Dolar (USD)
32.52
Euro (EUR)
34.39
Gram Altın
2491.27
BIST 100
9548.09
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

26 Şubat 2021

Nereden nereye..

Şubat ayındayız... 28 Şubat post-modern askeri darbesi üzerinden tam 24 yıl geçti... Çeyrek asırlık bu süreçte darbenin acı sonuçlarına maruz kalan İslami çevrelerin nereden nereye evrildiklerini sizde merak ve takip ediyorsunuz, sanıyorum...

Yakın tarihimizin akışını ve mücadele sürecimizi şu ayeti celilenin ışığında yeniden tefekkür etmemiz gerekiyor:

"Eğer siz bir acıya uğradınızsa, o toplumda benzeri bir acıya uğramıştır. Günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz. Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez."(Ali İmran,140)

Evet; acı, çile, hicran, hüzün, hasret, mazlumiyet, mahkûmiyet, gözyaşı, ıstırap yüklü günlerden bu günlere geldik... Ödenen bedeller, çekilen çilelerden sonra bugün nerede duruyoruz? Şahitliğimizi hangi zeminlerde ne kadar sürdürebiliyoruz?

Sözü dolandırmadan bir hatıramdan hareketle bir değerlendirmede bulunmak istiyorum...

Beş yıl kadar önceydi, memleketim Malatya'ya Kitap Fuarında imza için davetliydim... Takdire şayan başarılı bir organizasyondu. Fuarda kitap dostu kardeşlerimle imzadaydım... O sıra telefonum çaldı, arayan bende kayıtlı olmayan isimsiz bir numaraydı... Telefondaki ses:

- Efendim Malatya cezaevinden arıyorum. İmza için fuara katıldığınızı öğrendik. Cezaevimizde tutuklu ve personele yönelik bir konferans için müsait olur musunuz? Davet etmek için rahatsız ettik...

Hemen kabul ettim... Cezaevinden gelen bu çağrıya icabet etmeliydim... Gün ve saat belirledik ve gittim...

İstanbul'dan gelen bir yazar sıfatı ile gittiğim için ilgi, iltifat yerindeydi... İzzet ve ikram güzeldi... Özel misafir olduğumuz için cezaevinin tüm kapıları anında açılıyordu... Konferans salonuna geçtik... Salon tutuklu ve personel ile doluydu... Mikrofonun başına geçtim... Dinleyicilerin meraklı bakışları arasında söze şöyle başladım...

- Kıymetli dostlar bu gün sizlerle iki konuyu paylaşmak in buradayım.

Bir... Sizden özür dilemek, helallik almak için geldim... Beni affedecek misiniz?

Salondakilerin şaşkın bakışları bana yönelmişti... Hayret ve merek içinde oldukları belliydi... Kendileriyle hiçbir geçmişimiz yok, yaşanmışlıklarımız yok... Neyin helelliğinden bahsediyor acaba?

Meraklarını giderdim...

- Arkadaşlar bu programa katılmak sizler için zorunlu değildi, ancak sizler özveride bulundunuz beni dinleme nezaketi gösterdiniz, salona kadar teşrif ettiniz. Bu demektir ki beni ve anlatacaklarımızı önemsiyorsunuz. Bu duyarlılığınız karşısında kendimi sorguluyorum...

Aslında siz suça bulaşmadan, cezaevine düşmeden benim sizlere ulaşmam gerekiyordu... Bildiğim doğruları, İslami daveti sizlere sunmam icap ediyordu... Vaktinde İslamın güzelliklerini sizlerle paylaşmadığımız için bugün sizler dört duvar arasında çürüyorsunuz... Sizin bu halde olmanızın bir nedeni de bizim ihmalimiz... Bizim gecikmişliğimizden dolayı cehalete, çevreye, sisteme kurban gittiniz. Dolayısıyla işlediğiniz suçun suç ortağı sayılırız... Bunu için sizden özür diliyorum, helallik istiyorum...

O sıra düşündüm, Türkiye'de o yıllarda cezaevlerindeki tutuklu sayısı yüz bini aşkındı... Bu yüzbinlik kitleye İslam adına kim ulaştı? Zamanında ulaşılmış olsaydı belki de yüzde ellisi cezaevlerinde olmayacak kendi ortamlarımızda omuz omuza aynı hedefe yürüyecektik...

Türkiye'deki İlahiyat, Diyanet, İmam-Hatip, Medrese, İslami hassasiyeti olan cemiyet ve cemaatlarin potansiyelini düşündüm... İslami davet adına atılan adımların yetersizliği ve cezaevlerindeki suçlu sayısının artışını mukayese ettim... Ülke de işlenen her bir suçta ihmalimizin payını hatırladım...

İki... İkinci olarak şunu sizlerle paylaşmak isterim... Değerli dostlar, benim bu cezaevine ilk gelişim değil... Bundan yaklaşık 18 yıl önce yine bu cezaevine gelmiştim demeyeceğim, getirilmiştim... 15 ay da ben bu cezaevinde şu koğuşta yatmıştım... Dolayısıyla cezaevinin yabancısı değilim... Buradaki yaşamdan habersiz değilim...

Peki, benim cezaevi hikayem neydi?

28 Şubat Post-modern darbe sürecinde Malatya'da ikamet ediyordum... İslami çalışmalarımızı sürdürdüğümüz bir vakfımız vardı... O süreçte Batı Çalışma Grubu Malatya'yı pilot bölge seçmişti... Yasakçı jakoben zihniyet Malatya İnönü Üniversitesine emekli bir generali, Ömer Şarlak'ı rektör olarak atamıştı... Bu rektör bir yıl içerisinde kampüsü kışlaya çevirdi... Binin üzerinde başörtülü kızımızın öğrenim hayatını felç etti...

Malatya'nın duyarlı Müslümanları iki Cuma, namazdan sonra Üniversite’deki bu haksızlıkları protesto ettiler... Sessiz kalmadılar... Ancak Cuma eylemlerinde ölü, yaralı, şiddet, silah, gasp, darp, kırmak, dökmek herhangi bir olumsuzluk yoktu... Belki, sadece 2911 sayılı gösteri yasasına aykırı bir davranıştan bahsedilebilirdi... Böyle olmasına rağmen yüzlerce kardeşimiz cezaevlerinde çürütüldü... Biz 52 arkadaşla idamla yargılandık... O sıra henüz idam kalkmış değildi, 146.madde yürürlükteydi... Bizim aileden üç kardeşe de cezaevi yolu görünmüştü...

Demem o ki;

Dün Terörle Mücadele Şubesi’nde sorgulanan, Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanan ve kelepçeli ellerle getirildiğim cezaevine bugün konferans vermek için özel davetliyim...

n İslam'ı anlattığım için, cezalandırılmak için gönderildiğim cezaevine bugün İslam' ı anlatmak için gelmiş bulunuyorum...

Nereden nereye?

Dünkü imtihanımız, bugünkü imtihanımız!..

Dünkü Türkiye, bugünkü Türkiye!..

"Allah, günleri insanlar arasında döndürüp duruyor..."

Ancak şu soruyu sormadan geçemeyeceğim:

- Acaba dünkü sınavımız mı daha zordu, bugünkü mü?..

Dün, jakoben Kemalist dayatmaya karşı sabır ve sebatımızı kuşanınca imtihanımızı verebiliyorduk...

Gel de bugün konformizme karşı diren direnebilirsen... Korun korunabilirsen...

Sanki iktidar günleri sınavımız daha bir zorlaştı...

n engellenen bir İslami hareketimiz vardı, bugün ertelenen bir İslami mücadelemiz var...

Erteleyen kim? Biz değil miyiz?