Dolar (USD)
34.12
Euro (EUR)
38.10
Gram Altın
2876.41
BIST 100
9900.25
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

07 Ağustos 2024

Çıpalar kaybolurken

Gemilerin iskelede ya da konaklamak istedikleri yerde sürüklenmelerini, yer değiştirmelerini önlemek üzere zincire bağlı olarak denize salınan demiri tanımlayan çıpa kelimesini burada insan ya da toplumların dağılmasını önlemek üzere işlevsel olan değersel sabiteleri ifade etmektedir.

Türkiye 1980 sonrasında yaşadığı kırılmalarla ciddi bir dönüşüm geçirmiştir. Dünya küreselleşmeye doğru evrilirken Türkiye’nin de buna ayak uydurması küresel stratejinin bir gereğiydi. Nitekim 1980 darbesinin ardından Türkiye tedrici olarak dışa daha açık modernleşme politikalarını uygulamaya başlamıştır. Doğrusu Turgut Özal, dönemin iktidarı Kenan Evren tarafından tasvip edilen bir isim değildi. Fakat küreselleşme ve modernleşme ile Turgut Özal’ın politikaları uyumlu idi.

Tam da bu dönemde Turgut Özal’ın bir lider olarak prototipi hem bireyselliğin geliştirilmesi hem de din ve dünya ile farklı bir ilişki kurma biçimine önderlik etmiştir. Özal’ın söz gelimi şortla görüntü vermesi, darbeleri zihni arka planında saklayan bir toplum için “özgürlük” ve “açılım” şeklinde okunmuştur. Fakat küreselleşme yönündeki değişimleri daha sonraki ekonomik düzlemde ve gündelik politikalarda izlemek gerekir.

1980 öncesi dönemde Türkiye toplumu şehirleşmenin henüz sorunlarıyla boğuşurken, bireyselliği yaşayabiliyor değildi. Esasen 1980 öncesi ideolojik angajmanların ağırlığından da anlaşılacağı üzere kolektivite gündelik hayatta daha baskın bulunuyordu. Bireyselliğin ve bireysel taleplerin dile getirilmesinin farklı toplumsallıklar içerisinde dile getirilmesi “ayıp” ve “davaya ihanet” olarak değerlendirilirken, aynı zamanda hem kamusal hem de özel alanda toplumsal kontrol de işlemekteydi. Bu yıllar insanların birbirine “niçin camiye cemaate gelmediklerini” sorabildikleri zaman dilimiydi.

Fakat 1980 tarihinden itibaren tedrici olarak apolitikleşme süreciyle eşzamanlı olarak bireyselleşmenin yoğunlaştığı gözlemlenmektedir. Bugün gelinen noktada Türkiye insanı bireysel yaşamın tadını çıkarmakla meşguldür. Öyle ki, modernleşmenin bütün getirilerini büyük bir hazla hayatına dâhil etmekte, hatta bu konudaki referans kaybının farkına bile varamamaktadır.

Bireyselleşmenin ve hatta öznelleşmenin postmodern bir tarzda bedeni hazlar üzerinden görünür olduğu bu zaman diliminde, “ben”lerin kolektivite anlamına etrafına pek bakmadıkları da görülmektedir. Öyle ki küçük küçük direncin bir konusu olan “cami cemaati” insanların birbirinin durumunu sorması anlamında toplumsal kontrol işlevini kaybetmiştir. Hatta “cami cemaatine niçin gelinmediği” sorusu bireylerce özel hayata bir müdahale olarak algılanmaktadır.

İşin ilginç tarafı İslamcılar ya da daha genel anlamda muhafazakâr Müslümanlar bu süreçten daha fazla etkilenmiş görünmektedirler. Bir tavır olarak İslam’ın küresel, neo-liberal, kapitalist özellikler gösteren bu sürece uydurulması sonucu, kendi dışındaki bütün ideoloji, süreç ve düşüncelere servis sunan bir İslam içeriği önümüzde durmaktadır. Bunun şekillendirdiği Müslüman prototip ise sağlıklı şekilde dünya ile ilişki kuramamaktadır.

Kolektivitenin çözündürülmesiyle de bağlantılı olarak yaşanan süreç geleceğe doğru bir çözülme, anomi şeklinde sinyaller vermektedir. Türkiye toplumunun hala derinlerde var olan bazı değerlere yönelik çıpalamaları sorunlar yaşıyor görünmektedir.

Emile Durkheim kendisini modernleşme ve Fransız İhtilali’nin ardından toplumsal çözülmeleri nasıl önleyeceği meselesine adamıştı. Bu sebeple belki çalışmalarında öne çıkan kavramlardan birisi kolektif bilinç ise bir diğeri dayanışma idi. Hatta “dayanışma” ilk sosyologların ortak sorunu da diyebiliriz.

Post/modern küresel haz çağında çıpalar kaybolurken, bir müddet sonra çarçur edilen değersel çıpaların ne anlama geldiği daha iyi anlaşılacaktır. İş bu çıpaları kaybetmemektir.