Çağdaşlar ilkellerden daha mı ileri?
Modernitenin
niteliklerinden birisi de evrimci ve ilerlemeci bir bakış açısına sahip
olmasıdır. İlk insandan bugüne kadar insanlığın sürekli ileriye doğru gittiği
yargısını ifade eden ilerleme, erken modern zamanlarda nesnel bir durum olarak
görülmüştür. Gerek AugusteComte gerekse Durkheim ve hatta o dönemin birçok
düşünürlerinde ilerlemeyi ifade eden insanlığın bir gelişim çizgisi
oluşturulmuştur.
Bu
minvalde ilerleme düşüncesi birçok alana yansıtılarak okumalar yapılmıştır. Söz
gelimi; gelişmiş toplumların dinlerinin de gelişmiş olduğu şeklindeki yargı da
bunlardan birisidir. Ancak ilerleme düşüncesinin belki de sağladığı en önemli
işlev; Batılı toplumların batı dışı toplumlar üzerindeki egemenliklerini
garantiye almaktır.
Zira
ilerleme düşüncesi şu iki varsayım etrafında işlemektedir. Birincisi, tarihi
düz bir çizgi üzerinde düşünürsek, bu çizginin en önünde batılı toplumlar
bulunmakta; batı dışı toplumlar ise bu tarihin geri aşamalarında bir yerlerde
konumlanmaktadır. Nitekim AugusteComte Mustafa Reşit Paşa’ya yazdığı mektupta
Osmanlıların da teolojik safhada yaşadığını; fakat gerekli koşulları yerine
getirirse pozitif safhaya kolaylıkla geçeceğini söylemekteydi. İkincisi, esasen
bu tarih çizgisindeki konumlanışlar, Batı’nın açık ara üstünlüğü sebebiyle batı
dışı toplumların onları takip etmesi zorunluluğunu imlemektedir. Bunun temel
sebebi de “aklın” evrensel olarak aynı şekilde işlediği varsayımıdır.
İlerleme
düşüncesi farklı alanlarda da Batı ve batı dışı toplumlar arasındaki egemenlik
ilişkisini hep koruyacak içeriklerle ortaya çıkmıştır. Söz gelimi; Marx Batı ve
Batı dışı toplumlardaki üretim tarzlarına dair analizlerinde Batı dışı
toplumları Asya Tipi Üretim tarzı dediği; özü itibarıyla rasyonellikten uzak
bir bakış açısıyla eşitlemiştir. Hakeza MaxWeber de Batılı toplumların gelişim
çizgisini rasyonellikle özdeşleştirirken, Batı dışı toplumları bunun dışında
tutmaktadır.
İlk
dönem antropoloji çalışmalarında da benzer durumu görmek mümkündür. Öncelikle
zaten antropoloji batılı olmayan ilkel toplumların kültürlerini incelemek üzere
kurulmuş bir bilimdir. İlk dönem özellikle Afrika toplumları üzerine
gerçekleştirilen (Batılılar insanlığın ilk formlarını ilkel olarak gördükleri
afrika toplumlarında bulacaklarını düşünmekte idiler) antropoloji çalışmaları
buradaki “ilkel (!)”lerin rasyonaliteden uzak olduğunu öne sürmekteydiler.
Fakat
bugüne kadar devam eden süreçte ilerlemenin mitik bir anlayış olduğu artık Batı
düşüncesinin de uzlaştığı bir görüştür. Çünkü “ilerleme”nin nasıl ölçüleceği
ciddi bir sorun olarak görülmüş ve eleştirilere uğramıştır. İşin ilginç yanı
ise, Batı dışı toplumların hala Batı’yı ve kendilerini değerlendirirken
“ileri-geri” kategorileri üzerinden konuşmalarıdır. Bu zaten Batı dışı
toplumların Batı’nın kendi üzerlerindeki garantili egemenliğin sürmesini
sağlamaktadır. Ancak anlattıklarımız Batı toplumlarının diğer toplumlardan
birçok açıdan daha iyi olduğu gerçeğini atlamamızı da gerektirmez.
Esas
sorun ise çağdaş insanların ulaşılan teknolojik seviye itibarıyla “bugün”ü
geçmişten daha ileri, kendilerini de “gelişmiş” insan statüsünde görmeleridir.
Bu ise tamamıyla yanıltıcı bir bakış açısıdır. Elbette teknoloji oldukça
gelişmiştir. Fakat esas sormamız gereken soru insanlığın kalitesinde ne kadar
ilerleme olduğudur? Özgürlük, insan onuru, adalet vb. kavramlarda nereye
gelindiğidir? Dünyanın gidişatına dikkatli bakıldığında, en azından benim
aldığım sinyaller daha negatif bir projeksiyonu göstermektedirler. İnsanın
genelde yanıltan ise, elinde yegane kalan etiketlerdir. Bu arada teknoloji ile
güçlü olduğunu zanneden insanlar, kaybettikleri ile giderek güçsüzleşmektedir.