğunun fark edildiği, Anadolu bozkırlarını ve ansızın
havalanan keklik sürülerini nerden bilsinler ki bugünün çocukları. Nine ve dedelerimizin
masallarıyla büyüdüğümüz büyük aile mutlu günlerini nerden bilsinler ki!
Keşke çocuklarımıza merhameti,
yardımseverliği, tebessümün sadaka olduğunu, kanaati, az bir şeyle çok mutluluk
olabileceğini, nine ve dedelerin cennet kokusu olduğunu öğretebilseydik her şey
güzel olacaktı.
Dur hele, dur... Dizlerinin suçu yok ki,
asıl köteği bizden öncekiler hak etmişti. Kalbimizi, aklımızı ve neslimizi
koruyalım yeter, her şey yine güzel olacak…