Dolar (USD)
32.58
Euro (EUR)
34.84
Gram Altın
2418.95
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

22 Nisan 2021

Dijital dünya ve geleneksel okul sistemi

“İnsan kendi dünyası üzerinde eylemde bulunan bir özne olma yetisine sahiptir” der Poul Freire. İnsan aklı, okul duvarları içine hapsedildiği günden itibaren bu yetimizi kaybettik.

Peki, nasıl oldu bu?

Bilindiği gibi zorunlu eğitim kurumları, sanayi devrimiyle birlikte var olan ulus devletlerin icadıdır.

18. yüzyılda John Calvin, “çocukluğun bizzat aşılması gereken kötü bir dönem olduğunu” düşünüyordu.

Martin Luther isezorunlu devlet eğitimini şeytana karşı güçlü olmanın bir yolu olarak” görüyordu. Şeytanın yeryüzündeki işbirlikçilerini de Türkler olarak ilan etmişti.

1923’ten 1944’e kadar Mussolini İtalya’sında Faşizm, 1933’ten 1945’e kadar Hitler Almanya’sında Nazizm ve 1928 ile 1953 yılları asında Sovyetler Birliği’nde sosyalizm adı altında çeşitli ideolojik adlandırmalarla toplumlar dönüştürülmeye çalışıldı. Bu dönüşümü eğitim kurumları araçlığıyla yaptılar.

Türkiye ise zorunlu devlet eğitimi aracılığıyla yeni bir ulus meydana getirmek istedi. Dönem itibariyle bakıldığında estirilen ideolojik rüzgâr belki de bunu gerektiriyordu. Anlayacağınız eğitim, “ezenlerin ideolojik aygıtıydı.”

Bugün yukarıda saydığım ülkelerden sadece Türkiye, eskiden kalma eğitim sistemini sürdürmekte ısrar ediyor. Artık okula sığmayan, okulun ilerisinden giden ve sürekli gelişen teknolojilerle birlikte sosyalleşmesini internet ortamında gerçekleştiren yeni nesile rağmen yapıyor bunu.

Ülkede 1930’lu yıllardan kalma andımızı okullarda okutalım mı okutmayalım mı tartışmalarının yapıldığı bir zamanda dünyada eğitimi kökten değiştirecek yeni bilimsel gelişmeler oluyor.

Bir önceki yazıda Prof. Dr. İsmail Hakkı Aydın Hoca’dan da istifade ederek beyin üzerine yapılan bilimsel deneylerden bahsetmiştik. Taşkın Koçak da yakın gelecekte uygulamaya sokulacak olan bazı gelişmeleri listelemiş.

Öncelikle belirtmek isterim ki, bilime ve teknolojiye karşı olan biri değilim. İnsan beyni, hayal edemeyeceğimiz kadar büyük işleri başarmak için tasarlanmış harikulade bir organdır.

İtirazım; bilimin merkezîleştirilmesinedir. Bilimin bir grubun elinde insan fıtratına, dünyadaki ahengi ve frekansımızı bozmaya yönelik tekelci bir minvalde ilerlemesidir.

Bugün sınırları zorlayan bilim ve teknolojinin geleneksel eğitim anlayışını tersyüz edeceği bir gerçektir. Okul binaları daha şimdiden sallanmaya başladı bile.

Düşünün, bilginin görsel kortekse veya bilinçaltı zihne aktarılmasından bahsediliyor. Dahası beynin kullanılmayan kısımlarının aktif hale gelmesi bekleniyor.

Eğitim deneyiminin artık bilgisayar bağlantılarıyla beyine indirilmesi, belleğe ve kişiliğe manipülasyon yapılması da çalışmalar arasında.

Küçük mobil bir cihaz ile her şeyi yapabilme imkânı ve insana internet bağlantısı yapan implantların varlığı karşısında eski usul eğitim kurumları ne yapabilir?

Öyle ki dil çevirmen implantlarının kullanılacağı ve insan beynine eşdeğer bilgisayarların olacağı bir dünyada zorunlu klasik dil eğitimleri yetersiz kalmayacak mıdır?

Zihin okuma bilgisayarları yani düşünceler aracılığıyla insanlarla iletişim kurabilen bilgisayarlar, DNA bilgisayarları ve kuantum bilgisayarları, holografik dokunmatik ekranlı bilgisayarlar, beyinlerarası internet(wbw), beyinlerin her dilde programlanabilmesi ve implantlanabilmesi karşısında 1974 model bir eğitim kurumunun şansı nedir?

Hafızanın nakli ve yedeklenmesi, rüyaların depolanması ve her türlü işlemlerin blockchain tabanlı gerçekleştirildiği dijital çağda klasik eğitim öğretim yöntemleri tedavülden kalkacaktır.

Öyle ki birçok meslek dalı da ortadan kalkacaktır. Örneğin şoförlük, mimarlık, mühendislik, hekimlik, öğretmenlik, avukatlık, patoloji, radyoloji ve dermatoloji gibi birçok uzmanlık alanlarında ihtiyaçlara karşılık görev yapan yapay zekâlar olacaktır.

Kısacası “Benim oğlum mühendis olacak” devri artık kapanıyor. Türkiye’nin yeni nesil eğitim konusunda kafa yorması gerekir. Dijital çağda zorunlu devlet eğitimi hem maliyetli hem de ilkel kalıyor.

Öğrencilerin yeteneklerine göre değil yaşlarına göre belirlenip sınıflandırıldığı, hiyerarşik, baskıcı, geleneksel okul ortamlarından bir fayda görmeyi uman varsa yanılıyor.

Türkiye, 1900’lü yılların eğitim paradigmasından bir an evvel sıyrılıp gelecekteki eğitim modellerini masaya yatırmalıdır. Eğer şimdiden önlem alamazsak bu ülkenin insanı bilimsel diktatörlüğün ve dijital faşizmin gönüllü kölesi haline gelecektir.