Diyanet ailesi öncü olmalı
(Öncelikle gazetemizin imtiyaz sahibi Ali Adakoğlu Beyin vefat eden validesine Cenab-ı Hak’ta rahmet, Ali Beye, yakınlarına ve Milat Ailesine sabırlar diliyorum. Mekânı cennet olsun)
Uzun süredir her yerde tartışılıyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın PROMOSYON/özendirme meselesi gittiğimiz her yerde
konunun ehemmiyetinden dolayı ve DİB’in Türkiye'nin en ücra köyünde bile personeli
olmasından dolayı tartışılıyor.
Yıllardır adına promosyon denilen bu paranın dinimizde haram kılınan “riba” olup olmadığını netleştirmeye
çalışırken, DİB tarafından personelinin maaşının yatırılacağı “faizsiz banka” -ki bunlar katılım
bankalarıdır- ile anlaşmaya varması tartışmanın vechini farklı bir yöne çevirdi.
Öncelikle belirtmem gerekir ki okumalarımdan
hareketle riba-faiz hakkında edindiğim kanaat biraz farklılık arz ediyor. Buna
rağmen bugüne kadar, “Herhangi bir
çalışmamın karşılığı olmadığı için” evime promosyon ödemesi girmemiştir.
Ama konumuz bu değil. İlk konumuz, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Katılım
Bankaları ile anlaşmalarının ne anlama geldiğini öğrenmektir. İkincisi ise en
sonda…
Son bir haftada yüzlerce mail, mesaj
aldım. Kahir ekseriyeti DİB’nin taşradaki çalışanlarının uğradıkları “haksızlığı” dile getiriyordu. Mesajlar
meealen; öğretmenler şu kadar promosyon parası alırken, hemşireler, polisler…
şu kadar promosyon alırken biz neden böyle az promosyon alıyoruz? şeklindeydi.
Konuyu DİB’deki ilgililerle de
konuştum. Açıklama son derece net idi: Biz faiz hassasiyetimizden dolayı
katılım bankaları ile anlaştık. Diyanet olarak bu konuda öncü ve örnek olmak
bize düşer…
Doğrusu Diyanet İşleri Başkanlığının
inancımızdan dolayı bu hassasiyeti göstermesi son derece sevindiricidir, lakin
ehem-mühimlik söz konusu olunca acaba buradan mı başlanmalıydı, diye sormadan da
edemiyoruz. Neticede böyle bir karar alındı, karar yargıya intikal etti. Yargı
anlaşmayı bozdu ama yüksek yargı DİB’i haklı bularak ilk yapılan anlaşmayı
onayladı.
DİB mi haklı yoksa çalışanları mı..?
Bu mu sorun?
Asıl meselemiz bu mu?
…
Şimdi yukarıda ikinci dediğimiz
meseleye gelelim.
Aynı helal-haram, günah-sevap,
hayır-şer inancına sahip olan en önemli ve tek sorumlu kurumun tavanı ile
tabanı arasında “PARA-FAİZ” gibi “AĞIR” bir anlaşmazlık yaşanmamalıydı. Bu
durumu Diyanet İşleri Başkanlığı çok önceden müezzin, İmam-Hatip ve vaizlerine,
müftülerine anlatmalı, onları inandırmalı, ikna etmeliydi.
Bakın millet ne diyor?
“Diyanet İşleri Başkanlığı ile müftüleri, vaizleri, imamları, müezzinleri
‘faizli para almak konusunda’ karşı karşıya geldiler…” Dedim ya, sorun DİB çalışanlarının
aldıkları 10-20 bin Liradan çok öte bir durum arz ediyor, bu başlıkta bir
tartışmanın yaşanıyor olması hakikaten (hadi yumuşatarak söyleyeyim) üzüntü
vericidir.
On yıllardır DİB dinin anlaşılması için
dinî anlatımı yeterince geliştirmedi. Söylem ve söyleme/hitabet tarzını
geliştirmedi. Dahası, bu konular akıllarına bile gelmedi.
DİB, Cami imamı ve müftülerini
camilerin elektrik ücretini temin için dilenciliğe mahkûm ederse olacağı budur!
Borca mahkûm edilen âlimden, başka bir şey beklenemez.
Neden mi bu sitemim?
DİB devasa kadrosuyla, dergileri,
televizyon kanalları ile, vakfı ve kendisine yakın bunca STK’larla, son 20
yılda ülkede öyle bir manevi hava estirmeli, öyle bir ortam oluşturmalıydı ki
bugün en çok şikayetçi olduğumuz manevi boşluk ve ahlaki dejenerasyon minimum
seviyelerde olaydı. Görevini bihakkın yapanları tenzih ederim ama DİB ve müftüleri,
vaizleri, imamları promosyon için gösterdikleri hassasiyetin çeyreğini beraberce
bu konuya gösterselerdi ülkemin gençliği TİKTOK’a teslim olmazdı.
Yap(a)madı;
Elbette bu sorun mevcut DİB Ali Erbaş
Hoca’nın döneminde oluşan sorunlar değil, on yılların çözülmeyen sorunudur.
Galiba promosyondan önce buradan
başlamalıydık.
Değil mi?