Dolar (USD)
32.43
Euro (EUR)
34.46
Gram Altın
2488.61
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Korku

Sevgi kadar kıymetli bir duygudur. Hem bedenimizi hem de vicdanımızı korur.

İnsan olduğumuzu bize hatırlatır.

Başkalarının insan olduğunu unutturmaz bize.

Canımızı korur cam gibi kırılacak olan bedenimizde.

Korku yönetilmezse esaret altına alır bizi. Yönetildiğinde en güzel hürriyetimizdir bizim.

Korkuyu, insanları birbirine yaklaştıran, birbirinden uzaklaştıran bir duygu olarak görmek, çift boyutlu bir heyecan olarak değerlendirmek, bireyi dış uyaranlara karşı koruyan ve ikaz eden, sevgiye dönüşen bir motif ve normal duygular arasında bir heyecan saymak gerekir.

Korku irdelendiğinde merkezinde bireyi koruma gereksinimi ve vücudun istenmedik davranışlara karşı gösterdiği tepki görülür. Bilhassa gerçek korkular olarak değerlendirilen ve kendiliğinden ani olarak beliren bu duygunun doğasında vücudun temel gereksinimleri vardır. Zihinsel ve duygusal gelişimin bir belirtisi olan korku aynı zamanda yaşama isteğinin de davranışlara yansımasıdır. Korku bazen korumak içindir.

Korkuyla ilgili birçok bilimsel araştırmanın merkezine oturtulan en önemli problem, korkunun mu şiddeti veya şiddetin mi korkuyu doğurduğudur. Bunun tespiti için psikolojik çözümlemeler yapılır. İnsanın yaratılıştan getirdiği yetiler sorgulanmaya başlanır. Bu sorgulamaların başında da insan kurt mu, koyun mu anlayışı gelir. İnsanın hem kurt, hem koyun olduğunu düşünenlerin yanında ne kurt ne de koyun olduğunu savunanlar ağırlık kazanır. Bütün bu tartışmalar devam ederken Hobbes, insan insanın kurdudur (homo homini lupus) düşüncesiyle kafaları karıştırır. Bu tartışma uzun bir süre devam eder ancak bu da sonuçsuz kalır.

İlim dünyası insanın doğası ve beraberinde getirdiği iki temel yeti olan iyilik-kötülük üzerinde sürekli fikir yürütür. Bu duyguların doğasını çözümleyemeyen ve insanı anlayamayan marjinal yorumlar insanın, iyiliği ve kötülüğü doğuştan getirdiğini ileri sürerek gelişme ve değişmenin önünü keser. Belirli bir süre devam eden bu fırtına, akl-ı selim hâkim olunca şiddetli eleştirilerle sonuçsuz kalır. Özellikle insanların kötü olarak doğamayacağını savunan bilim adamları, kötülük yetisinin aynen iyilik gibi sonradan kazanıldığını uzun deneysel psikiyatrik çözümlemelerle ortaya koyarlar. Bu görüşü savunan önemli bilim insanları özellikle iyilik ve kötülük yollarını insanların kendilerinin seçtiğini söyler. Bu uzun klinik deney ve ruh çözümlemelerinden sonra insanın içindeki yıkıcı güç ve şiddeti yapıcı bir enerjiye çevirmenin de zor olduğunu belirtirler.

Bilimsel araştırmaların ortaya koyduğu gibi aslında korkunun doğasında organizmayı koruma duygusu yatar. Bu duygunun gerçekleşmesi için organizmanın, karşılaştığı tehlikeleri yok etme veya ortadan kaldırma tepkisi bir karşı eylem olarak doğar. İşte bu eylem genelde şiddet olarak algılanır.

Şiddet bilinçli ya da bilinçsiz olsun insandaki yıkıcılığı gösterir. Bu yıkıcılığın temel hareket noktası hayatta kalma ve yaşama sevincini devam ettirme olarak karşımıza çıkar.

Bazen korkunun sonucu olarak ortaya çıkan şiddet çok farklı şekillerde bireyin davranışlarına yansır. Bütün bunlardan bahsetmek yerine herhangi bir şekilde bir iktidar elde etmek isteyenlerde çok rastlanan, özellikle engellemeden doğan korkunun dönüştüğü tepkisel şiddetten bahsedebiliriz.İnsanlık bunun ayırdını tam yapamadığından hürriyete giderken esir alınır.

Tepkisel şiddet, örneğinçocuklarda davranışlara yansıma ve dışa vurumunun baskın özelliği engellemeler ve gereksinimlerin yerine getirilmemesi olarak görülür. Çocuğun ısrarla elde etmek istediği bir durum veya nesne herhangi bir şekilde engellenirse bu durum karşısında kişilikle orantılı olarak, çocuk bunu gerçekleştirmek için bilinçli veya bilinçsiz şiddete yönelir. Bu şiddet eylemsel boyutta olduğu gibi söz ve ifadelerle de gerçekleşebilir. Elde edemeyen veya takındığı tutumu gerçekleştiremeyen çocuk, yıkımı en kolay ve doğal yol olarak görür. Güçlü gibi kendini gösterse de aslında acizliğini ve güçsüzlüğünü bir kez daha ortaya koyar.

Çocuğun inancının yok oluşu da şiddete yönelimi güçlendirir. İnancın yok oluşu sadece Allah inancın kayboluşu olarak değerlendirilmemeli. Burada düş kırıklığı başta gelir. Bunun başında da aile içinde ebeveynlerin birbirine ve çocuklarına karşı tutumları yer alır. Özellikle anne ve babanın tutumu, hastalıklar, ölüm, gereksinimleri elde edememe ve dış çevrenin birbiriyle örtüşmeyen olayları çocuktaki Allah inancının da yıkılmasına neden olabilir. Düş kırıklığı yaşayan bireylerde yıkıcılık umutsuzluğa oradan da nefrete dönüşebilir.

Mesela bir gazetecide korkunun tepkisel şiddete dönüştüğü zaman kaleminin de kirlendiği andır. Çünkü muhalifinin hayat hakkını elinden almak için tepkisel şiddetle en yıkıcı konumda olur. Düşüncesi derinliği kaybetmiş, marifeti kirli malumata dönmüş, ruhu bedeninin arzuları ıstırabıyla korkunç bir işkencede kalmış durumdadır. Her konuşması yıkım her yazısı tepkisel şiddetin yıkıcılığının ateşini harlar.

Örneğin korkusunun koruma duvarları yıkılmış ve tepkisel şiddetin yıkıcılığının labirentleri içinde dolaşmaya başlamış bir muhalifin veya muktedirin sadece aklı değil duyguları da rotasını kaybeder. İktidarı elde edememe veya kaybetme korkusu sürekli ona yanlış yaptırır. Bu duygu histerik olmaktan çıkar paranoyak bir hal alır. Hatta hüzün çukurlarında fazla yıkıcılık göstererek derin bir hiçlik duygusuna neden olabilir. Muhalifi muvafığı bu durumda etrafına güvenmez, onların fikirlerine karşı imiş gibi davranır. Ve yalnız kalır. Artık korkusu onu sarmış ve tepkisel şiddetinin yıkıcılığı etrafında kimse bırakmamıştır.

Örneğin bir artistin, bilim insanının, şöhretin afetinde lezzet alanın, evdeki iktidarın sadece kendine ait olduğuna inan babanın, iş yerindeki tek gücün kendisi olduğunu farz eden patronun, elindeki silahın veya kalemin gölgesinde kalan şahsiyetlerin korkusu onların vicdanlarının terazisi olmaktan çıkıp yegâne iktidarlarının kalkanı olmaya başlayan tepkisel şiddete dönerse yaşamlar hiçbir dönemde olmadığı kadar bir yıkıcılık serüveniyle karşı karşıya kalırlar.

Evet korku korumak içindir ve en az sevgi kadar değerlidir. An şart ki duyguların adalet terazisinde şirazesini kaybetmemiş ola ve kefesine şiddeti ağırlık olarak almaya.