Dolar (USD)
19.1968
Euro (EUR)
20.8899
Gram Altın
1220.44
BIST 100
4812.93
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

20 Nisan 2022

Neleri kaybediyoruz?

Soruyu baştan cevaplayayım, çok şeyi kaybediyoruz. Bu bazen yavaş yavaş, bazen de çok hızlı oluyor. Bazen çok görünür bazen de sinsi sinsi ilerliyor. Vücuda yayılan kanser nasıl sinsice ilerliyorsa, toplumu kemirip bitiren hastalıklar da bazen yavaş ve derinden ilerliyor. Bir bakıyorsunuz ki artık geri dönülmez bir yola girilmiş, köprüden önce son bir çıkış bile yok!

Hayatta telafisi mümkün olmayan ya da çok çok zor olan bazı kayıplar vardır. Bu kayıplar sosyal yapıda birer kangrene dönüştüğü zaman iş işten çoktan geçmiş olur. Çünkü kanser bütün vücudu sarmıştır artık, umutlar tükenmiştir. Peki nedir o kayıplar?

Mesela aile kurumu. Aileyi yavaş yavaş kaybediyoruz, farkında değiliz. Aileyi yok etmek üzere bünyeye giren mikrop yavaş ve sinsi ilerlediği için henüz yıkımın tam anlamıyla farkında değiliz. Kadın-erkek ilişkileri, kadın ve erkeğin fiziksel-sosyal ve ruhsal dengesi günden güne bozuluyor. Karı-koca arasındaki doğal ilişki biçimi dışarıdan zorlanan bazı dayatmalarla yenileriyle yer değiştiriyor. Bilhassa kadın üzerinde oynanan oyunlar sayesinde cinsiyetler arasında yaşanan rol değişimleri aile bütünlüğünü tehdit eder hale geliyor. Farkında değiliz ama aile çatırdıyor, eriyor, bitiyor. Mesela anne babaların çocukları üzerindeki kontrolü de günden güne azalıyor. Kontrol ebeveynlerden çıkıyor, sanal alemin, sokağın ve medyanın etkisi altına giriyor. Böylece çocuklarımızı da kaybediyoruz. Çocuklarımızın değer yargıları Müslüman-Türk aile geleneği içerisinde yüzyıllardır duran değerlerden ziyade bambaşka bir dünyanın değer yargıları üzerinden şekilleniyor. Böylece çocuklarımızı da kaybediyoruz.

Bilhassa medeni hukuk sahasında 100-150 yıl evvel başladığımız kopyacılık faaliyeti bugün de tüm hızıyla devam ediyor. Aile hukukumuzu İsveç, Almanya, Belçika gibi ülkeler ihata ediyor. Buralardan yaptığımız aktarmalarla geleneksel cinsiyet algımız ve aile mefhumumuz paramparça ediliyor. Mesela sapkın cinsel yönelimler yavaş yavaş suç olmaktan çıkarılıyor ve adeta özendirilerek normalleştiriliyor. Hatta devletin bazı kurumlarının eğitim ve öğretim programlarında bile cinsel sapkınlıklar demokratik birer hak olarak lanse ediliyor.

Böylece devletimizi de kaybediyoruz. Belki bir organizasyon olarak değil ama binlerce yıllık bir birikim ve gelenek olarak devlet de avuçlarımızın içinden kayıp gidiyor. Bizi temsil etmeyen bir zihniyetin değer yargıları devlete nüfuz etmiş ve bu nüfuz sayesinde genç nesiller kendilerine altın tepside sunulan zehir dolu kadehleri lıkır lıkır kafaya dikiyorlar.

Öyleyse gençliği de kaybediyoruz. Gençlik de elden gidiyor. Mevcut eğitim sistemi sayesinde gençler geleceklerinden emin olmadıkları bir dünyada hayatta kalma mücadelesi vermek zorunda bırakılmış durumdalar. Gençliğin sadece değerleri elden gitmiyor, geleceği de hacir altına alınmış vaziyette. Yarınından umudu olmayan bir nesil yetişiyor.

Öyleyse yarınlarımızı da kaybediyoruz. Daha bugünden görülüyor ki yarınlarımız da bugünden daha parlak değil. Zira gençliğini kaybeden ve geleceği kuracak olan gençleri başka hülyalara gark olmuş bir toplumun yarınlara umutla bakması mümkün müdür? Çok zor. Tabii ki umutsuz değiliz, tabii ki tamamıyla karamsar değiliz ama sürekli pembe tablolar çizerek yarınlarımızı ipotek altına alan devasa sorunları görmezlikten gelemeyiz. Bazen aşırı iyimserlik en az karamsarlık kadar kötü sonuçlar doğurabilir. Her şeyden önemlisi inancımızı, değer yargılarımızı, bize ait hasletleri kaybediyoruz. Bunları kaybettiğimizin ne kadar farkındayız bilemiyorum ama bu esaslı sorunlar karşısında ilmi merkeze alan bir tavır ve duruş sergilenmesine dair beklenti de günden güne azalıyor. Akademi, aydınlar, ilim adamları yeteri kadar doğru teşhislerde bulunmuyorlar.Daha da kötüsü tedavi edici reçetelerin neler olduğu konusunda da bir belirsizlik hâkim. Müthiş bir kafa karışıklığı yaşıyoruz. Allah sonumuzu hayreylesin.

 
TDV ramazan
Kızılay sağ