Dolar (USD)
32.56
Euro (EUR)
34.77
Gram Altın
2491.78
BIST 100
9524.59
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

25 Eylül 2022

Edebiyatımızda bir Çınar Abdülhak Şinasi Hisar

Türk edebiyatının en çok sevilen isimlerinden Abdülhak Şinasi Hisar’ın bütün eserleri, Everest Yayınları tarafından okuyucuyla buluşturuldu.

Bazı yazarları çok sever, hayatınız boyunca onlarla birlikte edebî yolculuk yaparsınız. Boğaziçi’ni ve eski İstanbul’u en iyi anlatan yazar Abdülhak Şinasi Hisar da benim için böyle müstesna bir ediptir. Zira Boğaziçi’nin şiirini bir uçta Yahya Kemal seslendirirken, nesrini de Abdülhak Şinasi terennüm etmiştir. Boğaz’ın bir yakasında Beyatlı’nın verdiği ses, öbür yakasında Hisar’ın şarkısında yankılanmıştır. Edebiyatımızda Yahya Kemal en çok bilinen, tanınan ve okunan isimler arasında. Peki ya Abdülhak Şinasi Hisar için aynı şey söylenebilir mi? İstanbul’un bu kara sevdalı, hatıralarına bağlı romancısı ve nasiri, yazık ki bugün hak ettiği ölçüde tanınıp okunmuyor. Onun çok sevdiği tabirle söyleyecek olursak bu ‘eski zaman adamı’ unutulmayı asla hak etmiyor.

ÇOCUKLUĞU BOĞAZİÇİ’NDE GEÇTİ

Döneminin hikâyecisi Mahmud Celaleddin Bey’in oğlu olan Abdülhak Şinasi, 14 Mart 1887 tarihinde İstanbul’da doğdu..Sanat ve edebiyattan zevk alan, devrin edebiyatçılarının çevresinde bulunan ve Abdülhak Hâmid, Namık Kemal ve Recaizâde Ekrem Bey’in çok yakın dostları arasında bulunan babası oğluna, hayranı olduğu Şinasi ve Abdülhak Hamit’in isimlerinin bir sentezi olan ‘Abdülhak Şinasi’ adını vererek bu edebiyatçılar gibi olmasını arzu etti. Abdülhak Şinasi’nin doğumu, babasının Hazine-i Evrak, İnsaniyet ve Mürüvvet gibi dergileri çıkardığı zamanlara rastlar. Orta öğrenimini Galatasaray Lisesi’nde 1905’te tamamladı. Tevfik Fikret’ten özel Türkçe dersleri aldı. Çocukluğu Boğaziçi ve Büyükada gibi İstanbul’un en güzel semtlerinde geçti. II. Meşrutiyet’ten önce gittiği Paris’te Jön Türk Hareketi’ne ilgi duydu ve Paris’teki kaçak aydınların arasına katıldı. Ünlü Fransız şairleriyle tanıştı. Paris’te Serbest Siyasi İlimler Mektebi’ne üç yıl devam etti. Daha sonra İstanbul’a dönerek bir Fransız şirketinde kâtiplik yaptı. 1913-1931 yılları arasında çeşitli işlerde, 1931-45 döneminde de Dışişleri Bakanlığı’nda müşavir olarak çalıştı. Hayatı boyunca hiç evlenmedi, 3 Mayıs 1963 tarihinde Taksim’deki evinde vefat etti.

DÜNYA EDEBİYATININ SEÇKİN İSMİ

Çelik Gülersoy, Abdülhak Şinasi Hisar kitabında 1955 yılında tanıştığı ünlü Alman Türkologu Prof. Dr. Franz Babinger’in kendisine gönderdiği bir mektupta, “Abdülhak Şinasi Hisar, sadece Türkiye’nin değil, dünya edebiyatının en seçkin isimlerinden biri olmaya lâyıktır.” dediğini yazar. Hisar’ın cenaze namazına iştirak eden Gülersoy, Aksaray Valide Camii’ne çok az bir topluluğun katıldığını, topu topu 50 kişi bulunduğunu yazdıktan sonra bir kenarda için için ağlayan Frau Buck’un şu sorusuna muhatap olur: “Almanya’da böyle biri ölünce, ülke ayağa kalkar. Hani sizin, hiç değilse, üniversite gençliğiniz nerede?” Gülersoy, bunun üzerine şu notu düşüyor: “Günü ve yeri değildi, ‘Bir kısmı kahvede, bir kısmı geçim derdinde, bir azınlığı da altında araba, Bağdat Caddesi’nde!’ diyemedim.” Abdülhak Şinasi Hisar’ın sağlığındayken değerinin hiç bilinmemesine çok içerlediğini belirten Gülersoy, kitabının sonunu şu satırlarla bitirir: “Yandığım, sadece, olağanüstü bir duyuş ve anlatım zenginliğine sahip olan bir yazarın hayatında hiç anlaşılmamasına ve değerinin bilinmemesine değil, tabii. Onun yaşadığı ve yazdığı koca şehrin de, batan bir gemi gibi 40-50 yıldır yavaş-yavaş sessizliğini, arınmışlığını, mavisini, yeşilini... Yani her şeyini, yitirip, boz-bulanık bir diyar hâline gelmesine de yanmaktayım. Hem de nasıl. Adını koyacak olursak, ikisi de yitip gitti bunların: İstanbul da, onu en iyi yazmış olan adam da.”

YAZI FAALİYETİ

Yazı hayatının ilk yıllarında hece ölçüsüyle şiirler yazan Hisar, şiir eleştirisi ve çeşitli konulardaki makalelerini Dergâh, Yarın, İleri, Medeniyet, Ağaç, Türk Yurdu, Milliyet, Dünya dergi ve gazetelerinde yayımlandı. Onun edebiyata ilgisi, küçük yaşlarda başlar. Eski İstanbul’un eskimeyen üslupçusu, annesini ve ardından büyükbabasını anlattıktan sonra evlerine gelen konuklardan söz eder. Onların evde oluşturdukları kültür ortamını yâd ederken şöyle der: “Evimize birçok misafirler gelirdi. Hele fıkralar ve maniler söyleyen Adalı Emine Hanım, masallar söyleyen çiftlikli Zehra Hanım, lâtifeler ve nükteler söyleyen hanımlar ve kıssadan hisseler anlatan Necip Bey ve vatani sözleri ve kasideleri söyleyen Cemal Bey.” Bu muhit içinde büyüyen Hisar, daha sonra devrin şair ve yazarlarının eserlerini okumaya başlar. Yazarımızın bu dönemiyle ilgili anılarını, Edebiyatçılarımızın Çocukluk Hatıraları isimli kitabıma almıştım.

BOĞAZİÇİ MEDENİYETİ

Eserlerinde daha çok kaybolmuş eski İstanbul hayatını, o hayatın zenginlik ve renkliliğini, Boğaziçi medeniyetini anlatan Abdülhak Şinasi Hisar, toplumda görülen hızlı değişme içinde kaybolmakta olan ‘mazi şuuru’nu ayakta tutmaya çalıştı. Roman, hikâye ve hatıralarında konu olarak geçmiş zamanı ele aldı. Bu eserlerde, uzaktan yakından tanıdığı, çevresindeki kişileri dile getirdi. Alışılmadık bir roman tekniğini ustalıkla kullanan yazarın üslûbu şahsi ve orijinaldir. Boğaz’ın iki yakasındaki hayatı iyice özelleştirerek buna ‘Boğaziçi Medeniyeti’ adını veren ve Boğaziçi’nde doğup büyümüş olmayı “Hayat için bir talih” sayan Hisar’a göre “Boğaziçi başlı başına bir medeniyettir.”

Eski İstanbul’un ve özellikle de Boğaziçi’nin günlük hayatını, insani münasebetlerini, o dönemlerde kullanılan eşyaları, elbiseleri, köşk ve konak hayatının ayrıntılarını, devrin müziğini, edebiyatını, mimarisini, ayrıca insanların duygu ve düşüncelerini, hatta hayallerini yakından tanımak isteyenler için Hisar’ın kitapları vazgeçilmez birer kılavuzdur. Edebiyatın şiir, hikâye, roman, hatıra ve mensure türlerinde yazmış bulunan Abdülhak Şinasi Hisar’ın öncelikle romanları okunmalıdır. Yazarın ilk romanı olan Fahim Bey ve Biz’in yayımlandığı 1941 yılına kadar her ne kadar bazı makaleleri, tenkit ve yazıları çıkmışsa da Hisar’a asıl şöhretini bu roman sağlar. Bu eserinden üç yıl sonra kaleme alacağı Çamlıca’daki Eniştemiz (1944) ile 11 yıl sonra yazacağı Ali Nizami Beyin Alafrangalığı ve Şeyhliği adlı romanları da Hisar çizgisini devam ettiren eserlerdir.

GEÇMİŞİN İZİNDE

Abdülhak Şinasi Hisar’ın romanları kadar ses getiren ve çok sevilen eserleri de hatıralarından yola çıkarak yazdığı ve çocukluğundan itibaren görüp yaşadığı İstanbul’u ve Boğaziçi’ni dile getirdiği Boğaziçi Mehtapları (1943), Boğaziçi Yalıları (1954) ve Geçmiş Zaman Köşkleri (1956)’dir. Boğaziçi Yalıları ve Geçmiş Zaman Köşkleri’nde bu semti anlatan Hisar, Boğaziçi Mehtapları’nda kaybolmuş eski hayat ve çocukluk yılları etrafında dolaşıyor, geçmişe sevgiyle bağlılığını gösteriyor. Hisar, “Bir millete yapılabilecek en sinsi ve en şeytani hücum onun vicdanından mazisini almak, hafızasından mazisini yok etmektir.” diyerek toplumun tarih şuurundan mahrum bırakılmaması gerektiğini belirtiyor. 20. yüzyıl İstanbul hayatının tasvir ve tahlilini yapan Hisar’a göre “Boğaziçi hususî bir terbiye, bir şive, bir terkip, bir makamdır.”

GÜZEL SESLİ MÜEZZİNLER

Yazar, Boğaziçi Mehtapları’nda İstanbul’u ve 'Boğaziçi Medeniyeti'ni anlatırken bu kültürü oluşturan unsurların başında olan maneviyat ve moral gücüne işaret eder: “Bu günler ve geceler içinde güzel sesli müezzinler gönüllere göklerin merhametini, rahmetini, şefkatini, şefaatini ve şiirini döker, ezan sesleri, beş kere, geniş ve açık ufukları ve ruhları doldururdu.” Geçmiş zamana sevdalı olan Hisar, “Mazi lezizdir. Ona geçen zaman ile bozulmadığı için itimad eder, onu solmadığı için severiz.” derken ömrün bu kutsal kesitine olan düşkünlüğümüzün sırrını şu satırlarda ifşa eder: “Mazimiz, çocukluğumuz ve gençliğimizle birlikte sevgili ölülerimizle buluştuğumuz mukaddes bir diyardır.” Boğaziçi Yalıları’nda ‘din’in “teselli, ümit ve hayal veren şiir cephesinden duyulduğu”nu vurgulayan Hisar’a göre camiler fonksiyoneldi: “Her mahallenin camiinden günde beş defa ezan sesleriyle merhamet, rahmet, şefkat ve şefaat hisleri dağılırdı. Bu camiler bir medeniyet dağıtan müesseselerdi.”

ESERLERİ YENİDEN

Abdülhak Şinasi’nin eserleri bugüne kadar farklı yayınevlerinden çıkmıştı. Yazarın uzun zamandır bulunmayan ve aranan kitapları, Everest Yayınları tarafından yeniden okuyucuya ulaştırıldı. Romanları Fahim Bey ve Biz, Çamlıca’daki Eniştemiz ve Ali Nizamî Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği ile hatıralarından meydana gelen Boğaziçi Mehtapları, Boğaziçi Yalıları ve Geçmiş Zaman Köşkleri yeni bir kapak, estetik mizanpaj ve sempatik boyutla vitrinlere çıktı. Edebiyatı ciddiye alan herkese bu diziyi tavsiye ediyorum. Zira eski İstanbul’un sosyal ve kültürel dokusunu biz ancak bu gibi eserlerde bulabilir ve görebiliriz. Bugüne kadar hayatı, fikirleri ve eserleri hakkında pek çok yazı yazıp toplantılar düzenlediğim Hisar için en büyük emeği, Dr. Necmettin Turinay vermiştir. Mizaç olarak Abdülhak Şinasi’ye benzettiğim Selim İleri de vefalı duruşunu göstererek Hisar’ı gündemde tutmak için pek çok yazı kaleme almıştır.

ONU KONUŞMUŞTUK

Hassasiyetleri, üslûbu, dili ve renkli kişiliğiyle edebiyatımızın müstesna bir ismi olan Hisar, ne yazık ki Tanpınar gibi ‘sükût suikasti’ne uğramış ve unutturulmaya çalışılmıştır. Ama o her dönemde özgün eserleriyle, yeniden okuyucusuyla buluşmayı başarmıştır. Yıllar önce Merkezefendi Mezarlığı’nda kayıp mezarını bulduğumuz ve kabrinin yeniden restore edilerek ziyarete açılmasını Zeytinburnu Belediyesi’nin gayretiyle sağladığımız Hisar, yeni nesillerle mutlaka buluşması gereken sahih bir yazar, mükemmel bir edip ve güçlü bir kalem erbabıdır. Esasen, nev-i şahsına münhasır bir şahsiyettir.

Vefatı geç duyulmuştu. Cenazesini Belediye kaldırdı ama edebiyat dünyasındaki seçkin adı hiç unutulmadı. Hep zirvede durdu ve gün gelince ömür defterini kapatıp vakarla gitti. Türkçemizi en güzel kullanan, İstanbul’u, bilhassa Boğaziçi’ni en iyi anlatan yazarlarımızdan olan Abdülhak Şinasi Hisar her dem taze kalmayı başardı. Hisar’ın Taksim Gümüşsuyu’nda son oturduğu Nimet Apartmanı acaba duruyor mu? Duruyorsa bu ev, müzeye dönüştürülemez mi? En azından ikamet ettiği apartmanın kapısına “Abdülhak Şinasi Hisar burada oturdu” başlıklı bir pirinç levha asılıp biyografisine yer verilemez mi? Hayatı edebiyattan müteşekkil olan yazarımıza karşı gönül borcumuzu, onu okuyarak, anlayarak, bu üstün zevki çocuklarımıza ve gençlerimize aşılayarak ödeyebiliriz. Yazımı, rahmetle ve saygıyla andığım yazarımızın bir sözüyle tamamlıyorum: “İsteyin size verilecektir, arayın bulacaksınız, kapıyı çalın size açılacaktır.”