Dolar (USD)
32.59
Euro (EUR)
34.80
Gram Altın
2497.41
BIST 100
9454.45
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

23 Aralık 2020

İki Şehir İki Hikâye-2

Şeker Torbası hikâyesine bu sefer başka bir şehirden devam edeceğiz. Çek ile senedin kullanılmadığı dönemlerdir. Esnafın bankalarla işleri pek olmazdı. Onların sözü çekti, senetti. Torbalarla para götürülür ve getirilirdi. Öyle Zırhlı para nakil aracı da yoktu, silahlı güvenlik elemanları da.

Bu eski şehirde iflasın eşiğinde olan Muzaffer Usta’dan bahsedeceğim. Muzaffer Usta bu kadim şehrin en eski baklavacılarındandı. Babası ve kardeşleriyle başladığı baklavacılık işine daha sonra onlardan ayrılıp yeni bir imalathane açarak devam etmişti. Fakat “git gel” işi rast gitmez, şeker alamayacak duruma gelmişti. Daha önce gittiği birkaç toptancıdan vadeyle şeker istemiş. Ama toptancılar, “peşin parayla çalışıyoruz” diyerek olumsuz cevap vermişlerdi.

Usta, imalathanesini kapatmak üzereyken bir arkadaşı ona Şekerci Mehmet Usta’nın kartını vermiş ve “Verse verse bu adam şekeri veresiye verebilir.” Demişti. Muzaffer Usta, karta bakmış “ben galiba Mehmet Usta’yı tanıyorum,” demiş, doğruca karttaki adrese gitmiş. Tahmini doğru çıkmış. Eski dostu Mehmet Usta, toptancı olmuştu. Muzaffer Usta, biraz da mahcup bir edayla “Kardeş, hakkını helal et. Bu mekânı açtığını yeni duydum. Allah utandırmasın, demişti. Artık bütün şekerleri senden alacağım.” Demişti. Ve çayını içip hemen Mehmet Usta’nın yanından ayrılmıştı. Muzaffer Usta, ilk ziyarette bana yüz torba şekeri borca ver, diyememişti. Hem samimiyeti azalır diye düşünmüştü.

İkinci gün Muzaffer Usta, şeker toptancısının yolunu tutmuş, ve az sonra Mehmet Ustanın kapısında belirmişti. Çaylar içilmiş. Şekerci Mehmet Usta, Muzaffer Usta’nın bir sıkıntısı olduğunu fark etmiş. “Buyur Muzaffer Usta, bir derdin mi var.” Dediğinde Muzaffer Usta hemen söze girmiş. “Vallahi ustam durum vahim, ben bugün yarın dükkânı kapatmak zorunda kalacağım. İşçilerin parası, biriken şeker ve diğer malzemelerin parasını ödeyemiyorum. Kardeşlerim ve babam da bana destek çıkmıyor. Önce Allah’a sonra sana sığındım. Ne olur bana yüz torba şeker ver. Bu ay sonunu göreyim. Paranı gelip kendi elimle vereceğim. Şekeri de istediğin fiyattan yazabilirsin. Kalem defter senin elinde,” demişti.

Muzaffer Usta’nın bu heyecanlı sözü karşısında irkilmişti Mehmet Usta. Daha önce bir iki torba hariç hiç vadeli mal satmamıştı. Hele Muzaffer Usta’nın “fiyatını sen yaz; kalem, defter senin elinde” demesi onu daha da kaygılandırmıştı. Mehmet Usta, aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık misali kara kara düşünmeye başlamıştı. Şehrin en önemli baklavacısı zor durumda ve ondan yüz torba şekeri veresiye istiyordu. Hani bir torba değil, iki torba değil, dile kolay tam yüz torba şeker. Muzaffer Usta, yaş itibarıyla da biraz büyüktü. Mehmet Usta, önce “ağabey ben bu kadar torbayı borca veremem.” Dediyse de yakasını elinden kurtaramamıştı. Şehrin durumu, eve ekmek, tuz götüren insanların durumu da Mehmet Ustanın gözü önüne gelmişti. Yine yokluk vakitlerinde yardımına koşan isimsiz kahramanları hatırlayınca çaresiz kabul etmişti. Bunda Muzaffer Usta’nın kibar konuşmaları, “vallahi, billahi cümle kurmaları” da etkili olmuştu. Mehmet Usta, çok dindar, kuldan utanan Allah’tan korkan birisiydi. Muzaffer Usta, bu durumu biliyor ve argümanını çok iyi kullanmıştı.

Muzaffer Usta, yüz torba şekeri alırken “bu ayın sonunu görsem, tamamdır.” Demişti. Bu ay sonunu görsem tünelin ucu görünecek, ışığı hep beraber göreceğiz demişti. Ayın sonu geldi ama tünelin ucu görünmedi, ışık hiç görünmedi. Aylar ayları, yıllar yılları kovaladı. Ne Muzaffer Usta ne de aldığı şekerlerin parası geldi. Mehmet Usta, yüz torba şekerimi alsam da olur, demişti. Şekerlerini de alamadı.

Baklavacı Muzaffer Usta öldü. Mehmet Usta, çaresiz onun cenaze namazına da gitmişti. Cenazede imam “mevtaya hakkınızı helal ediyor musunuz,” demişti de o, sesini çıkaramamıştı. Ne diyeydi. “Hakkım, helal u hoş olsun mu?” Diyeydi. Cenaze namazı sonrası bir kaç esnaf arkadaşla taziyeye de gitmişti.

Mehmet Usta, bir süre sonra merhumun imalathanesine gidip orada babası ile görüşmüştü. “Bak Hacı amca benim oğlunuzdan yüz torba şeker alacağım vardı.” Demişti de olumlu bir cevap alamamıştı. Mehmet Usta da çareyi sabırda ve susmakta bulmuştu. Bazen susmak, sesimizi duyurabilmek için başvurduğumuz son çareydi. Borçlusunu ve onun borcunu ödemek istemeyenleri Allah’a havale ederek mekânlarından ayrılmıştı. Mehmet Usta, dindar bir insandı. Eğer isteseydi kaba kuvvetle, değnekli bir kaç yakınıyla gidip borcunu çoktan tahsil edebilirdi.

Bir iki hafta geçmiş bu sefer Muzaffer Usta’nın doksanlık babası, Mehmet Ustanın yanına gelmiş. Mehmet Ustaya yirmi torba şeker verme teklifinde bulunmuş. Karşılığında ise oğlu için helallik istemiş. Yıllarca yememiş içmemiş beş kuruş para kazanmadığı malı için bu sefer manevi zarar talep edilmekte. Malının beşte biri kendisine teklif edilmişti. Mehmet Usta bu teklifi yine kabul etmez ve ona “Bakınız kıymetli amcam, oğlunuzdan yüz torba şeker alacağımı biliyorsunuz ve ahiret inancınız da var. Neden şimdi yirmi torba şeker vereyim diyorsunuz. On yıldır alacağımı alamadım, verecekseniz yüz torba şekerimi verin, öylece helalleşelim.” demişti. Hacı Amca da yüz torba şekeri vermeyeceğini söyleyip mekândan ayrılmıştı. Yine Mehmet Usta’nın alacağı ruz-i mahşere kalır.

Bir Hadis-i Şerif’te “Ödememek niyetiyle borçlanan, Kıyamet’e hırsız olarak gelir.” Buyrulmuştur. Muzaffer Usta da borcunu ödemeden ölmüştür. Eğer o, yarın öleceğini bilseydi ve malı da vefasız mirasçıların eline geçeceğini bilseydi koşa koşa gidip borcunu verirdi. Hatta hayır hasenat da yapardı. Nitekim mirasçıları onun borcunu ödemek için ciddi bir çaba göstermemiş. Doksanlık babası kendince bir borcunun kısmını ödemek istemişti. Bütün bunlar bir yana Mehmet Usta’nın vakarlı duruşu bu eski şehirde kendinden sonraki nesle bir örnek teşkil etmiştir.