Dolar (USD)
32.56
Euro (EUR)
34.62
Gram Altın
2488.31
BIST 100
9524.59
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

09 Aralık 2020

Neden Katar'a sattın?

Türkiye son 150 yıldır yönünü Batıya çevirmiş vaziyettedir. Kültürde, ekonomide, eğitimde, hukuk düzeninde ve hayatın daha pek çok sahasında Batılı normlar ve kurallar, ülkenin kaderini belirlemiştir. Genç Cumhuriyet kurulurken hukuk düzenimiz, eğitim sistemimiz, kültür hayatımız, batılı devletlerin normları esas alınarak tesis edildi. İktisadi hayat sahası ise bundan farklı değil. 80’lere kadar karma ekonomik sistemi benimseyen Türkiye, 80’lerden sonra tamamıyla liberalize oldu ve serbest piyasa ekonomisine geçti.

Tanzimat’tan sonra yönünü Batıya çeviren ve nerdeyse bütün sorunlarının çözümünü Batıda arayan Türkiye, Cumhuriyetten sonra eğitim düzenini, hukuk ve kültür düzenini kıta Avrupa’sını taklit ederek kurarken, özellikle iki devletin derin etkisinden bir türlü kurtulamadı. Bunlardan birisi İngiltere diğeri ise Fransa’dır. Kamu örgütlenme sistemimiz, kökü Tanzimat’a dayanan taklitçi anlayışla Fransız sistemi örnek alınarak dizayn edildi. İngiltere ise her zaman sessiz ve derinden çalıştı. Dış politika sahamızdaki en güçlü pres, her zaman İngiltere’den geldi. Özellikle de yakın coğrafyamızla, yani Ortadoğu ile olan ilişkilerimizde.

1950’lerden sonra bu kez devreye ABD girdi. Marshall yardımları, NATO üyeliği vesaire derken, derin İngiliz etkisi yerini ABD hegemonyasına bıraktı. Komünist Rusya’ya karşı Türkiye, ABD için bölgede vaz geçilmez bir müttefikti. Türkiye kesinlikle ABD ekseninden çıkmamalıydı. 60 ihtilalinden sonra yapılan bütün darbelerde ABD parmağı olduğunu artık sağır sultan bile biliyor. İngiltere, İsrail üzerindeki hamilik rolünü ABD’ye devrettikten sonra Türkiye’nin İsrail’in elini kolunu bağlayacak hamleler yapmaması için ABD her türden kirli müdahaleden kaçınmadı. Mesela 28 Şubat tam da böyle bir darbeydi. İçerideki İsrail muhibbanı paşaların da desteği ile 21.yy’a üç kala Türkiye’ye ayar çekildi.

Ekonomik sistemimiz ise siyasi düzenimiz ve hukuk sistemimizden çok farklı yönde gelişmedi. 80’lerden sonra Türkiye tam liberalizasyona geçti ve dünya ekonomik düzeni ile neredeyse tamamıyla entegre oldu. Bretton Woods düzeninin doğurduğu gayr-i meşru çocuklar olan ve dünya ekonomisini dizayn eden IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşlar sayesinde Türkiye, kur, borç ve faiz sarmalından yakasını bir türlü kurtaramadı. Türkiye bu eksenden ne olursa olsun asla çıkmamalıydı. Türk halkı bolca borçlandırılmalı, 70 sente muhtaç hale getirilmeliydi. Eğer biraz kıpırdayacak olursa hemen 28 Şubat gibi bir müdahale ile ülke tekrar batı çıpasına oturtulmalıydı. Nitekim öyle de oldu. Erbakan’ın havuz sistemi küresel sisteme para akıtan muslukları kapatınca askeri darbe kaçınılmaz oldu.

Türkiye asla ve asla yönünü yakın coğrafyasına, İslam ve Türk dünyasına dönmemeliydi. Ne gerek vardı. AB, İMF, NATO, gibi kurumlar dururken ne işi vardı Türkiye’nin D8’le Türk Dünyasıyla, ipek yoluyla! Hatta hafazanallah Türkiye uyanır da İran’la, Rusya’yla filan yakınlaşırsa artık tamamıyla kontrolden çıkmış olurdu. Türk Dünyası ile yakınlaşma vizyonu Özal’ın, İslam Dünyası ile yakınlaşma ise Erbakan’ın başını yedi.

Öyleyse Türkiye’yi sıkı sıkıya kontrol altında tutmak, Batı çıpasından çıkmasını engelleyecek hamleler yapmak gerekiyordu. Peki ne yapmalıydı? Gidip işgal etmek, savaş açmak batı için artık demode ve yüksek maliyetli bir yöntemdi. Öyleyse içerideki muhibbanı devreye sokmak, satılmış adamlar üzerinden ülkeyi dizayn etmek lazımdı. Bu büyük göreve ülkenin yerli ve milli çocukları talip olmazlardı. Öyleyse daha gayr-ı milli unsurlara yönelmek lazımdı. Batının, genç cumhuriyet kurulurken ülkenin bağrına hançer gibi sapladığı CHP kadroları bu işe seve seve gönüllü olurlardı. Başka kim olabilirdi? Yüksek “dini idealler(!)” uğruna emperyalistlerle iş birliği yapmaktan çekinmeyecek, yeşil kuşak projesine teşne cemaatler... Başka? Arkasında Ermeni hayallerinin bulunduğu ama ön cephede Kürt çocuklarının dağa sürüldüğü silahlı terör hareketi... Başka? Kesesini bu ülkede dolduran ama emirleri ABD, İngiltere merkezli baronlardan alan medya maymunları… Başka? Laiklikten asla taviz vermeyen, küresel baronların ülkedeki distribütörleri olan İstanbul sermayesi… Hain kontenjanı geniş bir kadrodan oluşuyordu. Bu kadro yeri geldiğinde sesini yükseltmeli, gerektiğinde “istemezük” diye bağırmalıydı! Öyle de oldu. 28 Şubat, Gezi olayları, 15 Temmuz, Ankara’da, İstanbul’da patlayan bombalar… derken bugünlere geldik. Şimdi aynı koro “Neden Katar’a borsadan pay veriyorsun, neden Katar’la ticaret yapıyorsun?” diye bağırıp çağırıyor. İçimizdeki etki ajanları bazen sol, bazen sağ, bazen İslamcı renkle ortaya çıkıyorlar. Şaşıracak ne var bunda?