Dolar (USD)
32.52
Euro (EUR)
34.63
Gram Altın
2497.00
BIST 100
9524.59
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

09 Ekim 2022

Kontrollü çözümsüzlük: Başörtüsü

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “başörtüsüne güvence olması “amacıyla TBMM’ye verdiği yasa teklifi ile başörtüsü sorununu yeniden kamuoyun da gündeme getirdi.

Başörtüsü sorunu çok uzun yıllardır Türkiye’nin gündemini oluşturan ana toplumsal kamplaşma eksenlerinden birini teşkil ediyor. Sorunun çözümüne yönelik tartışmalar toplumda gerginlik, çatışma ve siyasi kamplaşma sebebi olabilmektedir.

Türkiye’nin 20. yüzyılına damgasını vuran en önemli toplumsal travmaları gözlemlediğimizde en üst sıralarda başörtüsü yasaklarına denk gelmekteyiz. Son 60 yılda farklı dönemlerde ısrarla gündeme getirilen başörtüsü yasağının ülkenin siyasal ve sosyal gelişmesine verdiği zararın bilançosu rakamlarla telaffuz edilemeyecek kadar yüksek. Yıllar boyunca irtica tehdidi adı altında, milyonlarca gencin eğitim hakkını elinden alan zihniyet, aynı zamanda birçok kişinin çalışma ve sosyal yaşam kurma hayallerini de yok etme seviyesine getirmiştir.

Başörtüsünün, Türkiye pratiğini incelediğimizde, unutmamamız ve hatırlamamız gereken, yakın tarih geçmişini bilmek meselenin özünü anlamakta bizim için faydalı olacaktır.

Başörtüsü sorunun temeline bakacak olursak; 1923 Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla hazırlanan ilk anayasada resmi olarak bir başörtüsü yasağı mevcut değildi, o dönemlerde resmi kurumlarda başörtüsü ile çalışan da yoktu. Başörtüsünün tartışılmaya başlanması, 1960'lı yılların ilk yarısında başörtülü üniversite öğrencilerinin sayısının artmasıyla oldu. Başörtüsü yasağında iki ana kırılma noktası vardır. İlk olarak karşımıza, 1980 askeri darbesi ile 28 şubat süreci olarak da bilinen askerlerin 1997 yılındaki siyasete dolaylı darbesi olmuştur. Bir diğeri ise, 28 Şubat postmodern darbe süreci bu uygulamaların zirveye çıktığı yıllar oldu.

2002 yılındaki seçimlerde AK Parti'nin iktidara gelmesiyle, başörtüsü yasağının kalkması istenildiği kadar çabuk olmadı. Başörtüsü, o dönemde de hassas bir tartışmaydı. Yasal düzenleme ve yumuşama uygulamalarına da en büyük barikat o dönemin jakoben ve vesayetçi CHP kadrolarıydı. Beklenen yasal düzenleme yapılamadı. Ancak yüksek mahkemelerin verdiği kararlar da, yasağın kaldırılmasına engel oldu. 2007'de YÖK başkanın değişimiyle üniversitelere başörtülü öğrencilerin girmesinin önü açılmış oldu. Aynı şekilde Kamuda çalışan başörtülü personelin yasağının kalkması 2013 ‘teki demokratikleşme paketinin açıklanması ile oldu. Kılık kıyafet yönetmeliğinin 5. maddesinde yapılan değişiklikle kısıtlayıcı hükümler kaldırıldı. 2015 genel seçimlerinde TBMM’ye başörtülü vekillerin seçilmesiyle “kamuda başörtüsü “sorun olmaktan çıkmıştır.

Başörtüsü sorununda asıl meselenin özü, Türkiye’deki laiklik anlayışının, tanımını eksik ve yanlış yaptığımızdandır. Gerçek anlamda din ve vicdan hürriyeti anlayışını tesis edilememesinde saklıdır.

Başörtünün yasaklanması bizzat laiklik ilkelerine aykırıdır. Önce tartışmanın özünü oluşturan laiklik kavramı ile ilgili kısa bir açıklama yapmakta fayda var. “Devletin çeşitli dini görüşler ile dini olmayan görüşler arasında tarafsızlığını muhafaza etmesi, herhangi bir dini görüşe ya da dini olmayan görüşe negatif ya da pozitif ayrımcılık yapmaması gerektiği düşüncesine dayanan siyasi ve hukuki ilkeye laiklik (secularism) denir”

Bu bilgiden hareketle bu yasağı savunan destekleyen siyaset mühendisleri “ Cumhuriyetin Laiklik ilkesine “ de karşı çıkmış oluyorlardır.

Meselenin özüne gelecek olursak, Kılıçdaroğlu’nun bu adımını ve teklifini önemsiyorum çünkü; partisinin geçmiş dönemdeki jakoben anlayışına karşı çıkması kendisi içinde önemli bir kırılma sürecidir. Türkiye gerçeğini okuması ve bu ülkenin değerlerinin farkına varması önemli bir adım. Yalnız CHP için bu yüzleşme ve helalleşme öyle çok kolay olmayacaktır. Belleklerde ikna odalarının baş müdiresi Nur Serter’in o partiden vekil olması bu samimiyeti sorgulatmaz mı?

Devletin başörtüsü takmak isteyenlere pozitif hukuk vasıtası ile getireceği özgürlük, başörtülülere verilmiş bir taviz ya da lütuf olmaktan çok, her birey gibi başörtülü bireylerin de doğal hukuktan kaynaklanan ve devletin varlığından bağımsız bir şekilde kişilerin doğumu ile kazanılmış olan haklarıdır. Bu yorumu sadece başörtüsü meselesi ile sınırlı tutarsak, temel hak ve özgürlükler anlayışımızı eksik bırakmış oluruz. Kürt sorunu, Alevi meselesi, azınlıklar meselesi gibi farklı bir çok konu ile genişletmek mümkün.

Başörtüsü meselesi, bilinçli bir şekilde ucu açık ve kontrollü bir çözümsüzlük olarak, büyük bir paradoks ile hep içimizde sızı, sırtımızda yük oldu. Başörtüsü üzerinden yapılan her türlü demagojiye, zulme, ve haksızlığa artık YETER!!!