Geleneği ne yapacağız?
Farklı islami yorumlar üzerine analiz
yaparken geleneğe olan vurgular önplana çıkmıştı. Bu itibarla yanlış anlamalara
fırsat vermemek üzere geleneği nasıl konumlandırdığım üzerine kısaca
analizlerimi belirtmek zaruretini duymaktayım. Çünkü geleneğe olan vurgular ile
gelenekten sıkı iktibaslar arasındaki fark önemlidir. Ben her kavrama kendi
konum ve değerini vermek gibi felsefi bir bakış açısına sahibim.
“Gelenek” modern zamanların zor
kavramlarından birisidir. Çünkü modern düşünce hem insanlığın önüne farklı bir
düzlem açarak sorunları farklılaştırmış hem de gelenekle tezat konsepti
içerisinde kendisini konumlandırmıştır. Tam da bu sebeple geleneğin içinden
konuşarak oradan iktibaslarla modern dönemdeki sorunları halletme girişimleri
akamete uğramaktadır. O zaman şöyle bir soruyu sormak hakkınızdır; Pekala niçin
hala gelenek konusunda ısrarcı davranmaktasın?”
Bu soruyu birkaç boyutlu olarak cevaplamak
mümkündür. Bu cevaplar aynı zamanda geleneğe hangi noktalarda ihtiyaç
duyacağımızı da belirlemiş olacaktır. Öncelikle burada geleneği burada
geçmişten tevarüs edilen miras şeklinde anlamakla birlikte, onun ilmi
müktesebatı muhtevi kısmını önceleyen operasyonel tanımı üzerinde odaklandığımı
belirtmeliyim. Birincisi, “Bugün”ün düşünsel inşası ve geleceğe doğru projeksiyon
geliştirilebilmesi için bir geleneğe yaslanmak gerekmektedir.
Bir kere düşünce süreklilik ister ve gündelik
hayattan kopuk bir şekilde boşlukta sallanmaz. Bugün ortaya konulan bir
düşüncenin, çeşitli kırılmalara uğrasa da neticede tarihin gerisine doğru giden
bir sürekliliği mevcuttur. Biz bunu Batı düşüncesinin çağdaş tartışmalarında
birkaç boyutlu olarak görmekteyiz. Meselâ; Michel Foucault’nun “Doğruyu
Söylemek” isimli kitabında “Parrhesia” kavramının soykütüğünü vermektedir.
Buna yönelik analizlerinde kavramın
kendisinden geriye doğru Aristo’ya kadar farklı isim ve dönemlerle
irtibatlarını belirtmektedir. Belki “zaten bu bir soykütüğü çalışmasıdır”
diyerek itiraz edenler çıkmaktadır. Fakat Batı’da modern düşüncenin de benzer
biçimde analiz edildiği rahatlıkla görülecektir. Dolayısıyla bütün sorunlar
bugün ortaya çıkmış gibi, insanlık tarihini ve mirasını görmezden gelmek bir
köksüzlük ortaya çıkaracaktır.
İkincisi, insan ya da toplumlar istese bile
geleneği tamamen bir kenara bırakamazlar. Çünkü gelenek insanın içine doğmuş
olduğu kültürden tevarüsle kişilerde tarihsel derinliklerden gelen kodlamalar
olarak çoğu zaman farkında olunmadan içselleştirilir. Dolayısıyla gelenekler
insanla birlikte yaşamaya devam ederler.
Üçüncüsü, geleneğe yaslanmadan, gelenekteki
tartışmaları bilmeden bir gelecek inşası mümkün değildir. Hiç şüphesiz bu yargı
geleneğin olduğu gibi iktibasını önermez. Dolayısıyla geleneğin kritik
edilmesi, içinden tarihsellik, konjonktürelliğin ayıklandıktan sonra bugüne
menfez açacak boyutlarının ortaya konması gerekmektedir.
Dördüncüsü, geleneğin günümüzde negatif bir
şekilde algılanması iki sebebe dayanıyor görünmektedir. Birincisi, İlki
yukarıda belirtildiği üzere modernlik gelenek eleştirisi üzerine ikamet etti.
Bu bağlamda diyebiliriz ki, modernlik gelenek tutmaz. Fakat paradoksal olarak
modernliğin bile bir geleneği oluşmaya başladı.
İkincisi de, modern dönemin sorunları
geleneksel olandan farklılaşmıştır ki, bunları tamamıyla geleneğin içinden
çözmek imkansızlaşmıştır. Modernlik her şeyden önce eskisinden farklı olarak
Tanrı’ya referans yapmadan bir dünya inşa etmeye çalışmaktadır. Bu ise
geleneğin dayandığı paradigmadan kendisini farklılaştırmaktadır. Dolayısıyla
varolan geleneksel teolojinin içerisinden bugünü karşılayabilecek bir
teolojinin inşası zorunlu görünmektedir.
İslam düşüncesinde “bugün”ün inşasının tabiri
caizse isnad zincirinin kopmadan Hz. Peygamber’e (SAV) ulaşması zorunludur ve
dolayısıyla geleneği yok saymak tarihi ve hafızayı sıfırlamak demeye gelecektir
bir bakıma.