Dolar (USD)
34.17
Euro (EUR)
37.70
Gram Altın
2918.17
BIST 100
8898.23
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Mürşid şehir Diyârbekir'in fethine dair

Bir şehr-i nûrdur ki övünsek ile’l-ebed

Peygamber emaneti her kûşesinde mâbed (M.U.A.)

Şehirler, mekânların yazdığı tarihlerdir. Biz her mekânı bir tabiat ve tarih kitabı gibi okuyup yorumlayabiliriz. Çünkü şehirler, uygarlıkların ulaştığı bir aşamadır. Sadece şehir isimlerinin kökenlerindeki değişimler incelense, uygarlıkların kendi üstünlük gramerini zamanla nasıl oluşturdukları ve ortaya nasıl bir tarih yazımı çıktığı görülecektir. Önümüzdeki günlerde Diyarbekir’in Müslümanlar tarafından fethini yeniden der-hatır edecek ve tarihi yeni bir bakış açısı ile okumaya çalışacağız. Nitekim İbni Haldun; “Geçmiş, bugüne suyun suya benzediğinden daha fazla benzer” der. Mazide yaşananlar bize “an”ı ve “geleceği” kurarken yol göstermeyecekse anlamsız bir hikâyeye dönüşüverir. Şimdi hayalen el-Cezire Kıtası’na gidelim. Neler olup bittiğini beraber görelim.

İslam dünyası; Âmed, Diyâr-ı Bekr ve El-Cezîre denilen bölgeyi fethetmeden önce burası, Bizans İmparatorluğu’na bağlı iki kardeş tarafından idare edilmekteydi. Bunlardan Butros, şehrin doğu kısmını ve Yuhanna ise Batı kısmını idare etmekteydi. Yuhanna, kızı Za’ûrâ’yı Dara Valisi ile evlendirir. Kocası ile Âmed’e gelen Zaura, şehri görünce kendisinden geçer ve şöyle der: “Mesih hakkı için bu şehirden daha güzel ve daha sağlam bir şehir hayatımda görmedim. Ortasından akan şu sulara bakar mısın? Çevresini dağlar gibi çeviren surlara nazar eder misin?”

Ve yıl 639... İslam Ordusunun Diyârbekir Kalesi’ni kuşattıklarını görünce din ve devlet adamlarıyla bir araya gelen Zaura, halkı tahrik etmeleri ve herkesin savaşa katılmaları emrini verir. Mancınıklar dikilir ve bayraklar surlara asılır.

Iyâz bin Ganem komutasındaki İslam ordusu içerisinde bulunan Hâlid bin Velîd, şöyle teklifte bulunmuştur: “Düşmanlarımız görünürde bizden üstün olsalar da Allah’ın tevfikinden ümitliyiz. Ancak sabredelim; sabreden zafere erer. Bu durumda Zaura’ya mektub yaz. Hem korkut ve hem de gönlünü okşa” der. Bu konuşma üzerine Iyâz, hemen şu mektubu yazar:

“Bismillahirrahmanirrahîm,

Salât ü selam Efendimiz Muhammed’e olsun. Iyâz bin Ganem’den mektuptur:

Yüce Allah bize zaferler nasip etmiştir. Bütün ehl-i küfre karşı bizi gâlip kılmıştır. Yöneldiğimiz her memleketi fethettik ve karşılaştığımız her orduyu mağlup eyledik. Zira gâlibiyet Allah ve Resûlü’nündür. Senin kalen de yıkımdan kurtulacak kadar sağlam değildir, Süleyman bin Davud’un inşâ ettiği kaleden daha güçlü olamaz. Onu bile Müslümanlar fetheylemiştir. Aynı şekilde Ba’lebek ve Herakliyos’un memleketi olan Antakya da fethedilmiştir. Yüce Rabbimizin va’d ettiği üzerine önümüzde bize zor denebilecek bir kale kalmamıştır.

Benim bu mektubum sana ulaşınca Müslüman ol, selâmete er. Muhâlefet edersen pişman olursun. Seni dininden ayrılman için zorlayamayız, halkını da. Zira Rabbimiz: Dinde zorlama yoktur (Bakara, 256) buyurmuştur. Direnirsen hevâ ve arzuna uymuş olursun ve kimin zayıf kimin muzaffer olduğunu yakında göreceksin. Selâmet, doğruya uyananın üzerinedir.”

Mektubu okuyan Zaura, istişare heyetini toplar ve cevabî bir mektup yazar: “Mektubunuz geldi ve anladım. Allah’ın size zafer vereceğine dair sözleriniz Allah’ın imhâli ve istidrâcıdır. Allah sizin hakkınızdan gelecektir. Sizden Mesih’in intikamını alacaktır. Kaleyi ebediyyen teslim etmeyeceğiz. İstediğinizi yapınız.” Bu mektup üzerine İslam orduları hazırlıklarını tamamlar ve surların altında bulunan bir su kanalından yol bularak şehre girip Diyarbekir’i fetheder.

Şimdi asrımıza dönelim... Bu tarihî süreci yeniden analiz edelim. Savaş sonrası Iyaz bin Ganem; el-Cezire halkıyla bir anlaşma yapmıştı:

1) Cizye vergisini ödedikleri sürece canları, malları, aileleri, şehirleri ve değirmenleri emniyette olacaktır. 2) Mevcut kiliseleri yıkılmayacak, yeni kiliseler inşâ edilemeyecek. 3) Evleri işgal edilmeyecek. 4) Yol ve köprüleri tamir edilecek. 5) Müslümanlara karşı iyi niyet sahibi olacaklar. Şayet Müslümanlara hıyanet eder ve anlaşma şartlarına riayet etmezlerse himaye göremeyeceklerdir.

Bugün Arap dünyasının vaziyetini nasıl okumalıyız? Filistin’in durumu karşısında İslam dünyasının rehavetini nasıl yorumlamalıyız? Bir iç muhasebe ve yeni bir fetih ruhu gerekmez mi?