Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.85
Gram Altın
2436.79
BIST 100
9716.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

28 Şubat 2021

Korona günlüğü

Covid-19 u ilk günden itibaren çok ciddiye aldım. Hekimlik çalışmalarıma 3 ay ve 2 ay olmak üzere 2 kez ara verdim. Aşıyı ilk yaptıranlardandım. Çalışmalarım esansında en ciddi tedbirlerle çalıştım.

Çünkü, yüksek risk grubundandım.

Bunca itinaya rağmen aşının ikinci dozuna 5 gün kala Covid testim pozitif çıktı. Önce eşim rahatsızlandı, 3 gün sonra da ben.

Daha önce geçirdiğim by-pass ameliyatı akciğerlerimi olumsuz etkilemişti.

Corona ile karşılaşırsam en zayıf noktamın akciğerlerim olduğunu biliyordum.

Nitekim öyle oldu.

Corona, eliyle koymuş gibi doğrudan akciğerlerimi buldu.

Düşmeyen ateş, ve nefes darlığı günler, günler sürdü.

Kol ve bacaklarım eklem ağrılarım oldu ise de feci ağrılar değildi.

Baş ağrısı, bulantı, kusma, ishal, tat ve koku kaybı gibi belirtiler hiç olmadı.

Konya’da başlayan tedavim, Ankara Şehir Hastanesi’nde sürdü.

Beni Konya’dan alan ekip, Ankara Şehir Hastanesindeki yatağıma yerleştirerek görevlerini tamamlarken, sanki aynı hastanenin diğer odasına geçmiş kadar, sorunsuz, sessiz, bir organizasyon uyguladılar.

Konya’dan Ankara’ya naklim, hastaneye ulaşmam, her şey saat gibiydi.

Herkes ne yapacağını tereddütsüz biliyordu.

Teknolojiye, düzene, tertibe, disipline, organizasyona meraklı ve ilgiliyimdir.

Ambulansların iç dizaynı, hem ergonomik hem estetikti. Rafları ve dolapları, tıbbi donanımları, temizlik ve hijyenleri mühendislik ve planlama harikasıydı.

Şehir hastaneleri, mimarisi, iç mimarisi, dekorasyonu, tıbbi ve teknik donanımı en üst seviyede, Türkiye’nin gururu olmaya layıklar.

Doktorumun bana uyguladığı tedavi mükemmel sonuç verdi.

13 gün süren zorlu ve çetin bir süreçten sonra nihayet müjdeyi aldım, tedavim başarıyla sonuçlandı, Allah’ın şafi ismi tecelli etmişti.

Buradan beni sağlığıma döndüren doktorum Doç. Dr. İhsan Ateş Bey’e ve ekibine sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum. Yüksek tıbbi birikimleri, çalışma disiplinleri ve sıcak alakaları eşsizdi.

Hastalığım süresince geçmiş olsun dileklerinde bulunan, başta Milat Gazetesi olmak üzere eş, dost, akraba ve arkadaşlarıma sonsuz şükranlarımı arz ediyorum.

Bütün bunları yaşarken “eski Türkiye” film şeridi gibi gözümün önünden geçti.

Mesleğime 1979 yılında başladığımda, ilk görev yerim Erzincan-Tercan Devlet Hastanesiydi.

Hastanede memur odaları dışında sadece 1 tek ampul yanıyordu. Hasta odalarında, ya ampul, ya kablo, ya da elektrik düğmesi yoktu.

Yeni mezun hevesiyle hasta yatırmak için ilk işim yıllardır yanmayan bu ışıkları çalışır hale getirtmek olmuştu.

Hastanenin ilaç ve aşılarının saklandığı buz dolabı tüp gaz ile çalışıyordu. Elektrikler sürekli kesildiği için çözüm tüp gazlı buz dolabı olmuştu, sadece elektriğe bağlı kalınsa aşılar, ilaçlar sık sık telef oluyordu.

Tanzanya’dan değil, 40 yıl öncesinin Türkiye’sinden bahsediyorum.

Bütün olumsuzluklara rağmen, bir tek şey mükemmeldi Tercan Devlet Hastanesi’nde:

Hastanenin depoları, halka ücretsiz dağıtılmak üzere, Türkiye’nin dostları(!) ABD ve AB’nin hibe ettiği kamyon kamyon doğum kontrol malzemeleriyle doluydu. Bunlar gelen gidenin eline tutuşturuluyordu.

Şimdilerde bu dost(!) ülkeler doğum kontrol projelerini ÇYDD, LGBT dernekleriyle, vakıflarıyla, içine LGBT-ÇYDD yerleştirilmiş filmleriyle, sokağı ve okulları karıştıran elemanlarıyla yürütüyorlar.

Cerrah olarak ilk görev yerim ise Muğla’nın Köyceğiz ilçesi idi. Yıl, 1986.

1 yıl boyunca tek bir hastaya cerrah olarak elimi sürmedim ama mecburi hizmetimin ilk yılını tamamlamış oldum.

Çünkü cerrah olarak gönderildiğim hastanede ameliyathane yoktu.

Bir yılın sonunda halkın bağışlarıyla derme çatma ameliyathane kuruldu ve mesleğimi icraya başlayabildim. Köyceğiz’de zannedersem 10 yıl daha bomboş otursam Ankara’nın umurunda değildi.

Zira boş oturmaktan gına geldiğim için, çalışabileceğim, mesleğimi icra edebileceğim Anadolu’nun başka bir ücra köşesine, zamanın politikacılarına bin bir yüz suyu dökerek, yalvar yakar olarak, tayinimi yaptırabildim.

Bu tayin didinmeleri sürecinde SSK Genel Müdürü olarak Kılıçdaroğlu ile muhatap oldum. Kılıçdaroğlu beni dinlemeden öfkeyle tıslayarak kapıyı gösterdi. Ne de olsa Türkiye’yi Nepotizm (adam kayırma) ile CHP tanıştırmıştı.

Bir odada 5 ila 20 hastanın yatırıldığı hastanelerde yıllarım geçti. Hasta yataklarının altı poşetler, fileler, valizlerle dolardı. Hastaya bir dolap bile verilemezdi.

Kliması olmayan ameliyathanelerde alnımızdan ter damlayarak yıllar yılı ameliyatlar yaptık.

90’lı yıllarda, şimdiki şehir hastanelerimizin kısa bir filmi gösterilse, “Türkiye böyle hastanelere ne zaman sahip olabilir?” diye sorulsa, 2 bin 500 yılından daha ileri tarihi işaretleyeceğimden eminim.

Demek ki çok kısa zamanlarda dramatik değişiklikler olabilirmiş!

Geçtiğimiz yıl Tercan’ın yeni Devlet Hastanesini gördüm. Orta boy biz özel hastaneyi andırıyordu.

Adana’daki meşhur branda hastanenin mucidi, CHP’ye ve CHP medyasına kendini kaptıran ve hayatında yurt dışına adım atmamış bazıları kendilerine çanak tutan Alman Gazetesine “Türkiye’de yaşamaktan memnun olmadıklarını, başka ülkelere gitmek istediklerini” söylemişler.

Bence;

Siz siz olun, CHP’nin aklına uymayın...

Kelin ilacı olsa başına sürer.

Bir de Hans-Günter Wallraff’ın “En alttakiler”ine arada bir göz atarsanız, Almanların her geleni “Can Dündar” diye karşılamadıklarını görürsünüz.

Almanların “Can Dündar” kotalarının dolduğunu da ayrıca hatırlatırım!