Dolar (USD)
32.53
Euro (EUR)
34.81
Gram Altın
2438.86
BIST 100
9716.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

12 Haziran 2021

Hikayede insan olmalı II

Geçen yazıda oluşturmaya çalıştığım felsefi ve düşünsel zeminden sonra bizzat müslümanların farklı hikayelerinde insanın nerede durduğuna dair kısa analizler yapabiliriz. Bu noktada karşımıza ilk çıkan örnekler içerisinde neo-selefi ya da fundamentalist hareketler çıkmaktadır.

Neo-selefi hareketler genelde daha radikal hareket tarzlarıyla gündeme gelmektedirler. Aslında içinde yaşadığımız modern yaşam tarzının egemenliği karşısında bir tavır alışı ifade etmektedirler neo-selefi hareketler. Daha radikal ve sert tavır alışların şiddeti, modern yaşam tarzının belirleyiciliğindeki etkiyle doğru orantılıdır denilebilir.

Neo-selefi hareketlerin birkaç niteliğinin özellikle altını çizmek gerekmektedir. Birincisi, bu hareketler “devlet” düşüncesine kilitlenmişlerdir. Tam da bu sebeple hareketin kendisini açığa çıkardığı andan itibaren bir devlet olduğunu ifade etmesi söz konusudur. Ancak devlet şeklinde nitelendirilen bu hareketin, kurumsallaşmış bir devlet düşüncesiyle arasındaki mesafe oldukça fazladır.

İkincisi, neo-selefi hareketler aidiyetlerini belirttikleri dinlerin “altın çağı”nı günümüze taşıma eğilimindedirler. Fakat tarihle kurulmaya çalışılan bu ilişkinin çok uzun bir geleneği atlama şeklindeki tavrı birden sorunsala dönüşmektedir. Böylece uzun geleneğin içerdiği bir gerçekleştirim olan tarih, edebiyat, sanat, bilimsel vb. tüm müktesebat yok sayılmaktadır. Üçüncüsü, modern çağ üzerine bir galibiyete odaklanmış olan bu hareketlerin günün sonunda kendilerine daha çok biatı hedeflemeleri ve mahrumiyetlerin telafilerini amaçlamaları da bir başka verdikleri görüntüdür.

Bu üç özelliklerinde neo-selefi hareketler “insan” unsurunu atlamaktadırlar. Öncelikle geleneğe atıfları olmayan bu hareketin insanın yapıp etmelerine yabancılaşması kaçınılmazdır. Nihayetinde devlet fikrine kilitlenmeleri, bir kültürden beslenmedikleri gibi kültür yaratma konusunda da ilgisiz ve isteksiz olduklarını göstermektedir. Halbuki bir kültürün ve geleneğin beslemediği durumda devamlılığı sağlayacak bir toplumsallığın oluşması söz konusu olamaz. Dolayısıyla neo-selefi hareketlerin gelecekte başarı şansının olmaması, hikayelerinde “insan” unsurunun bulunmaması; hatta bir hikayelerinin bile olmaması sebebiyledir.

Fakat esasen islam açısından daha merkezi bir konumu işgal eden islami söylemlerin problemlerine daha yakından bakmak gerekmektedir. Bunları detaylı incelemek hiç şüphesiz hem daha çok mesai hem de sosyolojik incelemeleri gerektirmektedir. Fakat en azından tüm bu söylemleri dikine kesen bir problemi zikredebiliriz. Müslümanların yaşadıkları çok farklı coğrafyaları dikkatle incelediğimizde sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik, bilimsel vb. temsillerin ciddi negatifliği söz konusudur. En başta insan hakları sorunları olmak üzere, yaşadıkları sorunlara cevap üretebilme pratiklerinin oldukça zayıf olduğu gözlerden kaçmamaktadır.

Kimi müslüman coğrafyalarda yaşanan ekonomik sorunlar, insanların hayatlarını gündelik hayatın temel ihtiyaçları içerisinde daraltmış ve biyolojikleştirmiştir. Kimi coğrafyalarda yaşanan çatışmalar sürekli bir güvenlik sorununu işaretlemektedir. Diğer yandan bilimsel bakış açısı çerçevesinde dünyayı karşılayabilme kapasitesi ve refleksleri açısından müslüman toplumlar zaten genel bir sorun yaşamaktadırlar. Bazıları bu durumu müslüman toplumların sömürgeleştirilmesine bağlamaktadırlar. Elbette Batı sömürgeciliğinin ciddi etkileri söz konusudur; fakat aynı zamanda bir ufuk ve projeksiyon sorunları olduğu görmezden gelinemeyecek kadar açıktır.

Tüm bunlar müslüman dolayımlı olarak islamın imajını ciddi anlamda zedelemiştir. Dolayısıyla bugün total olarak İslam’ın insanlar için ne anlam ifade ettiğine dair varsayımlar ve temellendirmelerin yapılması gerekmektedir. Bu ise İslam’ın iddialarının tümel çerçevelenmesini zorunlu kılmaktadır. Yani İslam’ın, içinde “insan”ın yer aldığı hikayesinin yeniden yazılması.