Dolar (USD)
34.14
Euro (EUR)
37.71
Gram Altın
2916.27
BIST 100
8898.23
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Çağdaşlar ilkellerden daha mı ileri?

Modernitenin niteliklerinden birisi de evrimci ve ilerlemeci bir bakış açısına sahip olmasıdır. İlk insandan bugüne kadar insanlığın sürekli ileriye doğru gittiği yargısını ifade eden ilerleme, erken modern zamanlarda nesnel bir durum olarak görülmüştür. Gerek AugusteComte gerekse Durkheim ve hatta o dönemin birçok düşünürlerinde ilerlemeyi ifade eden insanlığın bir gelişim çizgisi oluşturulmuştur.

Bu minvalde ilerleme düşüncesi birçok alana yansıtılarak okumalar yapılmıştır. Söz gelimi; gelişmiş toplumların dinlerinin de gelişmiş olduğu şeklindeki yargı da bunlardan birisidir. Ancak ilerleme düşüncesinin belki de sağladığı en önemli işlev; Batılı toplumların batı dışı toplumlar üzerindeki egemenliklerini garantiye almaktır.

Zira ilerleme düşüncesi şu iki varsayım etrafında işlemektedir. Birincisi, tarihi düz bir çizgi üzerinde düşünürsek, bu çizginin en önünde batılı toplumlar bulunmakta; batı dışı toplumlar ise bu tarihin geri aşamalarında bir yerlerde konumlanmaktadır. Nitekim AugusteComte Mustafa Reşit Paşa’ya yazdığı mektupta Osmanlıların da teolojik safhada yaşadığını; fakat gerekli koşulları yerine getirirse pozitif safhaya kolaylıkla geçeceğini söylemekteydi. İkincisi, esasen bu tarih çizgisindeki konumlanışlar, Batı’nın açık ara üstünlüğü sebebiyle batı dışı toplumların onları takip etmesi zorunluluğunu imlemektedir. Bunun temel sebebi de “aklın” evrensel olarak aynı şekilde işlediği varsayımıdır.

İlerleme düşüncesi farklı alanlarda da Batı ve batı dışı toplumlar arasındaki egemenlik ilişkisini hep koruyacak içeriklerle ortaya çıkmıştır. Söz gelimi; Marx Batı ve Batı dışı toplumlardaki üretim tarzlarına dair analizlerinde Batı dışı toplumları Asya Tipi Üretim tarzı dediği; özü itibarıyla rasyonellikten uzak bir bakış açısıyla eşitlemiştir. Hakeza MaxWeber de Batılı toplumların gelişim çizgisini rasyonellikle özdeşleştirirken, Batı dışı toplumları bunun dışında tutmaktadır.

İlk dönem antropoloji çalışmalarında da benzer durumu görmek mümkündür. Öncelikle zaten antropoloji batılı olmayan ilkel toplumların kültürlerini incelemek üzere kurulmuş bir bilimdir. İlk dönem özellikle Afrika toplumları üzerine gerçekleştirilen (Batılılar insanlığın ilk formlarını ilkel olarak gördükleri afrika toplumlarında bulacaklarını düşünmekte idiler) antropoloji çalışmaları buradaki “ilkel (!)”lerin rasyonaliteden uzak olduğunu öne sürmekteydiler.

Fakat bugüne kadar devam eden süreçte ilerlemenin mitik bir anlayış olduğu artık Batı düşüncesinin de uzlaştığı bir görüştür. Çünkü “ilerleme”nin nasıl ölçüleceği ciddi bir sorun olarak görülmüş ve eleştirilere uğramıştır. İşin ilginç yanı ise, Batı dışı toplumların hala Batı’yı ve kendilerini değerlendirirken “ileri-geri” kategorileri üzerinden konuşmalarıdır. Bu zaten Batı dışı toplumların Batı’nın kendi üzerlerindeki garantili egemenliğin sürmesini sağlamaktadır. Ancak anlattıklarımız Batı toplumlarının diğer toplumlardan birçok açıdan daha iyi olduğu gerçeğini atlamamızı da gerektirmez.

Esas sorun ise çağdaş insanların ulaşılan teknolojik seviye itibarıyla “bugün”ü geçmişten daha ileri, kendilerini de “gelişmiş” insan statüsünde görmeleridir. Bu ise tamamıyla yanıltıcı bir bakış açısıdır. Elbette teknoloji oldukça gelişmiştir. Fakat esas sormamız gereken soru insanlığın kalitesinde ne kadar ilerleme olduğudur? Özgürlük, insan onuru, adalet vb. kavramlarda nereye gelindiğidir? Dünyanın gidişatına dikkatli bakıldığında, en azından benim aldığım sinyaller daha negatif bir projeksiyonu göstermektedirler. İnsanın genelde yanıltan ise, elinde yegane kalan etiketlerdir. Bu arada teknoloji ile güçlü olduğunu zanneden insanlar, kaybettikleri ile giderek güçsüzleşmektedir.