Dolar (USD)
32.48
Euro (EUR)
34.93
Gram Altın
2428.74
BIST 100
9800.9
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


İnanç düzlemleri

Son dönemlerde inanç konusundaki sorgulamaların yoğunlaştığı; özellikle muhafazakar ve dindar kesimlerde de (muhafazakar ve dindar kavramlarına rezervlerim var; anlaşılsın diye kullanıyorum) sorgulama yönündeki artışların devam ettiği gözlemlenmektedir. Bu sorgulamaların dünya ve özellikle Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu süreçle tabii ki yakından ilintisi bulunmaktadır.

Öncelikle Kur’an-ı Kerim’e ilk harfinden son harfine kadar şeksiz şüphesiz inandığımı; Hz. Peygamber’in (SAV) sünnetini kabul ettiğimi beyan edeyim. Ancak kişisel olarak bu düzeye hiç sorgulama yapmadan gelmiş değilim. Hatta ciddi sorgulamalar neticesinde, rasyonelliğin, tabiatçılığın ve tarihselciliğin kulvarlarında seyahatlar yaparak bu inanç düzeyine ve durumuna ulaştım. Sorgulamaların özellikle ilim adamlarında gerekli olduğunu da düşünenlerdenim.

Bundan yıllar önce tarihselcilerden (bundan çok farklı şeyler anlaşılabilir; ancak ben kamuoyunun anladığı dini ilkelerin tarihselliğini savunanları kastediyorum) bir hoca ile sohbet etmekteydik. Kendisi tarihselcilikle ilgili kitaplar yazmış, savunmuş; ancak daha sonra bu fikirlerinden vazgeçmişti. Hoca başladığı yere geri döndüğünü belirtmiş ve şunu eklemişti; “Herkes bu turu tamamlayamıyor; bu turu ne kadar kısa sürede atarsak, o oranda yol alabileceğiz.”

Özellikle dindar ve muhafazakarların bu sorgulamalar yoğunlaştırmaları birkaç sebebe dayanmaktadır. Birincisi, kişisel olabilir. Bu, daha çok kişinin sorgulamadan inanması; insan, dünya, bilim, müktesebat, tarih, sosyoloji vb. hiçbir temas kurmadan kendisine kapalı bir dünya inşa etmesinden kaynaklanmaktadır. 1970’ler ve 80’lerin kültürel ikliminde (ki bazı cemaatler hala kapalılıkta direniyorlar) dindar kesimler dini her anlamda doğrulayan söylemler üretip, dışarıyla hiç karşılaşma ve yüzleşme gerçekleşmeden kendilerine kapalı bir dünya inşa etmişlerdi. Kurdukları bu düalist dünyada içerisi ile dışarısını birbirine temas ettirmiyorlardı.

İkincisi, dindar ve muhafazakar kesimler para ve dünya denilen şeyin gerçekliği ile karşılaştılar. 1980’lerden sonra gerek merkeze doğru yürüme gerekse para ve imkanların artması, eski ilişki biçimlerinin yetersizliğini ve insan ve dünya ile yeniden ilişki tarzı geliştirmelerinin gerekliliğini ortaya çıkardı. Daha önce savunulanlar karşısında bireyselleşmenin, sosyal eşitsizliklerin, dünyeviliklerin hayatın içine doğru yayılması karşısında düşünsel gerilimler daha da artmış görünmektedir.

Dindar ve muhafazakarların eğitim sürecini diplomaya eşitlemeleri, bu arada televizyon ve internet kültürüyle eğitilen nesil klasik din anlatımı ve söylemlerle hiç ilgilenmiyor. “Hayat” kavramının içinden çekip çıkarılmış olan din anlayışı maalesef “insan”ın asli sorunlarının perifesinde geziniyor. Fakat yeni neslin çözüm adına kapısını zorladığı şeylerin bir çözüm getirmeyeceği üç adım ötesinde daha net anlaşılacaktır.

Öncelikle inanca dair sorgulamaların sosyolojik bir süreç olarak devam etmesi benim açımdan anormal değildir. Belirtmeliyim ki, Tanrı’ya inanan ve inanmayan herkese saygım var. Bunları tartışabilmek de belirli bir olgunluğun göstergesidir. Burada önemli olan dinin kutuplaşmanın bir dili kılınmadan, insanların inanç yönünden kendilerini özgür hissedebilmeleridir.

Bu bağlamda müslümanların yeni bir dil ve dünya inşa etmede başarısız olduklarını kabul ediyorum. Bu konuda henüz ortaya bir öneri de getiremediklerini söyleyebilirim. Fakat bu tür sorgulamalarda gözlemlediğim bir dil var; artık dinin devrinin geçmiş olduğu. Bu ise benim katılmadığım bir dil.

Şimdi insanlığın bugün yaşadıkları ıstırap karşısında -ki sosyal eşitsizlikten, bölüşümde adalet, zulümler vb. tüm ıstıraplar postmodern mentalitenin, tüketimin, kapitalizmin açık ürünleridir- neyin bir çare ve öneri olabileceğini kimse ortaya koymuyor. Postmodern kapitalizmin insanlığı düşürmüş olduğu bu ıstıraptan ilginç bir biçimde tekrar ona dönerek kurtulunmaya çalışılıyor.

“İslam’ın insanlık için bir kurtuluş olduğu” cümlesi benim için slogan değildir; cemaatlerden, partilerden vb. bağımsız olarak tüm hücrelerimde hissettiğim, altını bilimsel anlamda felsefi alt varsayımlarla doldurmaya çalıştığım, düşünsel emek ve maliyetini hala ödediğim gerçekliğin bir ifadesidir.