Dolar (USD)
32.60
Euro (EUR)
34.75
Gram Altın
2410.30
BIST 100
9645.02
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

06 Nisan 2021

Herşey değişsin, bir şey değişmesin

Değişim nedir? Der demez zihnime kalp, inkılap, ıslah, mutasyon, mutant ve buna benzer pek çok kelime üşüştü. Neydi değişimle olan ilişkimiz? Veya nedir?

Dünya değişsin ben de değişirim mi? Ben değişirsem dünya da değişir mi?

Sabiteler ve değişkenler arasında değişmenin olduğu kadar değişmemenin faziletleri nedir?

Toplumsal değişime etki eden bir insan olma öncesinde, kendisini temel değişmez değerleri çerçevesinde güncelleyebilen biri olma sorumluluğunu hatırlamaya ihtiyacımız var.

Değişmeyenlerimizi merkezimize aldığımızda onun çevresinde değişmemiz, dönüşmemiz her şey değişirken bizim de kendi değişimimizi doğru yakalamamız gerek. Oyunun dışında kalamayız. Oyunu ve illa olacak olan değişimi biz kurmak zorundayız. Bu kendi hayatının yönetilmesine izin vermemek ve kendi hayatını yönetmekle çok ilgili. Kurulmuş oyunların içinde figüran olmak, yönetilmek ve edilgenleşmek istemiyorsak.

Bir değiş tokuşa maruz kalmaksa hayat, bunu hangi “arkhe”ye, değişmeden kalana yaslanarak gerçekleştiriyoruz. Çünkü ne siz dünkü sizsiniz ne biz… Değişime dair kullanılan nehir metaforundaki şey zamansa her gün içine atladığımız bir nehir var. Hem değişiyor hem değişmiyor. Pazartesi, Salı Çarşamba derken. Yeniden o sendrom olarak anılan halbuki başlangıç olan, sevinç olan Pazartesi geliveriyor. Fakat işte aynı nehre, adı aynı olan günlere iki defa giremiyoruz, biz aynı bizken giremiyoruz. Değişiyoruz yani. Su ve biz, zaman ve biz, zamanla biz değişiyoruz. Korkuyoruz bundan. İyiye mi daha kötüye mi gittiğimizden.

Kalb olmak, halden hale girmekten, iç dünyamız değiştikçe yaşamımızın, yaşam tarzımızın da değişecek olmasından korkuyoruz. İnkılaplar, ihtilaller, köklü toplumsal değişimler doğuran ıslahatlar yaşamış bir yakın tarih geçiyor gözlerimizin önünden.

Bunca başkalaşma aynı olmayı, aynı kalmayı aratıyor. Bütün bunların içinde kişisel anlamda ifsad olarak; bozularak mı, yoksa ıslah olarak; daha düzelerek mi değişiyoruz? Daha da kötüleşiyor mu, yoksa iyileşiyor muyuz?

Bir yandan da uzun zamandır dizi ve sinemalar eşliğinde mutant başrollerle birlikteyiz. Her toplumun mutant olarak gördüğü başka tabi… Bırakın sanal gösteri dünyasını, biyolojik, fizyolojik olarak aynı kalıp hep beraber yaşadığımız fakat insanın en önemli özelliği olan anlama ve kavrama yeteneği ellerinden alınmış her türlü şiddeti gösterilecek doğal davranış olarak gören mutantlara kadar, değişimleri, ifsadı çok değişik aşamalarda donmuş kalmış tiplerimiz bütün çeşitleriyle içerimizde, gerçeğimizde de mevcut. Değişimlerini bizzat kuramamış ve çok düzensiz, gelişi güzel değişimlere maruz kalmış toplumlarda hep olduğu- olacağı gibi…

Tamam. Değişim bir hayat yasası, yazgısı, geleneği. Kimse çıkamıyor bu yasadan, bu yürütmeden. Zaman içinde her şey değişimden payına düşeni alıp başkalaşır. Tamam. Her birimiz hem değişimden geride kalmak istemez. Hem de değişmeden kalanı arar. Ona yaslanarak değişimleri karşılamak ister. Sahi ister mi?

Belki de oturup yeniden kalıcı olması gereken, değişmeden kalması gereken nedir, nelerdir? Bunları yeniden, daha üst bir bilinçle belirlememiz gerekiyor. Muhafaza etmemiz gereken şeyler derken, güya muhafazakar olanlar hakikaten kalması gerekeni mi muhafaza etmektedirler? Yoksa kişisel menfaatlerine, zihniyet veya maddi konforlarına uymayan değişimlere karşı duran yersiz bir inadı mı muhafaza etmektedirler? Sabitelerin içine saklanan, kutsallığın paravanı ardında kurnazlık yapan ve doğru değişmemizi eğri yapan yobazlıklar neler?

Hem değişimin kendisi de değişir. Değişme biçimlerimiz bilinçli isek olgunlaşır, iyileşmeye doğru yol alır. Değilsek yozlaşmaya dönüşür.

Neyse ne… Şu var ki değişimin aşırı hız yaptığı, tosladığı artık monotonlaştığı zamanlara tanık olduğumuz kesin.

İbni haldun’un evrensel fenomenini ellerimizde avuçlarımızda tutabilen bir toplum olmayı ne çok isterdik… Güzel bir topluma doğmayı, güzel güzel büyümeyi ve güzel ölmeyi… Bütün süreçlerimizi büyük bir inanç ve güvenle yaslandığımız sabitelerimizden gelen özgüvenle, daima daha iyiye değişerek yaşamayı…

Fakat değişimde etkin rol oynayacak önemli şeyler bizim elimizde de hakkıyla var olmadıkça bu olmayacak, biliyoruz. Biz belki de henüz şunu anlayamamış bir toplumuz. O yüzden hala değişimi, zamanı mümkün olabildiğince bile kontrol edemez haldeyiz.

Tamam. Sabitelerimizi koruyalım. Fakat onları korumak bile doğru değişmekten geçiyor. Değişime karşı yaşatılan haklı haksız kör korkularımız var bizim. Ama iyi biliyoruz ki temel sabitenin detaylardaki değişimlerle korunması, güncellenerek değişimleri karşılaması gerekir. Yoksa sabiteler de yıkılır. Yani bizim dünyamızda öylece dimdik duramazlar. Bu onların dayanıksızlığı değil, bizim değişime olan öz katkısızlığımızdan kaynaklanır. Hep başka coğrafyaların iyi değişemediklerinden, sabitelerini koruyamamış, tahrif etmişliklerinden bahsetmeyi iyi biliriz. Halbuki hakkıyla aynı kalmayı ve hakkıyla değişmeyi kontrol edememiş bir toplumuz. Ne aynı kaldığımız belli ne değiştiğimiz… Karmakarışık ve düzensiziz.

Tabii ki dinimiz – bizde var olabildiği kadarıyla- bu değişime etki ediyor. Olamadığı kadar da etkilenmiş, maruz kalmış oluyor. Din, bir toplumda değişimleri karşılayamayan bir olgu halinde yaşanıyorsa, kendi sistematiğinden uzak düzensiz yorumlanarak zorla, hızla değiştiriliyor, aslını kaybediyor. Sonra işte malum, zapt edilmez yozlaşmalarla yeniden kendisini, o yanlış yaşanmış katı halini bile aratıyor. Modernleşmenin ve teknolojik gelişmenin yeniden, bir önceki zaman kaçılan şeye, dine dönüşü artırmış olması düşündürücü. İnsanların dönüyor olduğu şey, kaçıyor oldukları şey olabiliyor. Değişimi monotonlaştıran, hızı güzelleyen sekülerleşme şimdi çok farklı kesimlerde pişmanlıkları oynuyor, tövbeler olsuna niyetleniyor.

Her şey bir yana.

Biz nasıl bir nehirdeyiz? Yerli nehrimizi, bizim suyumuzu, huyumuzu iyi tanımamız gerek. Her gün bir köy çocuğunun kendini nehre atması gibi bu nehre atılıyoruz. Yok ben yüzmüyorum diyemeyiz. Boğulur ölürüz.

Bu nehir metaforunda sen ne tür bir yaşamı ve üretimi -bir çınar yaprağının suya bırakılması gibi bırakacaksın? Nasıl bir kayıkla kendi varlığını yüzdüreceksin?