Dolar (USD)
32.34
Euro (EUR)
34.92
Gram Altın
2307.04
BIST 100
9079.97
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

17 Aralık 2020

Minnettâr bir kitle olmayı tercih etmek

Fransız filozof Claude Lefort’un toplum ile siyaset arasındaki ilişkiye ilişkin tespiti, bugün yaşadıklarımızı da dikkate aldığımızda, üzerinde durulmayı fazlasıyla hak ediyor. Lefort mealen şöyle diyor: “Hükümetten bağımsız olmamanın sonucu teslimiyetçi yurttaşlıktır. Devletin merkezde olduğu ve kaynakların yukarıdan aşağıya yeniden bölüştürüldüğü bir ilişki özerk yurttaşlardan ziyade minnettar kitlelerin oluşumunu teşvik ediyor.” Bir tür popülizm eleştirisi olan bu sözlerin sadece soyut/spekülatif niteliği değil aynı zamanda pratik/pragmatik önemi de çok önem arz ediyor. Özgünlüğün, özerkliğin yürürlükteki ilişki biçimi nedeniyle sistematik şekilde hedef alınması sadece toplumu minnettar bir kitleye dönüştürmüyor aynı zamanda devletin, hükümetin, siyasetin güç ve çıkar üzerinden kontrolsüz salınımına da büyük bir alan açıyor. Dolayısıyla bu tarz bir ilişki hem devletin sivil bir dengelenme/denetlenme odağından yoksun bırakılması anlamına geliyor hem de çok daha önemlisi toplumun bir tür kişiliksizleşme/kimliksizleşme pratiğinden geçerek amorf bir nesneye dönüşmesine yol açıyor.

Devlet, hükümet, siyaset toplum ilişkisinin niteliği hiyerarşik bir konumlanışla bağımlı bir hale gelmesi, meşrulaştırıcı söylemin gerekçeleri ne olursa olsun, ciddi bir problemin varlığına göndermede bulunmaktadır. Bu tarz bağımlılık ilişkilerinin oluşturulmasına yönelik devlet, hükümet ve siyaset kanalında güçlü bir motivasyonun olduğu bilinmeyen bir şey değil. Ancak bu bağımlılık ilişkisinin içine özerklikten/özgünlükten feragat ederek katılmayı arzulayan toplumu, sivil toplum örgütlerini vs. ise bilmekle beraber anlamak mümkün değil. Bağımsız bir irade, özgün ve özerk bir yapı olarak var kalmak yerine devletin, hükümetin, siyasetin basit bir uzantısına dönüşmeyi üstelik Lefort’un ifadesiyle yeniden bölüşüm mekanizması içinde gelecek veya gelebilecek kimi imtiyazlar için “minnettar” bir uyum aparatı olmayı kabul etmek Türkiye’nin varlığını ve niteliğini doğrudan etkileyen en önemli sorun başlıklarından birisi olarak duruyor. Hatta küresel ölçekte seyreden popülizm tartışması genele ilişkin bir sorunla karşı karşıya olduğumuz düşündürtmelidir. Yerel dinamikler yanında içinde yaşadığımız dönemin kimi hususiyetleri bu tarz bir ilişkiyi öne çıkarıyor olabilir.

İster yerel ister döneme özgü kimi hususiyetler nedeniyle olsun bu tarz bir ilişkinin bizi sürüklediği “minnettar” yığınlar alanı hem toplum için, hem de devlet için alabildiğine tekinsiz bir alana işaret ediyor. Toplumun, sivil toplum yapılarının siyasete bağımlı hale gelmesi sadece bir nitelik sorunu yaratmıyor. Aynı zamanda toplumsal barışı zedeleyen, toplumun belirli kesimlerini siyaset/hükümet kanalıyla oluşturulan imtiyaz ilişkisi nedeniyle birbirine karşı kışkırtan bir düşmanlığı beslemeye, büyütmeye neden oluyor.

Siyaseti; toplumdan, sivil toplum yapılarından, kısacası kamusal alanı özgür, özerk yapıların/kişilerin talep ve beklentileri için aktif şekilde mücadele ettikleri ve bu mücadelenin niteliği üzerinden devleti, hükümeti, siyaseti baskılayıp yönlendirdikleri bir alan olmaktan çıkarıp devletin, hükümetin çıkar ve beklentileri doğrultusunda toplumu manipüle etmeye indirgeyen bu ilişki hem varlığı hem de oluşturduğu maliyet açısından konuşulmayı, tartışılmayı beklemektedir. Asırlık sorunları olan bir ülkenin ciddi nitelik problemleri olsa da en önemli imkanı toplumun, devletin/hükümetin başına buyrukluğu karşısında bir tür direnç odağı olmayı iyi kötü başarabilmesiydi. Gelgelelim bu başına buyrukluğu maliyeti son derece yüksek bir imtiyaz için heder etmek zaten toplumun, sivil toplum yapılarının savunma mekanizmalarının çökmüş olduğunun göstergesidir. Üstelik başımıza gelen bu felaketin ne olduğunu da, karşılık olarak verilen veya verilme ihtimali olan imtiyazlar nedeniyle fark edebilmiş değiliz.

 
ABONE OL
Deniz feneri detay
Deniz feneri detay
Kızılay 160x600
TDV ramazan