Dolar (USD)
34.13
Euro (EUR)
37.71
Gram Altın
2917.65
BIST 100
8898.23
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


İnsan niçin okur

İnsan niçin okur? Öncelikle tüm okumalarımı niçin yaptığımı düşünme durağındaydım. Çünkü hemen Kitap’ın başında;

“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (Alak Suresi) diye anlamlı sesleniş yüreğime doğru akıyor, beni neyi niçin okumam gerektiği noktasında âdeta sarsıyordu.

“Kaçarak yaşayan bahtsız ruhlar! Nerede huzur bulacaklar?” diye soran Miguel de Unamuno (Günlükler, s:36) gibi ben de, yaşadığım hayat yolculuğunda, arayışlarımla nice buhranlı zamanların, ağulanmış anlarında, tutunduğum ayetlerden bir ayetle bu sorgulamayı yapıyordum.

“Kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.” (Ra'd, 28)

YüceKitap’ın ayetlerinden beni sarsan bir ayetle karşı karşıyaydım işte. Ruhumda deveran eden sancılı halin yatışması, ancak ve ancak iman ile gönülden teslimiyetle mümkün olduğunu anlamaya başladığım zamanlar, kendime de yürüdüğüm ve kendimle yüzleştiğim zamanlardı aslında.

Okumalıydım evet, yazmadan önce, hatta yaşamadan önce okumalıydım. Erdemli, soylu, hikmet duraklarında soluklanmak ve yaşamsal anlamda onurlu bir duruşu yakalamak için, bilmem ve bulmak için okumalıydım. Biliyordum ki okumak kolay değildir, türlü türlü okumalar vardı yaşadığım zorlu hayatta. Okumam gereken insanlar vardı. Biliyordum artık, okumam gereken bir hayat, tabiat, tabiattaki çiçekler, kuşlar, gürül gürül akan sular, gökyüzünde par par yanan yıldızlar, Allah’ın ayetlerinden bir ayet olarak rotasını hiçbir zaman şaşırmayan güneş ve ay vardı. Ki onlar en sadık en inanmış Müslümanlar olarak benim de örneklerimdi. Onlar hiçbir zaman doğmayacağız diye isyan ederek vakitlerini şaşırmamışlardı. Gece olduğunda dünyanın hizmetine girerdi ay, en iyi Müslümanlardan olarak. Sonra güneş doğardı insanlığın ve yaşlı dünyanın üzerine en sadık ve en çalışkan bir Müslüman olarak.

Tüm bu okumalarımı yaparken öncelikle kendimi okumalıydım. Okuma durağının başında içsel bir yolculuğa çıkarak, kendimin içine, kalbî sancılarımın odağına doğru kıldan ince kılıçtan keskince bir yola revân olmalıydım…

Yüreğimde inşirahlar, mucizevi bir sarsılmayla bir yolculuğa çıkıyordum. Yazmak değil, okumak değil, şimdi yaşamak zamanı idi.

“Eğer inanmayı başarıyorsam, imanın hakikatine dair başka bir kanıtın ne faydası var? Bu bir mucize olacaktır, gerçek bir mucize, imanın hakikatinin şehadeti olacaktır.” (Günlükler, s.14, Unamuno)

Yazarın da bahsettiği bu mucize, gerçek mucize aşk gibi, sevda gibi iman ettiğim, Rabbimi bilmeye çalıştığım, yürüyeceğim yolların bir bir önüme açıldığı zamanlarda ve ben, o yollara revan olduğumda gerçekleşmişti işte. Tıpkı Efendimiz gibi, Rabbim O’na sesleniyordu hani;

“O seni yetim bulup da barındırmadı mı?

Seni yolunu kaybetmiş olarak bulup da yola iletmedi mi?

Seni fakir bulup zenginleştirmedi mi?” ( Duha Suresi, 6-7-8)

Ben de yetimlerden bir yetimdim işte. Rabbim beni muhatap almış bana imanı sevdirmiş yollar açmıştı. Şimdi en iyi Müslümanlara bakarak nasıl yaşayacağımı içselleştirerek, dosdoğru yol üzere, sırat-ı müstakim üzere yürümeye çalışacaktım.

Okumalar yapmak kolay olmuyordu elbet. Emek istiyordu, derinlikli anlar istiyordu ve gece gündüz büyük fedakârlıklar istiyordu. Hasılıkelam iyi okumalar yapmak sizden ömrünüzün berceste zamanlarını istiyordu.

“İnsan, iyi yaşayabilmek için yapmaya ve yapmamaya mecbur olduğu şeyi bilmelidir. Bunu bilmek için iman ve inanç gereklidir.” (İman Vicdan ve Dua, s. 15) diyor Tolstoy. Ben de neyi niçin yapmamam gerektiğini anladığım zamanlarda, imanın beni bir aşk gibi sarıp kuşattığı o mucizevi dönemlerde artık yazıyla da muhataptım.

İşte o zaman ben; “ne için yazıyorum?” veya “ne için yaşıyorum?” sorusunu sormam gereken bir sorumluluk bilincini de kuşanma zamanlarının ilk demlerindeydim belki de…

Nûn. (Ey Muhammed) Andolsun kaleme ve satır satır yazdıklarına ki, sen Rabbinin nimeti sayesinde, bir deli değilsin.” (Kalem Suresi)

Sonra, kaleme, satır satır yazan kaleme yemin eden Rabbim sesleniyordu Kitap’tan. Bu beni sarsmaya yetmişti aslında. Hem Rehber olan, hakikate taşıyan o Yüce Kitap’ta, “Kalem Suresi” diye bir özel sure de vardı.

Kalemi elime aldığımda, “Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım” diyen Sait Faik’in anlamlı ifadelerinden daha öte, daha aşkın bir boyutta kalemle muhataplığım sözkonusu idi. Bunu anlayabilmem için belki de yılların geçmesi gerekiyordu. Varoluşsal bir duyarlılıkla, metafizik sarsılmalarla yaklaştığım yazı eylemi artık benim için sorumluluk bilinciyle bu yola revan olmam gerektiğini de duyumsatıyordu. Mezkûr ayet kaleme yemin eden bir Yaratıcı’nın şahitliğinde yazdığımı duyumsatırken, aslında neyi niçin yazmam gerektiğinin de ipuçlarını veriyordu bana.

“İnsan ne için yazar?” sorusunun cevabını aramaya başladığımda aslında yazı yolculuğumun acemi dönemleriydi diyebilirim. Yazmak bir bakıma kendine yürümek, kendi derunundaki sancıları dindirmenin de bir devası gibi gelir. Ama bazen yazdığınız bir hikâye, bir öykü veya romanla da yaşamın damarlarından süzülüp gelmiş nice yaşanmışlığı da devşirirken bir taraftan da yaraları deşer, ifşa makamında sorgulamalarla nice sancılı zamanlara da yolculuklar yaparsınız. Yazdıklarınız çoğu zaman şifa duraklarında, onarmak için, hayatın zorlu zamanlarına âdeta gizemli, estetik birer mektuplara da dönüşebilir. Zarf ve mazruf vardır artık. Yazı yüreğinizden sadır olan tüm arayışlara ve sancılara mazruf olmuştur… Artık zarfa değil de mazrufa bakma zamanı gelmiştir…

“Niçin yazıyorum?” sorusuna muhatap olmadan önce, “niçin yaşıyorum?” sorusunu cevaplamaya çalışarak, bu anlamlı muhataplığı akletmek gerekiyor nihayetinde…

“İnsanın imanı ve inancı ne kadar kuvvetli olursa onun hayatı da o kadar sağlam olur” diyor Tolstoy, (İman Vicdan ve Dua, s. 25) âdeta manifesto gibi.

Yazma yolculuğu da böyledir. Sağlam bir dünya görüşü ile yürüdüğünüz yazı yolculuğunuz sizi hakikate, hikmetli zamanların huzuruna ve yazının onaran şifa duraklarına taşıyacaktır.