Durak
Bir ölçü uzunluğunda susma. Müzikte bu anlama gelen “durak” mecazi olarak ne çok anlama gelir. Kısa bir süre konaklanacak, durulacak yer için de “durak” deniliyor. Tabiî en çok bilinen anlamını hepimiz biliyoruz: “Şehir içi ulaşımındaki taşıtların durmak zorunda oldukları yer.” İnsanın da durmak zorunda kaldığı yerler var mıdır, varsa nelerdir bu duraklar? Bugün duralım, duraklamızı görelim.
Ne şiirdeki durak ne de vasıtaların durmak zorunda kaldıkları durak,
asıl durak insanın iç yolculuğundaki duraklardır. Hep dışımızda aradık,
dışımızdaki yolculuğa odaklandık. Oysa içimizdeki yol ve yolculuğa kendimizi
veremedik. Gözümüz de sürekli dıştaki yolculuğu gördü.
Durak deyince bir mekânı düşündük. Bekledik, bekletildik. Sabrettik,
sabırları zorladık. Hasretimizi giderdik. Kucaklaştık. Türküler söyledik.
Şarkılar dinledik. Hep duraklar, hep sabırla bekleyişler… Sonunda ya kavuşmalar
ya da hayal kırıklıkları yaşadık. Gelen de oldu, giden de. Uğurladık da
uğurlandık da.
Mazide duraklara ait ne çok
hatıralar vardır. Şimdi düşünsek, şimdi gitsek ta eskilere ve hiç ayrılmak
istemediğimiz durakları canlandırsak gözümüzde. Neler neler gelip canlanır
eskilerden Neler neler ölmüştür o duraklarda. Hüzünlerimiz artar, ağlarız. Ağlanacak
bir durak ve hatıra kaldıysa! Yine de güzeldir. İnsanın ağlayabileceği, hiç mi
hiç unutamadığı bir durak ve onunla ilgili hatırasının olması da güzel değil
midir? Değerli olan zaten unutulmaz. Anlamlı olan kalbimizde durmaz mı? Evet,
demek ki kalbimiz bir durak. Kalpler nice acıların ve sevinçlerin durduğu
duraklardır.
“İnsan, âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar.” diyordu Yahya Kemal. Ancak
hayalimizdeki duraklarda mı kaldı mutluluklar. Orada mı unuttuk her şeyi. Hayal
durakları, ne acı gelir insana. Çünkü bir türlü gerçekleşmeyen, gerçekleşmeyen
hayaller… Ve hayalin durduğu, sessiz ve cansız uyuduğu duraklar. Sen bilirsin,
sen içinde yaşarsın ve sen hep o duraktasındır. Kimseler o duraktan geçemez.
Hep boştur o durak. O bozkır yalnızlığı…
Zordur bir durakta beklemek. Gidenin tekrar geleceğini düşünmek.
Gelmeyeceğini bilsen de beklersin. Umutsuzca değil yok olarak, kendini yok
ederek, yakarak beklersin. Bir serinlik
beklersin. Cahit Külebi, içinden
geçenleri söylemiştir, onu anarsın: “Benim
doğduğum köylerde/Ceviz ağaçları yoktu,/Ben bu yüzden serinliğe hasretim” Çünkü varlığının onunla anlamı vardır. Haberi vardır veya yoktur.
Biliyorsa beklenildiğini, dönmeyeceğini söylemişse yine de o durakta kalırsın.
Ya o ya hiç!
“Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde.” diyen şairle aynı duygu seline
düşmüşsünüzdür. Yüreğiniz bir enkazdır, altında kalan ise hayalleriniz. Şimdi
yaşanılmamış hayatın uzak hayallerini, uzak bile değil, hiç gerçekleşemeyecek
hayalleri enkazdan kurtarma çabası. Yitiktir akıl, ten enkaz, ruh âvâre. Ne
diyordu şair? “Âvâreye her yer âşiyandır”
Dönse âşiyan olacaktı durak. Ne yazık ki şimdi şehirler harap.
Yolcunun gayesi varmaktır, kavuşmaktır. Nasıl dönsün geriye? Tüm
duraklarda beklemişse ve unutmamışsa niçin vazgeçsin? Evet, ne kadar durak
varsa her birinde ayrı ayrı zamanlarda beklemişse… Zorlamak değildir bu,
duraktakine zordur. Üstelik soramaz da. “…buradan geçer mi?” Oysa geçip gitti.
Israr ise direnmektir, yenilmemek de değil, vazgeçmemektir. Vazgeçmek,
reddetmek değilse de istememek, terk etmek, bırakmaktır. Ne terk etmek ne bırakmak… Bu durakta ısrarlı beklemektir
aşk. Çünkü “Seni aldım bana ayırdım
durma kendini/hatırlat/Durma kendini hatırlat/Durma göğe bakalım” diyordu şair
“Göğe Bakma Durağı”nda.
“İkimiz birden sevinebiliriz.” derken
ısrar etmiyor muydu? Hangi durak iki yüreği sevindirecekse ömür boyu onu
aramaya, orada beklemeye kim katlanmaz ki? Şimdi tüm duraklara bir parçamı
bıraktım. Seni bekliyor, tüm duraklarda bir derbeder. Ömür ise işliyor mahzun
tik tak sesiyle.