Dolar (USD)
32.54
Euro (EUR)
34.88
Gram Altın
2440.47
BIST 100
9716.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

22 Aralık 2021

İnanç iyi mi kötü mü?

İnsan tek boyutlu bir varlık olmadığından, onu oluşturan boyutları dengeli bir biçimde onun varoluşunda dolayısıyla gündelik davranış biçimlerinde iyi izlemek gerekir. Kur’an-ı Kerim’de Şems suresinde insanın “fücuru ve takvası” belirtilir ki, bu iki boyutu farklı alanlarda üretmek mümkündür. Nitekim ruh-beden, mana-madde, kutsal-profan, din-dünya.

İnsan gözünü dünyada (dünyaya) açmış bir varlıktır. Dünyada yaşarken edindiği tecrübeler ve kesin olarak yaşayacakları onda bir birikim oluşturur. Nitekim insan doğduğu gibi bu dünyadan ayrılmaktadır. Bu bir gerçekliktir. Dinler bu gerçeklik karşısında insanın geldiği ve gideceği yerle ilgili hikayesini anlatarak bu gerçekliği anlamlandırmaktadırlar. Diğer yandan insanın yaşadığı dünyada akıp giden bir hayat, arzular, hazlar, acılar vb. mevcuttur. Bu da fenomenal dünyanın içinde yaşanan gerçekliklerdir. Dinler ve özelde İslam “dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir” derken dünyada yaşananların gelip geçiciliğine vurgu yapmaktadır. Aslında insan bu gerilim içinde yaşamaktadır. Buradaki en önemli sorun da kişinin hayatına ve geleceğine bir anlam verebilmesi sorunudur.

Mircea Eliade “Kutsal ve Dindışı” isimli kitabında meâlen kutsal boyutu olmayan insanın olmayacağını vurgulamaktadır. Bunun anlamı; bütün insanlar bir şekilde inanca sahiptirler. Burada “inanç” kavramını genel olarak bir konuda kanaati olma durumundan farklı bir anlamda kullanmaktayım. İnanç kavramı dini anlamda “iman” da dahil olmak üzere dünyaya, insana, tabiata ve evrene dair külli bir bakış açısı ve bu bakış açısı çerçevesinde dünya görüşü ve davranışlar setini ihtiva etmektedir.

Dolayısıyla “inanç” insanı belirleyen bir boyut olarak karşımızda durmaktadır. İnancın dünyaya bakış, tavır alış ve uzun vadeli kendini inşa etme açısından olumlu boyutları tabii ki vardır. Zaten “inanmak” insanın bir gerçekliğiyse, bunu yok etmek de mümkün değildir. Esasen dinlerin “iman” dediği şey ise, evrene, insana ve dünyaya dair bir gerçekliğin tespiti ve şahitliği anlamında külli bir kabulü ifade eder. Tüm bunlara dayanarak inancı olmayan bir insanın olamayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Analizlere dayanarak inancın insan için bir metafizik yarattığını söylemeliyiz. İşte tam da bu noktada insanın dünyadaki gerçeklik karşısındaki tavrı önem kazanır. Olması gereken inancın külli (makro) bir bakış açısı kazandırmakla birlikte, insanın içinde yaşadığı dünyanın olgusallığını dikkate alan davranışlar geliştirmesidir. Bu da fenomenal dünyadaki temel ilke ve kuralları elde edebilmesiyle ilintili bir durumdur.

Tabiatın kendi içerisinde belirli ilkelere göre aktığı bilinmektedir. Tabiat kuralları olarak bilinen bu ilkeler, gerçeklikler olarak işlemeye devam etmektedirler. İnsan sağlıklı bir şekilde hayatını devam ettirmek istiyorsa, bu ilkeleri dikkate alarak yaşamak durumundadır. Bu ilkeleri öğrendiği zaman da ona göre tavırlar alacaktır ve bu ilkeleri öğrenebilmesi ilmi çalışmalarla mümkündür. Doğrusu hayatın tüm alanlarında (toplum, ekonomi vb.) bu durum geçerlidir. Esasen tabiata bu ilkeleri de Tanrı vermiştir.

Müslümanların temel sorunlarının başında fenomenal dünyanın temel ilkeleri ve işleyiş biçimlerini dikkate almaksızın, irrasyonaliteye kaymaları gelmeleridir. Tanrı İslam inancında elbette dünyaya, tarihe müdahildir. Fakat mucizeleri hayatın içine doğru yayıp genişletmek, Tanrı’dan olmayacak şeyler beklemek demektir. İnsanın yaşadıkları olumsuzluklardan kurtulması öncelikle kendisine bağlıdır. “Çünkü bu, bir topluluk kendisini değiştirmedikçe, Allah’ın onlara verdiği nimeti değiştirmemesi sebebiyledir…” (8/Enfal, 75)