Dolar (USD)
32.42
Euro (EUR)
34.29
Gram Altın
2492.64
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

23 Haziran 2021

Din çarkı niçin açığa dönüyor?

Toplum olarak bir anomi durumuna sürüklendiğimizin işaretleri daha kuvvetli bir şekilde ortaya çıkmaya başlamıştır. Belki de bunun en kuvvetli işareti, insan hayatına yön vermesi gereken temel değer ve kavramların bizzat kendilerinin bir anlam ifade etmemeye başlaması: Anomi. Bununla bağlantılı esas soru(n) ise; bu anomik durumda din etkin bir işlev görebiliyor mu? Bu soruya peşinen “hayır göremiyor” diyerek analizimize geçelim.

Sorunu daha net ortaya koyabilmek için sorunu dolayımlayacak etkenlerin görünür olduğu kavşak noktasını sarahate kavuşturmalıyız. Birincisi, 1980’li yıllar Türkiye için önemli bir kırılma noktasıdır. Bu tarihi dönüm noktası kılan şey; tüm dünyanın küreselleşme yönündeki açılımlarına Türkiye’nin de bir şekilde adaptasyonudur. Bu bağlamda liberal ve neo-liberal anlayışların da bir şekilde farklı aparatlarıyla yönetimlerce toplumun dönüştürülmesi için uygulamaya konulmasıdır.

Bugün izlediğimiz bütün sosyal formların 1980’lerden başlayan bu dönüşüm süreci ile bir şekilde ilintisi vardır. Bu süreç Batı dünyasının 1800’lerin sonunda yaşadığı sorunların bir kültürel gecikme sonucu önümüze gelişini anlatmaktadır bir bakıma. Modernitenin giderek kurumsallaşmaya başladığı bu dönemde, temel sorunların başında toplumsal çözülme ve anomi gelmektedir.

O dönemde ikisi de Fransız olan iki ismin temel sorununa baktığımızda durum daha da net anlaşılmaktadır. İlk isim olan Le Play, sosyolojide işçi aileleri üzerine yaptığı monografileri ile ünlenmiştir. Le Play din, aile, mülkiyet, çalışma, sosyal eşitsizlikler gibi meseleler üzerinden aslında Fransa toplumunun modern topluma dönüşümünün ortaya çıkardığı problemleri analiz etmektedir. O, din ve geleneğin nüfuzunun azalması ve modernleşmenin yaygınlaşması oranında ailelerin ve toplumsal düzenin uğradığı çözülmeleri anlatmaktadır.

İkinci önemli isim hiç şüphesiz Emile Durkheim’dır. Durkheim, dinin nüfuzunun azalmasıyla koşut biçimde gelişen Fransız Devrimi ve özellikle sanayileşme devrimi sonucu ortaya çıkan anomi durumuna dikkat çekmekteydi. Fransız devriminin getirdiği siyasal ve toplumsal meşruiyetin dönüşümü ile sanayileşmenin yol açtığı toplumsal alt üst oluşlar onun sosyolojisinin de esas problemi idi. Kendisi bir ateist ya da agnostik olmasına rağmen, kaynağını toplum olarak görse de, dinin bu anominin giderilmesindeki işlevsel rolüne değinmekteydi. Aslında Auguste Comte’un da endişenin benzer olduğu söylenmelidir.

Buraya Alman olan bir üçüncü ismi daha ekleyebiliriz: Ferdinand Tönnies. Tönnies cemaatten cemiyete geçişi irdelediği meşhur “Cemaat ve Cemiyet” isimli kitabında geleneksel toplumlar ve cemaat (buradaki cemaat community anlamındadır) arasındaki ilişkiler ve kolektiviteyi anlatırken, cemiyete geçişle birlikte bireyselleşme ve meydana gelen anomiye farklı boyutlarda değinmektedir.

Bu noktada dönüşümün içerikleri ve ona hayatiyet kazandıran parametreleri kısaca zikretmeliyiz. Birincisi, geleneksel düzen din ve gelenek dolayımıyla toplumlardaki belirsizlikleri gidererek insana bir hayat alanı açarlar. Bu durum geleneksel toplumlarda insanlar arası dayanışmayı ve kolektiviteyi besler. Modern toplumlar ise, birey fikrine dayandığından bir yandan birey için belirsiz alanların açılmasına sebep olurken diğer yandan kolektiviteyi ve dayanışma ağlarını zayıflatır. Özellikle liberalizm ve neo-liberalizmin bireyin toplumdaki sonsuz gelişmesi üzerinde temellendiğini bir kere daha hatırlayalım.

İkincisi, geleneksel toplumlarda din ve gelenek dolayımlı ahlak anlayışı aynı zamanda bu toplumların hangi değersel zemin etrafında toplandığını da göstermekteydi. Fakat modern toplumlarda görüşlerini belirttiğimiz sosyologların eserlerinde izleneceği üzere “din”in zayıflamasıyla sanayileşme sonrası bireyselleşmiş toplumları hangi etik kurallarıyla çerçeveleyeceğiz sorusu başat önem kazanmıştır.

Konuya İnşaallah devan edeceğiz.