Gül Yetiştiren Adam: Rasim Özdenören (1)
Rasim Özdenören hocamı ilk defa Maraş’ta beraber bulunduğumuz bir edebiyat programında yakından tanımak nasip oldu. Öykü ve denemelerinden tanıdığımız Üstat tıpkı yazılarındaki dinçlik, canlılık ve coşku ile konuşuyor, etrafındaki herkes onu dikkatle dinliyordu. Ilık bir Maraş akşamında, gelinciklerin açmaya başladığı bahar rüzgârlarının nazlı nazlı estiği zamanlarda birçok yazarı da ilk defa yakından tanıyordum. Ama beraber olarak bulunduğumuz bir mecliste akşam yemekleri yenmiş, serin, yorgun, tenha zamanların arkasından, dost meclislerine has samimi havanın tılsımlı sıcaklığında muhabbet demi koyulaşmış, herkes sohbete dalmıştı.
Benim hemen yanımda Üstat Rasim Özdenören hocam vardı.
Coşkulu ve büyük bir heyecanla anlatıyordu. Okul hayatını anlatıyordu. Öyle ki
hafızası beni hayrete düşürmüştü. Öylesine ayrıntılarla anlatıyordu ki
tarihleri, isimleri bir bir sayıyordu bize. Âşık Veysel’in okullarına
gelmesinden, onu dinlemelerinden bahsetmişti.
Okuduğu yıllardaki arayışlarını, kasaba ortamını, ailesini
anlatırken, Üstatla aramda bir özdeşim kurdum. O da tıpkı benim gibi
arayışların eşiğinden geçerek İslami bir düşünceye yönelmiş tüm bunlar düşünce
yapısına ve eserlerine yansımıştı. Ilık esen rüzgârlar eşliğinde, şimdi
hatırlayamayacağım Maraş’ın güzide bir mekânında, sanki masal büyüsü gibi bir
anlatı içinde Üstadın anlattıkları ile kendi yaşantımı özleştirmiş ortak anılar
bulmuştum sanki.
Sonrasında lise yıllarındaki dostluklarından, beraber
oldukları dostlarından bahsediyor Üstat. Dergi çıkarma zamanlarından, Kara Lise
zamanlarından. Kitaplarını okuduğum bir yazarı yakından tanımak beni nasıl da
mutlu ediyor. Tıpkı yazdıkları gibi diyorum. Yazdıkları gibi, kelimeleri,
konuşması, heyecanı nasıl da coşkulu nasılda yürekten ve candan.
Rasim Özdenören her daim genç bir kalemdir benim nazarımda.
“Gül Yetiştiren Adam” romanından bu güne kadar yazdığı tüm eserlerinde görmeniz
mümkündür bu gençlik kalemini ve tarzını. Son dönemlere ait “Toz”, “Hışırtı”, “Uyumsuzlar”, “İmkânsız
Öyküler” gibi öykü kitaplarında, “Kuyu” gibi derinlikli, psikolojik
dokunuşlarla, sorgulamalarla yazdığı uzun öykü kitabında onun dilinin
diriliğini, coşkusunu ve dinamizmini hissedersiniz.
“Biz,
edebiyatı, amacı kendinden ibaret kalan bir çalışma alanı olarak görmüyoruz.
Tarihte hiçbir uygarlık, ilkin bir edebiyat hazırlığı geçirmeden, kelâm
eğitimini tamamlamadan, yani düşünce söze, söz de eyleme dönüşmeden, var olma
ortamına kavuşmamıştır. Her uygarlık kendi değer yargılarının, erdem
anlayışının ilkin yerleşmesini, sonra da yayılmasını ve yaygınlaşmasını
edebiyatın aracılığına borçludur” diyecektir Yediiklim Dergisi’nde yayınlanmış bir
söyleşinde adeta manifesto gibi…
İlk olarak öykü yazarı olarak bilinir, ama daha sonra güçlü
ve sağlam bir düşünce ekseni etrafında kurduğu deneme kitapları ile okuru kuşatır.
Sağlam bir dünya görüşüyle, inandığı değerlere bağlı, içinde yaşadığı toplumun
çıkmazlarını ve onulmaz yaralarını keşfeden bir düşünür olarak kaleme alacaktır
denemelerini.
Cahit Zarifoğlu ile yaptığı bir röportajdaki ifadeleri ile
aslında öykünün satır aralarında da
tıpkı denemelerindeki sağlam düşünce yapısını, dünya görüşüne dair
ipuçlarını, manevi arayışlarını, sorgulamalarının izini sürmüş oluruz.
Yazının devamı haftaya…